Kaya Türkmen
Şengen mi? Şangay mı?
Geçen hafta bir fotoğraf çok tartışıldı. Hani şu Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Semerkant zirvesinde çekilen fotoğraf. Hani zirveye özel olarak davet edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan iki tarafında birer tercüman vasıtasıyla bir şeyler söylüyor, zirveye katılan liderler de onu dinliyorlar.
“İşte dünya lideri!” “Herkes Reis’in ağzının içine bakıyor!” gibi açıklamalarla servis edildi fotoğraf.
Oysa bilmiyoruz ne konuşulduğunu o sırada. Cumhurbaşkanı torunlarından mı bahsediyor? Çerkez tavuğunu ne kadar sevdiğini mi anlatıyor? “Faiz sebep enflasyon netice” mi diyor? Bilmiyoruz.
Dinleyenlerin dudaklarında hafif bir tebessüm olduğuna göre son ihtimal ağır basıyor gibi.
Ben o fotoğrafı görür görmez İçişleri Bakanı’nın her Allah’ın günü medyada bir yenisi çıkan fotoğraflarını hatırladım. Pudracıyla fotoğrafı var, kripto para dolandırıcısıyla var. Özel uçağında bir tondan fazla uyuşturucu çıkanla da, Suriye’de kesik baş ile fotoğraf çektirenle de. Var oğlu var. Kimlerle fotoğraf çektirmiş diye şaşıp kalıyorsunuz.
İşte Erdoğan’ın Semerkant’taki o fotoğrafını görünce o resimler aklıma geldi. Yanında bir dakika durmak istemeyeceğiniz bir alay devlet yöneticisi.
Ne demokrasi karneleri göz alıyor, ne ahlaki meziyetleri.
Her hâlükârda benim cumhurbaşkanımı görmek istediğim bir aile fotoğrafı değil bu.
Aralarında en demokratik olanları Hindistan ve Pakistan. Bu ikisi dışında serbest seçimlerle iktidarın değişebildiği başka bir ülke yok orada.
Seçim mekanizması kontrol altında tutulur ve seçimlere hile karıştırmak suretiyle seçmenin gerçek iradesinin sonuçlara yansımasını önlenir o ülkelerde.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, basın hürriyeti, ifade özgürlüğü ve benzeri bütün ölçümlerde milletler ailesinin dibinde yer alıyor hepsi.
İnsan haklarını iktidarlarının amaçları önünde engel, ayak bağı olarak görüyorlar.
Yasama, yürütme ve yargı tek bir kişinin elinde toplanmış çoğunda.
Demokratik devletlerde bu üç kuvveti de denetleyen dördüncü kuvvet olan basın, Semerkant’ta toplanan ülkelerin ezici çoğunluğunda özgür de değil, bağımsız da.
Medyayı da doğrudan iktidara bağlamaya çalışıyor o rejimler. O amaca ulaşana kadar ise medya organlarına yayın izini vermede, maddi kaynaklara erişimde ayrımcılık yapıyorlar. Ekonomik baskılar uyguluyorlar. Bütün bu baskı yöntemleriyle bağımsız veya muhalif medyayı susturmaya, kitlelerin rejimin aşırılıklarından haberdar olmasını önlemeye çalışıyorlar.
ŞİÖ mensubu ülkelerin hepsi de büyük sermaye ile yönetici sınıf arasında çıkar ilişkileri oluşturmuş. İş dünyasındaki yandaşlar sürekli zenginleşiyor, yönetici sınıf da bunun karşılığında onlardan parasal “hediyeler” ediniyorlar. Milli serveti yağmalamak için çeşit çeşit yöntemlere başvuruluyor.
Buna karşılık emeğin örgütlü gücünü, yani işçi sendikalarını ya tamamen saf dışı ediyorlar ya da gerektiğinde şiddet de kullanarak baskı altına alıyorlar. Rejimlerine karşı tehdit olarak görüyorlar sendikaları. Haksız da sayılmazlar hani.
Halkın dikkatini gerçek sorunlardan uzaklaştırmak ve kendi saflarını diri tutmak amacıyla, başarısızlıklarının sorumluluğunu “dış mihraklara” ve muhalefete yüklüyorlar. Muhalifleri hainlikle, teröristlikle itham ediyorlar.
Bunların ülkelerinde polise sınırsız yetkiler veriliyor ve polisin orantısız şiddeti adeta teşvik ediliyor. Suçlulara ve hain olarak yaftalanan direnişçilere karşı köpürttükleri korku ve nefreti daha fazla polis şiddetine gerekçe olarak kullanıyorlar.
Korku ve baskıya dayanıyorlar. Kitleleri ellerindeki çeşitli araçlarla sindirdikleri gibi, yarattıkları sanal düşmanlarla korkutuyorlar. Dış düşman, iç düşman, terör, savaş, ekonomik saldırılar…
Ve bu tehditlere karşı güvenliği sağlayacak, devletin bekasını garanti edecek yegâne siyasal örgütlenmenin kendileri olduğunu kitlelere kabul ettirmeye ve kendilerine sorgusuzca tabi olmalarını sağlamaya çalışıyorlar. Hepsinde böyle bu.
Hukuk bir burun sürtme, muhalifleri sindirme aracı olarak kullanılıyor.
Bu ülkelerin diğer bir ortak özelliği, aydınları ve sanatı küçümsemeleri, düşünce ve ifade özgürlüğünün yuvası olan üniversiteyi hor görmeleri ve engellemeleri. Bu özgürlüklerin milli güvenliğe karşı tehdit oluşturduğunu ileri sürmeleri, sanat ve edebiyata ancak rejime hizmet ettikleri ölçüde değer vermeleri.
Festival yasaklarlar, yasaklamadıklarında film yasaklarlar, sosyal medyayı kapatırlar. Yayın yasağı, erişim yasağı yaygın uygulamalardır. Özgür düşünce tehdittir onlar için. Eleştiriyi kabul etmezler.
Erkek egemen toplum yaratma peşinde hepsi de. Cinsiyetlere yakıştırılan geleneksel rolleri öne çıkarıyorlar. Kürtaj ve LBGTİ karşıtlığını körüklüyorlar.
Baskıcı rejimler topluluğu işte.
Ve cumhurbaşkanı “Nihai hedefimiz tam üyelik” diyor.
“Türkiye Rusya’yla, Çin’le, Hindistan’la, Pakistan’la ve diğerleriyle konuşmasın, görüşmesin” demiyoruz. Bu ülkelerle ikili ilişkilerimizi geliştirmek ve ileriye taşımak ihmal edilemeyecek bir hedeftir.
Ama biz o dünyaya ait olmak istemiyoruz. Batı’yla ilişkilerimiz inişli çıkışlı da olsa, bu ülke vatandaşlarının ezici çoğunluğu Batı’nın temsil ettiği değerleri benimsemiştir. Şangay’la işi olmaz.
İktidar pusulasını şaşırmış olabilir.
Ama giderayak Türkiye’nin de pusulasını şaşırtmaya hakkı yoktur.