Begüm Erdoğan
Umursadınız mı?
Geçen hafta Netflix, aboneleri için koleksiyonuna “Yukarı Bakma” (Don’t Look Up) filmiyle aynı sularda yüzen yeni bir yapım daha ekledi. Filmin ismiyse “Dünyayı Ardında Bırak” (Leave the World Behind). Bu yapımın platforma eklenmesiyle Netflix, genelde Aralık ayında piyasaya sürdüğü, “bildiğimiz haliyle dünyanın bitmesi” konusunu ele alan filmini piyasaya sürmüş oldu.
Geçen hafta Netflix, aboneleri için koleksiyonuna “Yukarı Bakma” (Don’t Look Up) filmiyle aynı sularda yüzen yeni bir yapım daha ekledi. Filmin ismiyse “Dünyayı Ardında Bırak” (Leave the World Behind). Bu yapımın platforma eklenmesiyle Netflix, genelde Aralık ayında piyasaya sürdüğü, “bildiğimiz haliyle dünyanın bitmesi” konusunu ele alan filmini piyasaya sürmüş oldu.
Filmlerin her ikisi de birbirimizle sürekli iletişimde olup, gerçek anlamda bağlanamadığımızı tespit ederken, göz göre göre umursamayı reddettiğimiz gerçekleri kurmaca üzerinden işliyor. Sam Esmail’in imzasını taşıyan “Dünyayı Ardında Bırak” metaforlar ve sembollerle dikkat çekerken, Adam McKay’in “Yukarı Bak”ı bunu mizah ile yapmaya çabalıyor.
Yukarı Bakma (Don’t Look Up)
“Anchorman” ve “The Big Short” gibi yapımlarda imzası olan yazar-yönetmen McKay, komedi ve dram unsurlarını bir araya getiriyor. Ancak bir araya getirdiği tek şey bu değil. Film aynı zamanda Hollywood’un neredeyse tüm A-liste oyuncularını barındırıyor. Jennifer Lawrence, Leonardo DiCaprio, Meryl Streep, Cate Blanchette, gibi kemikleşmiş büyük isimlerin yanında pop yıldızı Ariana Grande ve son zamanlarda ismini çokça dile getirten Timothée Chalamet gibi isimlerle dikkat çekiyor.
Filmin konusuysa, yaptıkları uzay gözlem çalışmasıyla altı ay içerisinde Dünya’yı yok edecek bir gökcisminin yaklaştığını tespit eden iki astronomun dünyayı uyarma çabasını işliyor. Karakterler, Dünya’nın sonu hakkında insanları uyarmak ve herkesin bir şekilde “uyanmasını sağlamak” için ellerinden geleni yapıyorlar ancak dinlenecekleri yerde aşağılanıyor ve alay konusu haline getiriliyorlar.
Daha ilk bakışta anlaşılacağı gibi, McKay’in eserinin esas derdi küresel ısınma konusunda dünyanın gösterdiği kolektif inkâr durumu. Senelerdir bilim insanları ve aktivistler, insan aktivitelerinin ve özellikle fosil yakıtların dengesiz ve sürdürülemez kullanımının yol açtığı ekolojik yıkım hakkında toplumu bilinçlendirmeye ve uyarmaya çalışıyorlar. McKay’in eleştirisiyse tüketim toplumunun ilgisini ve zamanını sömürdüğü modern insanın, tüm bu yıkıma karşın, ısrarlı bir ilgisizlik içerisinde hayatını sürdürüyor olması. Greta Thurnberg’ün alay konusu olduğu, bilim insanlarının alana dair en ufak yetkinliği olmayan politikacılar tarafından yalanlandığı bir dünyada yaşıyoruz neticesinde. McKay de senelerdir bilim insanlarının yaşadıklarını, komedi suyuna batırarak seyirciye sunuyor.
Mckay’in mesajını vermek için incelikli bir yöntem seçtiğini ve bunu yaparken büyük sinema ustalığı gösterdiğini söylemek yalan olur. Ancak Netflix üzerinden ve hiciv kat sayısı bu denli yüksek bir senaryoyla genel seyirciye hitap etmeye çalıştığını düşünüyorum. Peki eğer filmin amacı insanlara bir “Kendine gel” demekse, sormak lazım, yukarı bakmayı başarabildik mi?
Dünyayı Ardında Bırak (Leave the World Behind)
Film, başrolünde Rami Malek’in olduğu “Mr. Robot” ve Julia Roberts’ın başrolde yer aldığı “Homecoming” dizilerinde imzası olan Sam Esmail tarafından yazılmış ve yönetilmiş. Bu yapımdaysa Esmail, yine Julia Roberts ve ona eşlik eden Ethan Hawke ile harika bir ekran varlığı olan Mahershala Ali’yle çalışıyor. Filmin ekrana yansıttığı hikâyeyse şöyle:
Amanda Sandford bir gün uyanıp ailecek spontane kaçamak bir tatile gitmeye karar verir. İnsanlardan tiksinme noktasına gelmiş anne, bıkkın akademisyen baba, ergen oğlan ve “Friends” dizisi delisi küçük kızdan oluşan aile toplanıp Long Island’a giderler. Sandford ailesinin kiraladıkları yer harikadır ancak daha tatillerinin ilk gününden tuhaf ve tedirgin edici olaylar cereyan etmeye başlar. Gece saatleri olduğundaysa evin sahibi olduğunu iddia eden G.H. ve kızı Ruth, kapılarını çalar. Tüm NewYork’ta elektriklerin kesildiğini ve bu sebeple onlarla evde kalmaları gerektiğini söylerler. Televizyon ve radyolar çalışmamaktadır ve iki aile arasındaki güvensizlik, ilk andan ortaya çıkar.
Filmde geyikler, anlam verilemeyen sesler ve düşen dişler gibi doğa-insan ilişkisi ve teknolojinin yarattığı kaygılara işaret eden semboller mevcut. Hatta dostluğu öne çıkartan ve zor günlerde birbirimize karşı değil, birbirimizle dayanışma halinde olmamız gerektiğini hatırlatan “Friends” dizisi de bunlardan biri. Ancak filmde öne çıkan tek şey semboller değil. Esmail, aynı zamanda sahnelerinde altını çizdiği hisleri verebilmek adına, farklı ve cesur kamera hamleleri kullanıyor. Bu hamleler görünmez, seyirciyi daha da sahneye sokmaya yarayan hamleler değil. Aksine, ekranda büyüdükçe büyüyen ve gerilim barındıran hamleler. Filmin giriş sahnesindeki “İnsanlardan nefret ediyorum” oyununu veren Julia Roberts’ın yüzüne yapılan zoom gibi örneğin. Bir yırtıcı kuşun havadan görüp kitlendiği hedef gibi hissettiriyor bu sinematik an ve bunu çekerken Esmail’in ne keyif aldığını hayal etmek çok kolay.
………….
Belki bu iki filmin de konu aldığı dünyadan çok uzakta değiliz. Bizi içinde bulunduğumuz karanlık senaryo hakkında uyaran filmleri izliyoruz ve günlerce hatta belki haftalarca konuşuyoruz. Konuşuyoruz ama bizi bir içsel yolculuğa çıkarmaya çalışan filmler elimizden tutabiliyor mu? İyi filmlerin sonunda ana karakter de izleyici de bir nebze olsa da değişmiştir, bu iki filmin bahsettiği konularda da değişime acilen ihtiyacımız var gibi görünüyor. Peki ya değiştik mi? Hatta değişmek bir kenara, umursadık mı?
Yeni yıl ruhuna girmek için filmler
Yılın son haftalarına girerken, platformlarda yeni yıl ruhunu hissetmek için izleyebileceğiniz filmleri sıraladık. Kahvenizi koyun, battaniyenizin altına girin ve iyi seyirler.
Klaus, 2019 (Netflix)
Filmin başkarakteri Jesper, bir postacı ama değişik sebeplerle kendini senelerdir posta gelmeyen Smeerensburg adasında buluyor. Çılgın Hırsız (2010) ve Küçük Ayak (2018) gibi yapımlarda da emeği geçen yazar yönetmen Sergio Pablos’un eserinde Roald Dahl’dan hafif esintiler seziliyor. Onun herkesten ve her şeyden kopuk bir gençten, içindeki merhametle çevresine sarılan birine dönüşmesini izliyoruz. Bu film, seyredenlerin içini soğukta içilen tarçınlı salep veya sıcak çikolata gibi ısıtacak.
Noel Gecesi Kabusu (The Nightmare Before Christmas), 1993 (Disney+)
Bu eksiksiz Tim Burton klasiği, stop-motion animasyon sevenler için bire bir. İzleyicilerin Beter Böcek, Coraline ve Ölü Gelin gibi filmlerden tanıyabileceği, kendine has imzası ve görselliği olan Tim Burton’ın kült klasiklerinden. Yazar yönetmenin kurguladığı dünya rahatsız edici, iskeletler ve “korkunç” şeylerle dolu olsa da Tim Burton’la özdeşleştirdiğimiz sıcacık kalbi barındırıyor. Ayrıca yazar-yönetmenin dünyalarında dolaşmak, onun tuhaf karakterleriyle zaman geçirmek tekrar tekrar dönüp arayabileceğiniz büyük bir zevk.
Seattle’da Uykusuz (Sleepless in Seattle), 1993 (BluTv)
Bu yapım, Meg Ryan ve Tom Hanks’in muhteşem uyumu ve çekimiyle mutlaka izlenmesi gereken bir romantik komedi. Nora Ephron’un yönetmen koltuğunda oturduğu film, evlilik evresinde bir genç kadın ve yas halindeki bir radyo sunucusunun romantik hikâyesini anlatıyor. Yeni yıla girerken lapa lapa yağan kar ve umutlu bir hikâye izlemek isteyen izleyicileri BluTV ekranlarına bekliyo
Evde Tek Başına (Home Alone), 1990 (Disney+)
Klasikleşen, ve haylaz çocukların kalbinde hep yer edinecek olan bir komedi filmi. Ailesinin tatile giderken çatı katında uyuyan Kevin’i unutması ve bu tatil sırasında eve musallat olan iki avanak hırsızı türlü muzurluk ve zekâsıyla kovmasını konu alıyor. Kevin rolü, o sırada henüz on bir yaşında olan Macaulay Culkin’e en iyi erkek oyuncu dalında Altın Küre’ye aday gösterilmesini sağladığını da ekleyelim.
Aşk Her Yerde (Love Actually), 2003 (Netflix)
Film, İngiltere’de yaşayan farklı sorunlarla baş etmek zorunda olan beş aileyi konu alıyor. Allan Rickman’dan Emma Thompson’a ve Hugh Grant’ten Keira Knightley’e birçok tanıdık simayı barındırıyor. Yazar-yönetmeniyse, Mamma Mia, Notting Hill ve Bean gibi filmlerde kalem izi duran Richard Curtis. Filmin, izleyicilerin Curtis’in diğer filmlerinden de tanıyacağı, hayata karşı umutlu ve tatlı bir yaklaşımı var. Bunu uygularken de adeta kendi küçük duygusal dünyasını kuruyor ve izleyicinin elini sıkıyor.