Begüm Erdoğan
Tarihten Bir Sayfa
Geçtiğimiz hafta çok ilginç bir dizi eklendi Disney+ kütüphanesine. Bu dizi, Disney çizgisinin dışında, karanlık ve gerçek olayları anlatma iddiası olan bir politik drama. Hem de mazisi çok geriye gitmeyen, Kuzey İrlanda Sorunu’nun etnik-milliyetçi gerilimlerinin tam ortasında geçiyor dizi. Konseptiyle 2019’un “Chernobyl”ini anımsatan “Say Nothing”den bahsediyorum tabii. Ancak dizi, Chernobyl’den farklı olarak izleyenleri ikiye bölücü bir yapıya sahip. Bu da eğer dizinin ne kadar politik olduğunu düşünürseniz hiç şaşırtıcı değil.
Say Nothing (2024) (Disney+)
Patrick Radden Keefe tarafından kaleme alınan aynı isimli kitabın bir uyarlaması olan mini dizide, IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) içerisinden Dolours Price adında genç İrlandalı bir kadını takip ediyoruz. Zamanda sıçramalarla anlatılan hikaye 1972’de başlıyor. 10 çocuklu bir ailenin annesi olan Jean McConville evinde otururken, evi baskına uğruyor ve çocuklarının gözleri önünde kaçırılıyor. Sonrasında zamanda geriye gidiyoruz. İdealist, Katolik ve başkaldıran bir genç olan Dolours Price’ın ve kardeşi Marian Price’ın birer IRA askerine dönüşmesini izliyoruz. Başta pasifist olan ve şiddete başvurmadan seslerini duyurma gayesinde olan bu gençler, barışçıl bir gösteride vahşice saldırıya uğradıklarında, düşünceleri radikal bir değişikliğe uğruyor. Eğer değişim yaratmak istiyorlarsa şiddetin kaçınılmaz olduğu düşüncesi bu genç zihinlerinde perçinleniyor. Ancak şiddetin meşrulaştırılması, dizi boyunca hem karakterler hem de izleyici tarafından sorgulanmaya davet ediliyor. Sonuç olarak zaman zaman İngiltere’ye de dokunduran, tarihi olaylara içeriden bakış sunmayı amaçlayan bir dizi ortaya çıkıyor. Çıktığında da eleştirmenlerden ritim ve anlatı yapısı olarak tam not alsa da “tarihi çarpıtıyor” iddiasını ortaya koyanlar da azımsanacak kadar değil.
Chernobyl (2019) (Tv+ ve AmazonVideo Prime)
Belki hatırlarsınız, bu dizi çıktığı sene ortalığı birbirine katmıştı. Hala fanlarının favori dizileri arasında yer aldığına da eminim. Bu HBO yapımı, Çernobil kazasında yaşanan olayları, dramatik düzlemde inceliyor. Dizi bir nükleer fizikçi olan ve Çernobil felaketini birinci elden gören Valery Legasov’un o günlere dair izlenimlerini gizlice kasede anlatıp, felaketten tam iki sene sonra saat 1.23’te hayatına son vermesiyle başlıyor. Sonrasında iki sene öncesine dönerek kazanın yaşanma anından başlayarak, kazaya cevap olarak verilen dünya saçması tepkileri saat saat ve gün gün takip ediyor. Hem kazanın sonrasında radyoaktif zehirlenmeyle hayatını kaybeden insanları, hem de bu felaketin yaşanmasında parmak izi silinmeyecek liderleri bir arada gösteriyor. İnsanların inandıkları düşünceler yüzünden kafalarını kuma ne kadar derin gömebileceklerini de gözler önüne seriyor. Bu dizi “nasıl olabilir, gerçekten nasıl olabilir?” diye diye izleyeceğiniz, sinirden ve üzüntüden gözyaşları dökeceğiniz gerçekten başarılı bir HBO yapımı. Oyunculuk olarak eksik yok, sahnelerse dizi estetiğinden uzaklaşan, zaman ve bütçe kıstı olmadığı belli olan bir estetikle çekilmiş. Bir tek Çernobil’de İngiliz aksanıyla konuşulması komik kaçsa da dizinin çıktığı anda IMDB’nin “en iyi 250 dizi” listesine girmesi bir tesadüf değil.
…
Tarihten bir sayfa koparan bu dizileri izlerken, sinema ve televizyonun ulaştığı kitlenin algısını yöneten bir araç olduğunu unutmayalım. Elinde para ve güç tutan kimse yapılacak yapımlara karar verecek ve dizileri de şüphesiz onlar çekecektir. Bu açıdan bakınca herhalde Çernobil’de İngiliz aksanıyla konuşulması da şaşırtıcı gelmez diye düşünüyorum.
Gerçek Olaylara Dayanan Filmler
Bu filmler, aynı yukarıda incelediğimiz diziler gibi, gerçek olayları anlatan yapımlar. Onları izlerken tüyleriniz ürperebilir.
- Spotlight (2015) (Netflix, appletv üzerinden satın alınabilir)
Film, Boston Globe gazetesinin “Spotlight” ekibi tarafından, ABD geneline yayılmış Katolik Kilisesi mensuplarının çocuk tacizi vakalarını ortaya çıkarma hikayesini anlatıyor. 2001 yılında Marty Baron’ın (Liev Schreiber) gazeteye yeni editör olarak gelmesiyle, “Spotlight” ekibine bu hikayenin üstüne gitmelerini istediğini söyler. Ekip ipin ucunu bir yerden yakalar ve ne kadar büyük bir skandalla karşılaşacaklarını bilmeden onu takip eder. Kilisede sistematik bir şekilde istismar vakalarının yaşandığının, ancak hukuk bürolarının da yardımıyla, üstünün örtüldüğünü keşfederler. Pulitzer ödülü kazanan gazetecilerin hikayesinde, büyük bir yıldız kadrosu da var. Rachel McAdams, Mark Ruffalo, Liev Schreiber, Michael Keaton ve Stanley Tucci bu isimlerin başta gelenleri. Ayrıca tabii bu yapımın 2016 yılının “en iyi film” ve “en iyi senaryo” Oscarlarını da topladığını da unutmayalım.
- Gizli Sayılar, Hidden Figures (2016) (Disney+, appletv üzerinden kiralanabilir)
NASA’nın uzay yarışında ön plana çıkmasını sağlayan, üç Afrikalı Amerikalı kadın matematikçiye bakıyor film. Margot Lee Shetterly tarafından yazılan “Gizlenmiş Figürler, Amerikan Rüyası Ve Uzay Yarışını Kazanmaya Yardım Eden Afrikalı Amerikan Kadınlar” adlı kitaptan uyarlanıyor. Filmin odağındaki bu kadınlar, matematik problemleriyle olduğu kadar, sistematik ırkçılık ve cinsiyetçilikle mücadele etmek zorunda kalıyor. Ancak sonuçta onların çabaları, NASA’ya ve ABD’ye büyük fayda sağlıyor. Afrikalı Amerikalı ev işlerinde çalışan kadınların dertlerini anlatan “the Help” filminde olduğu gibi bu film de oldukça ağır bir konuyu, güldürüyle yumuşatıp hafif bir ton vererek anlatıyor. Tonu yumuşatılsa da geriye, izlemesi kolay ama bazı sahneleriyle akıldan çıkarması zor bir film kalıyor.
- Oppenheimer (2023) (AmazonVideo Prime, appletv üzerinden kiralanabilir)
Geçtiğimiz senenin Christopher Nolan imzalı yıldız filmini kim unutabilir? Bu filmde atom bombasının icadında önemli yeri olan J. Robert Oppenheimer’ın hayat hikayesini izliyoruz. Cillian Murphy’nin canlandırdığı “Atom bombasının babası” karmaşık bir karakter. Bir tür Viktor Frankenstein gibi de düşünebiliriz. Takımıyla beraber bir icat yapıyor, ancak o icadın yok etme kapasitesini hafife alıyor. Filmse, bu bilim insanının yargılanma sürecini, henüz hiç bomba atılmamışken, daha icadı yaparken yaşadıkları heyecanla beraber anlatıyor. Bütün notalar beraber çalınınca da ortaya trajik bir karakter portresi çıkıyor.