Mine Uzun
Şartnameye takılan beş damacana
Türkiye yaklaşık iki haftadır cayır cayır yanıyor. Milyonlarca canımız gitti. İnsanımız, her bir ağaç, her bir börtü, böcek… Ciğerlerimiz yandı bitti kül oldu. Vatandaşımızın evi barkı işi gücü geleceği yandı. Gözlerimizin önünde.
Belki bir terör eylemi, belki rant peşinde koşan birileri, belki dikkatsiz bir piknikçi aile, belki de küresel ısınma ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi bizim de başımızın belası kendini bu şekilde gösterdi. Bilemiyorum. Hele şu dertten tam bir kurtulalım elbette devlet bu işin peşine düşecek gerekli araştırmaları yürütecek, varsa bu işin sorumluları elbette cezalandıracaktır. Ama uçağımız olmadığını biliyorum. Kiraladığımız uçaklar için toplam fatura 1 Haziran-31 Ekim arasındaki 153 günde 203 milyon TL.
Şimdi diyeceksiniz ki; 30 yıldır orman yangınlarıyla başa çıkan Türk Hava Kurumu nerede? THK, iki yıldır kendi uçaklarıyla ihalelere katılamıyor. Çünkü ihale şartnamesini tutturamıyor. Hem de neden? Şu evimize aldığımız damacana içme suları var ya, onların 5 tanesi yüzünden! Evet ciddiyim. THK’nın elindeki uçaklar 4 bin 900 litre su kapasiteli ama iki yıldır şartnameye minimum 5 bin litre şartı konuluyor. Ve THK devre dışı kalıyor.
Para denkleşir, şartname değişir, bu elim olaydan sonra belki de (umarım), THK’ya gıcır gıcır çokça yangın söndürme uçağı alınır. En azından hangardakiler başka ülkelerin yangınlarına yardıma gidebiliyorken henüz 2 yıl önce, bakımları zamanında ve uygun şekilde yapılır ve acil durumda semamızdan yardıma koşar eski günlerdeki gibi.
Ama yerine gelemeyecek, getirilemeyecek çok şey var. Kaybettiğimiz vatandaşlarımız, her bir fidanımız, orman hayvanlarımız, evler barklar, seralar, iş yerleri, tarlalar…
Bu iş ekonomik açıdan da epeyce pahalıya mal olacak. Gıda tarafında yanan tarlalar ve seralar düşünülürse yeniden ekim ya da kurulumları zaten ciddi bir maliyet, yeniden hayata geçene kadar önemli bir zaman kaybı ve elbette arz sıkıntısı, tedarik zincirinde kırılma… Aaa o da ne enflasyon nedenlerini mi sayıyorum yoksa ben?
Bir sektör olduğu gibi tehdit altında mesela. Çam balı üretimi. Çam balı arıların çiçek poleninden değil, Akdeniz iklimine mahsus bazı çam ağacı türlerinin gövdesinde yaşayan bir aracı böceğin salgısını kullanarak ürettiği, çok özel bir bal. Dünyada sadece Türkiye ve Yunanistan’da üretiliyor. Yoksa üretiliyordu mu demeliydim?
Türkiye genelindeki bal üretiminin yaklaşık yüzde 25’i, çam balı üretiminin ise yüzde 80’inin Muğla’da yapıldığını biliyor muydunuz? O yanan kızılçam ormanlarından. O canım ormanlar, 3 milyon 500 bin arı kolonisine ev sahipliği yapıyormuş. Marmaris ve Köyceğiz’de arı kovanlarının büyük kısmı zarar görmüş durumda. Daha kötüsü bu balı yapan arı türünün çoğunluğunun yok olması.
Bir yandan salgın da devam ederken, hal böyleyken ben derim ki, tüm gücümüzle teşvikse teşvik, destekse destek, bütün kaynaklarımızı üretime yönlendirmeli ve olası felaketlere hazırlık yapmak üzere “Felaket Bakanlığı” kurulmalı. Adını böyle koyunca belki daha ciddiye alırız. “Afet Bakanlığı” daha şık gibi göründü birden. Ama ne olursa olsun, bu bakanlık siyaset üstü tutulmalı. Depreme de hazır olmalı, yangına da, sele de… Bağımsız, şeffaf bir bütçesi olmalı. Ne aldığının, kaça alındığının açıklaması kalem kalem yapılmalı.
Koordinasyonda tek sorumlu olmalı. Felaket bölgesine askeri de bu bakanlık çağırmalı, kaç uçak alınacağının kararını da vermeli.
Ve bu bakanlığın bütçesi her yerden, her kurumdan/kuruluştan, her bakanlıktan daha büyük olmalı. Asla kullanmayacağını umduğumuz bütçesi yarınlarımızı daha güvende tutacaktır.