Mine Uzun
Misafir misafiri istemez ev sahibi hiç birini!
Dım Dım Dım
Duyuyor musunuz gerilim müziğinin notalarını?
Ya da belki Trump’ın ayak sesleri gittikçe yaklaşan bu sesler.
20 Ocak’ta yeniden oturacak başkanlık koltuğuna.
Seçim sürecinde de yakinen takip ettik. Bir önceki dönemini de gayet iyi hatırlıyoruz. Irkçı söylemleri, cinsiyetçi yaklaşımları, çekinmeden söylediği yalanlar, dengesizlikleri, attığı tweetler, yapması beklenen atamaların kişisel anlamda kendisine sadakatini defalarca test ettiği kişilerden oluşması, özel hayatı, eşi, damadı derken sadece Amerika’nın değil tüm dünyanın gündemindeydi.
Peki, ne oldu da bu kadar olumsuzluğun içinden çıkıverdi Trump?
“Amerika sadece Amerikalılarındır” diyecek kadar ileri giden, Haitili göçmenlerin kedi köpek yediği yalanını rakibi ile yaptığı bir münazarada hiç çekinmeden söyleyen, göçmenleri aşağılayan Trump, sıkı durun Güney ve Orta Amerika kökenli Latin seçmenin neredeyse yarısının oyunu almış. Siyahi erkekler arasında oyunu 8 puan arttırmış sandık çıkış anketlerine bakıldığında.
Bu farkı Trump’a kazandıran açık ara “göçmen politikasıydı”. Bir önceki kendi döneminde 2 milyon yasadışı göçmen yakalanmışken, Biden’ın ilk 3 yılında bu sayı 3 katına çıkmıştı. Diğer yandan Trump hali hazırda Amerika’da yasadışı olarak bulunan 12 milyon göçmeni sınır dışı edeceğini vadetmişti.
Diğer yandan yine önemli bir faktör olduğunu düşündüğüm konu Amerikalıların ödedikleri verginin nereye harcandığı konusuna hassas olması ve bunun hesabını sormaktan asla çekinmemesi.
Oy oranını arttırdığı kesimler de göz önüne alındığında aklıma şu meşhur atasözümüz geldi. “Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiç birini”
Buraya kadar anlattıklarım Amerika sınırları içinde olanlardı.
Dedim ya Amerikan vatandaşları vergilerinin hesabını soruyor diye bir başka önemli noktada teeee kıtalarca uzaktan karıştırdıkları Ortadoğu meselesi idi. Irak’tı. Afganistan’dı. Derken sıra Suriye’den de çıkmaya geldi. Trump açık açık artık Suriye’de olmayacaklarını, Amerikan vatandaşlarının vergilerini burada harcayamayacaklarını söyledi. Kıtalarca uzaktan gelmişlerdi. Şimdi kıtalarca uzaktan, uzaktan kumanda ile idare edeceklerdi.
Birilerinin Suriye’deki enkazı kaldırması gerekiyor. Birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bilin bakalım o kim oldu? 3.5 milyon misafire bakamıyoruz derken 15 milyonluk komşunun yolunu, evini, hastanesini, havalimanını biz yapacakmışız. Yetmeyecek domatesini, hıyarını, tavuğunu, etini biz gönderecekmişiz. Hatta parasını bile biz basacakmışız. Suriye’nin altyapısını biz yapacakmışız. Sayın Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu öyle söylüyor. Hal böyle ise ve elimizi taşın altına biz koyuyorsak, 450 milyar dolar civarındaki dış borcumuzla nasıl bir de bu enkazı üstleniyoruz çok da hesabın içinden çıkamadım ben.
Canımı acıtan ne biliyor musunuz?
Bizim çocuklarımızın, 2025’ten tek dileğinin “ölmemek” olduğu, asgari ücretli bir babanın çocuğuna yeterli gıdayı alamadığı yerde, ekmeğe abanın tavsiyesi aldığı, gençlerin hayallerinin bir bir yıkıldığı, hatta hiç hayal kurulamadığı, depremin üstünden 2 yıl geçmesine rağmen hala alt yapısı ihya edilmemiş şehirlerimizin olduğu güzel ülkemde, aslında gidilmeyecek yol, uçulmayacak havalimanı, geçilmeyecek köprü, yatılmayacak hastane yaptırmaya, yıllarca “kullanım garantileri” vermeye para var. Hatta Şam’a telefon şebekesi kurmaya, Cibuti’ye baraj yapmaya para var.
Demem o ki asgari ücrete yapılan yüzde 30 zam, emekliye yapılan yüzde 15 zam, memur emeklisine reva görülen yüzde 11 zam işte hep bu sebepten.
Hani biz içeride konuşuyoruz ya, rasyonel politikalar, yurtdışı tanıtım toplantıları, faiz indirimleri… Hani soruyoruz ya yabancı yatırımcı ne zaman Türkiye’ye gelecek diye? Hani altı çiziliyor kalın kalın Türkiye yeni hikaye yazmalı diye…
Türkiye’nin yeni hikayesi nasıl yazılacak? Aya sert iniş mi olacak? İnsansız hava araçlarımız mı konuşulacak? Uzay teknolojinden mi dem vurulacak.
Türkiye’nin yeni hikayesi Suriye’ymiş meğerse…