Ümit Sezgin
ŞANS CESURDAN YANADIR
Amaçsız, hedefsiz maçlar zordur, sıkıcıdır. Motive bile olamaz futbolcu. Bilirsin ki bu maçı çoktan kaybetmişsin. İki ayrı maçta kaçırdığın iki ayrı penaltıyla 4 puanı rakiplerine bırakınca Avrupa kupasında bir üst tur hayal olmuş. Pereira bile maçtan bir gün önce basın toplantında laf arasında “bizim için asıl olan lig” deyip, kendisinin bile konsantre olamadığını itiraf etmiş. Yani bu maçı alsan ne olacak, kaybetsen ne olacak?
Ama kazın ayağı öyle değil. Ya kaçan penaltıların hayalinde boğulursun ya da çıkıp gelecek için oynarsın.
Bu bir prestij maçı. Öncelikle Türk takımlarının Avrupa kupalarına katılım sayı ve biçimlerinin daha da aşağı düşmemesi için puan almak gerekiyordu. Türk lirası mı daha hızlı değer kaybediyor, Türk futbolu mu belli değil.
Ayrıca Fenerbahçe’nin lider çıkabileceği grupta üçüncü olup Konferans ligiyle yetinmesi yeteri kadar üzücü zaten. Bu yıl Kadıköy yeteri kadar eziyet çekmişken,bir de evinde Franfurt’a yenilmenin ayıbını üstlenmemek lazımdı.
Sergen Yalçın bile Dortmund’dan 5 yediği için gitmedi, evinde bu kadar umursamaz ve ruhsuz top oynadığı için gitti.
Pereira da her ne kadar “lig önemli dese” de çıkardığı 11’le aslında bu maçı ciddiye aldığını ve yenilmekten çekindiğini ortaya koydu. Mesut, Ferdi, Osayi, Gustavo gibi isimleri yedeğe çekmişti ama Muhammet, Arda, Fatih gibi gençlerle başlamayı da göze alamamıştı.
Üstelik tam 5 defans oyuncusuyla sahaya çıkmıştı. Serdar, Kim ve Szalai ile üçlü defans dizilişi vardı ama kanat bekleri sağda Nazım solda Novak olunca 5’li defansa dönüştü formasyon. Nazım ve Novak, kanatlarda ofansif anlamda Ferdi ve Osayi’nin çok gerisinde kalınca Fenerbahçe çıkmakta çok zorlandı. Sadece İrfan Can’ın yapacağı hızlı çıkışlara kaldı umut.
İlk devre Fenerbahçe yarı sahasında geçti oyun. Sol kanattan Kamada ve Kosiç her istediklerinde Fenerbahçe ceza sahasına indi. 30. Dakikada Kim’in kaptırdığı top ceza sahası içinde Sow’a kadar geldi. Başında Sosa, Szalai ve Novak vardı ama sadece seyirci kontenjanındaydılar. Sow üçünün arasında rahatça topa vurmayı ve golü atmayı başardı.
Yani 5’li defans bile kurtarmadı.
Gol sonrasında pek değişen bir şey olmadı. Yine Fenerbahçe takım olarak çıkmakta zorlanıyordu ki İrfan Can, sağdan hızla getirdiği topu ceza sahasına gönderdi. Hatayı hep Fenerbahçe yapacak değil ya. Frankfurt defansından seken top, penaltı noktasında Berisha’nın önüne düştü. Berisha da ilk isabetli Fenerbahçe şutunda golü buldu. Topun Berisha’nın önüne düşmesi bir şanstı belki ama şans bile cesurun, isteyenin, arayanın yanında.
İkinci yarıya daha cesur ve önde basarak başladı Fenerbahçe ama yine kanatları çalışmadı. Almanlar da orta sahayı kalabalık tutunca Sosa ve Zajc topu ileri taşımakta yetersiz kaldı.
Herkes Pereira’dan değişiklik beklerken 4 oyuncu değiştirip çift santrafora dönen Almanlar oldu.
Nihayet Novakı çıkarıp Osayi’yi aldı, Nazım’a ise oyunun sonuna kadar tahammül etti Pereira… Yemini gereği yine İrfan Can’ı çıkardı. Oyunun sonlarına doğru Muhammet’i, Rossi’yi, Meyer’i aldı ama yine de takımı ileri çıkarmayı başaramadı Pereira.
Birer penaltıyı es geçti hakemler. Berisha’nın ensesine basılıp düşürülmesi de, İrfan Can’ın ceza sahasında rakibin ayağına basması da rahatça penaltı çalınacak pozisyonlardı ama VAR’a bile çağırılmadan devam etti hakemler. Avrupa’da “başka” kurallar geçerli galiba ya da biz başka bir futbol oynuyoruz.
Beraberlik fazlasıyla yeten Almanlar da çok bir varlık gösteremeyince, Fenerbahçe’nin biraz asılsa alabileceği maç berabere bitti.
Umarım Fenerbahçe Pereira’nın çok önem verdiğini söylediği Lig’de Gaziantep karşısında sıkı top oynayıp maçı alır. O zaman bu maçtaki saçmalıkları hoş görebiliriz.
Tribünün muhalefet şerhi; SEYRETMESİ BİLE EZİYET / İbrahim CAN
“Pereira’ya taktın” demezseniz, ben yine kendisine “en kalbi saygılarımı” sunacağım. Arkadaş, şu maçta bastırsan, yüklensen, asılsan, Almanya’da elinden kaçırdığın Frankfurt’u mesela 2-3 farkla yensen ne olur? Tribünler, oyuncular, camia coşar. Herkeste bir özgüven, bir mutluluk, bir keyf… Sana bile kanımız ısınır kardeşim. Çabuk unutur kötü günleri, seni bile alkışlardık.
Sen ne yaptın, “Lig önemli” bahanesiyle korktun, ürktün, dedin ki “bana beraberlik yeter, yenilmeyim idare edeyim”.
Beş savunmacıyla çıkmışsın, takım önde basmıyor, ileri çıkmıyor, sen seyrediyorsun. Sen bugünkü Nazım’ı al evine götür, büfenin üstüne koy, sabah akşam seyret. Başka bir işe yaramaz. Yaptığın değişiklikler de sahadaki oyunculara “galibiyet istiyorum” mesajı vermiyor.
Gözün aydın, yenilmeden tamamladın maçı. Ne kazandın? Hiç. Ama artık senin için ne kazandığın değil, ne kaybetmediğin önemli. Bravo, bu maçı kaybetmedin ama topyekün bir güven tazeleme fırsatını heba ettin, gitti.
Ama şunu unutma, Almanlara galibiyet gerekseydi, ne onları oyalayabilirdin, ne oyunu geveleyebilirdin ne de tribünleri kandırabilirdin.
Hadi sana hayırlı Konferanslar!