Aytuna Tosunoglu
ÖLÜME TERK EDİLEN HASTALAR HASTANESİ
Anlam evrenini çözmeye çalışmaktan bitap düştük. Suç sayılan davranışların olağanlaştırılması evresini çoktan geçtik. Hayatı ve içindekileri suçlarla “barış” içinde yaşanması gereken bir hayat ve çevre olarak açıklamak üzere kalabalığı dağıtabilir miyiz…
Ne diyorum ben?!
Bu öfke, bu kırgınlık, bu kalp çarpıntısı! Bu öfke!
Antakya’da ters yüz olmuş sokaklar, yıkıntılar arasında ilerlerken tesadüfen girdikleri Özel Defne Hastanesi. Depremin üçüncü günü. İki genç, kurtarma gönüllüsü. İki kamp fenerinin yaydığı ışık huzmesi. Zifiri karanlık hastane koridorları, odalar, odalar, hasta koğuşları, boş hasta yatakları. Kuvözde yatan bir bebek. Cansız. Kurtarma gönüllüsünün belleğinden hiçbir zaman gitmeyecek. Minik ve soğuk bedeni nazikçe yerinden kaldırıp orada bulunan bir çarşafa sarmak, sonra onu sırtına bağlamak. Her şey bir göstergedir! İyileşmemiz için gereken teoriler, tanrılar nerede? Bebekle birlikte öldü. Hastane deprem sırası ve sonrasında boşaltılırken bu bebek orada unutuldu? Bırakıldı? Geri dönüp almak akıldan uçtu? İki kamp fenerinin yaydığı ışık huzmesi başka odalarda, alanlarda terk edilmiş on üç kadın ve erkek hastanın gergin, yarı çıplak bedenlerini aydınlattı. Yüzleri yok oluş evresinde… Bir korku ifadesi. Ölenler var, ölmek üzere olanlar var. Bir dehşet. Şiddet. Şiddet! Basit dokulu, dolayısıyla kolay anlaşılır bir öykü olabilir mi bu? Uyduruyor muyum? Yoksa bir karabasanın içinde savruluyor muyum…
Ne diyorum ben?!
Bırakılmış, hastalar. Yarısından fazlası ölmüş. Ya da yarısı ölmüş. Ya da bebek dahil bir kısmı ölmüş. Birkaçı ölmüş. Deprem sırası ya da sonrasında elektrik kesilince ölmüş. Soğuktan ölmüş. Bakımsızlıktan ölmüş. Birkaçı. Kaçta kaçı?
Özel Defne Hastanesi hakkında bilgiler veren web sitesi hala canlı. “Etik ilkelerden asla ödün vermeden seçkin ve kaliteli kadrosuyla…” cümlesiyle karşılıyor web sitesi. “Sizin Hastaneniz” diyor. “24 Saat Hizmet” diyor. Yalan söylüyor. Ara yüzde beliren “Vizyon, Misyon” zırvaları soğuktan morarmış, ölmüş de morarmış biçare insan bedeninde, bebek bedeninde yenilmiş yutulmuş yok olmuş. Yalan söylemişler. Hastalarını bırakıp gitmişler. Bırakıp hastalarını, gitmişler. Hastalar kaderine terk edilmiş demiyorum çünkü kurtarma gönüllüsünün sırtındaki çarşafa sarılı bebek, “tanrı öldü” diyor.
Başka bir zamanda, başka bir depremde, bir başka hastanenin bodrum katındaki ameliyathanesinde, ameliyat masasında yatan hastanın üzerine kapanan doktorlar, hemşireler tanıdım.
Özel Defne Hastanesi’nin web sitesinde hastanenin sahibi kim, görünüyor. Yoğun bakımda yatan bebeği ve diğer hastaları bırakıp giden kadrodan sorumlu başhekimin adı da belli. O gece nöbetçi doktorun adını bulmak da mümkün. Sorumlu hemşirelerin kim olduğu da çıkar. Hastane sahibinden kat sorumlusuna, kapıdaki güvenlikten yoğun bakım hasta bakıcısına kadar hepsi ortaya çıkar. Hatta çıkmış bir sorumlu. Demiş ki mealen, valla biz çok sayıda hastayı dışarıya çıkardık zaten. Kalanlar için yapılacak bir şey yoktu. Merdiven yıkık, asansör çalışmıyor. Yani yaşayan hastalar için kimin öleceğine biz karar verdik, bıraktık. Kimin öleceğine karar vermişler. Şunlar ölsün, bırakın mı demişler… Bunun kararını verdikten sonra evlerine mi gitmişler? O bebek orada yatarken, o hastalar orada yatarken üç gün geçmiş. Sorumlu kişi demiş ki, “Orada olduklarından haberimiz vardı”. Cellatsınız, siz. Şiddet uygulamışsınız.
Türkiye İşçi Partisi, İstanbul Milletvekili Ahmet Şık meclise soru önergesi verdi. İç İşleri ve Sağlık Bakanlıklarının cevaplamasını istediği soruları bir bir ortaya koydu. Yerinde sorular. Cevaplanması gereken sorular.
Bu hastanede, ilk arama kurtarma çalışması hangi tarihte yapıldı?
Yoğun bakımda yatan hastalar neden tahliye edilmedi?
Orada bir kısım hastayı ölüme terk eden yetkililer hakkında soruşturma başlatıldı mı?
Depremin yaşandığı saatte binada kaç hasta vardı?
Kaç çalışan vardı?
Bunlardan kaçı hayatını kaybetti?
8 Şubat tarihinde hayatta olduğu tespit edilen beş hastanın akıbeti nedir?
Ölen hastaların durumları yakınlarına bildirildi mi?
Ölen bebeğin annesi babası?
Bu öfke, bu kırgınlık, bu kalp çarpıntısı! Bu öfke!
Bu öfke! Bu öfke!