NİCE BAĞIMSIZ YILLARA…

Hayatımızda henüz Netflix gibi platformlar hatta internet bile yokken film izlemeyi çok severdim. Mahallenin az aşağısında bir DVD kiralama dükkânı vardı. Hemen otobüs durağının orada. Saatlerce DVD’lere bakar sonra birini kiralardım. Her seferinde benzer filmleri seçerdim. Dönem filmlerini. Kabarık tarlatanlı elbiseleriyle dolaşan güzelim incecik belli kadınlar, yakışıklı iyi giyimli şövalyeler… Pek cezbederdi beni. Bu nedenle sanırım, bazı yazılarımı yazarken kendimi birden bire bir film setinin içinde buluveriyorum. Hatta senaryoyu yazarken karakterlerden birine bürünüyorum.
Bu hafta da vizyona bir filmim giriyor… Haydi bakalım gişesi bol olur umarım….
Filmimizin ana karakterleri; Medici Ailesi’nden. İtalya’nın en köklü ailelerinden biri Medici’leri filmi çekilecek kadar ünlü yapan; üç papa, çok sayıda Floransa hükümdarı ve hatta Fransa kraliyet mensubu yetiştirmiş olması mı? İtalyan Rönesansı’nı etkilemiş olması mı? Yoksa bankacılığı bulmaları mı?
Bu bankacılık filminin Avrupa’daki ilk prömiyeri İtalya’da vizyona girer. İlk sahnesi ise birkaç tane altınını köyden köye alışveriş yapmaya giderken çaldırmaktan korkan köylünün, kara kara düşünürken bir taşın üstünde oturduğu sahnedir. 1400’lerden bahsediyorum. Henüz para ile tanışılmamış dünyanın pek çok yerinde. (Gerçi kağıt para için 600’ler işaret ediliyor. Çin, kağıt paranın erken formunu bu tarihlerden itibaren kullanmış diyor bazı kaynaklar.)
Kadınlar o yıllarda sokaklarda kabarık, yere kadar elbiseleriyle dolaşıyor. Erkeklerse pelerinleriyle çıkıyor sokağa. Sokakların ortasında dev ateşlerde demir dövülüyor. Bir yanda yoksul halk, bir yanda ise soylular yaşayıp gidiyor. Soylu olanla, olmayan bir olur mu hiç? Şıp diye anlaşılıyor. Giovanni Di Bicci De Medici…. Bir soylu… İsminden belli değil mi? Servetini tekstilden kazanmış aslında. Bankacılık işine giriyor. Başlarda tefeci olarak yaftalanmaktan kurtulamasa da en başarılı ve en saygın bankacılardan biri olarak yazdırıyor tarihe adını.
Olaylar şöyle gelişiyor:
Değişim aracı olarak altın kullanılıyor o devirde. Ama çok zor taşıması, bozdurması, sonra saklaması. Alışverişlerde o paranın (altının) üstünü almak da sıkıntılı tabii. İşte burada sahneye Medici’ler çıkıyor. Köklü, zengin bir aile ya Medici, hem de güvenilir.
Diyor ki Medici’ler;
– Sevgili vatandaş; altını taşıma riskine girme sen. Ver mesela 100 altınını bana. Ben senin için saklayayım. (Alırım aradan 1 altın komisyon, o ayrı.) İhtiyacın oldukça da gel iste benden, al altınını.
Karşılığında bir teminat senedi yazılıyor. Yani kayıt tutuluyor; 100 altının Medici’de olduğuna dair. Ama pek pratik sayılmaz sistem. Zira her altına ihtiyaç duyulduğunda, değişen altın sayısına göre yeni bir senet yapılması gerekiyor.
Sistem kendi kendini basitleştirmeye başlıyor elbette. 100 altının kaydı, parçalı şekilde tutulmaya başlanıyor. Mesela 100 altın için 5 tane 10’luk, 2 tane 20’lik, 2 tane 5’lik, 20 tane 1’lik senet gibi.
Bir süre daha geçiyor aradan, bu teminat senetlerini teslim edip altın almaya gerek yok ki Medici’lerden. Nasılsa elimdeki kağıt, benim kaç altınım olduğunu gösteriyor. Şu halde alışveriş için kağıt değişimi yeterli olacak gibi görünüyor. Ticari hayat dönüyor Floransa’da ama Medici’lerin kapısını çalan yok. Durumu fark eden aile, ellerinde olan başkalarına ait altınları, daha başkalarına kullandırmanın ya da kendilerinin kullanmasının akıllıca olacağını düşünüyor.
Ve böylece bankacılık sistemi Avrupa’da doğmuş oluyor.
Elindeki altınlarla çok daha güçlü hale gelen aile, karşılığında altın almadan da çeşitli altın senetlerini piyasaya sürmeye başlıyor. “Senyoraj geliri” terimi de böylece o vakitlerde hayatımıza giriyor.
Senyoraj bir hak. Bir yetki. Bahsi geçen zamanlarda, soyluların, senyör ya da lordların ellerinde bulundurduğu bir hak. Bu nedenle de “para basma yetkisine”, “senyoraj “ deniliyor.
Paranın (senetlerin) üzerinde yazılı olan değeriyle, bu yetkiyi elinde bulunduran kişinin parayı basarkenki maliyeti arasındaki farka da “senyoraj geliri” deniyor.
Giovanni Di Bicci De Medici akıllı da kral aptal mı? O kadar gücü tek başına sana kullandırır mı? O kadar parayı tek başına sana yedirir mi?
Bundan sonra senetleri ben basacağım, sen benim kağıdımı, benim sana izin verdiğim kadar saklayabileceksin diyor kral.
Medici şimdiye kadar böyle bir durumla karşılaşmamış. “Olmaz” diyor. “Ben de basayım. Sen de bas o zaman, herkesin ki tercih
edildiği oranda iş yapsın.”
Ertesi sabah İtalyan ordularının kılıç sesleriyle uyanıyor Medici’ler…
O gün bu gündür parayı krallar basıyor.
Krallıklar, devletlere dönüştüğünden beri de devletler…
Yetkinin kötüye kullanılmaması için de hemen hemen tüm dünya, bu yetkiyi bağımsız merkez bankalarına havale etti…
Bizim Merkez Bankamızın yolculuğu ise 3 Ekim 1931’de başladı. Zorlu yolculuk için birtakım şartların yerine getirilmesi gerekiyordu. Şartlar olgunlaşıncaya kadar, Osmanlı Bankası ile anlaşma yapıldı. İş Bankası ile birleşme, daha doğrusu İş Bankası’nı dönüştürme gündeme geldi. Ancak Merkez Bankası’nın bağımsız olarak çalışması gerektiği görüşünün de etkisiyle tam 90 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde eller Merkez için kalkmıştı.
Mutlu yıllar Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası… Nice bağımsız yıllara.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mine Uzun Arşivi