NE İŞE YARAR ŞU FELSEFE?

Sanırım bu sorunun cevabını vermeden önce “Felsefe nedir?” sorusunu cevaplamak gerek. Ama göreceksiniz, daha bu ilk adımda, bu en temel soruda bile işler karışmaya başlayacak. Çünkü felsefeyi tanımlamak hiç de öyle kolay bir iş değil. En azından felsefenin ilgilendiği tüm alanları kapsayacak biçimde onu tanımlamak, tek bir tanım içerisine sıkıştırmak çok zor. Prof. Dr. Ahmet Arslan ‘Felsefeye Giriş’ adlı kitabının hemen başında gündelik bilgi, bilimsel bilgi ve felsefi bilgi arasındaki farkları tartışırken şunu söylüyor: “Felsefenin en önemli probleminin bizzat felsefenin kendisinin ne olduğu problemi olduğunu söylemek bile mümkündür.”

Gelin biz esas sorumuz olan “felsefe ne işe yarar?”ın cevabına ulaşabilmek için bu zorluktan kaçmayalım ve felsefeyi tanımlamaya çalışalım… En azından işe şüphe götürmez şu önermeyle başlayabiliriz. Felsefi bilgi, fizik, biyoloji, jeoloji vb. doğa bilimlerinde olduğu gibi kesin ve genel geçer bilgiler vermez. Zaten böyle bir iddiası da olamaz. Bu nedenle felsefenin yolu biliminkinden daha karmaşık, daha çetrefillidir. Düz değil, engebelidir. Daha çok kavşağı, daha çok tali yolu vardır.

Belli bir kavram üzerine yapılan tartışmalarda, filozoflar ya da felsefeciler genel geçer, tek bir sonuç üzerinde uzlaşamazlar. Sırf bu yüzden felsefenin ‘boş konuşmak’ üzerine kurulu bir disiplin olduğunu söyleyenler bile çıkacaktır. Bu tabii ki hem büyük bir yanılgı hem de o genel geçer bilgileri bize sunan doğa bilimlerinin anası olan felsefeye yapılmış büyük bir haksızlıktır. Hatta felsefeyi ve onun işlevini anlamamaktır. Böyle bir zihniyet, bilimsel bilgi için bile “ne işe yarıyor ki…” diyebilecek sığ bir bakış açısından başka bir şey değildir.

Bilim yalnızca olgularla ilgilenir. Bu olgularla kurduğu ilişki sayesinde genel geçer bilgi üretir. Bu bilgilerle de doğa yasalarına ulaşır, yani dünyayı tanımlar.

Ahmet Arslan aynı kitabında diyor ki: “Felsefe olguların yanı sıra değerler, anlamlar, idealler ya da erekler diye adlandırılan bir varlık türünü veya bunları içine alan bir varlık alanını kendisine konu edinir.” Yani felsefe dünyayı tarif etmekle kalmaz, aynı zamanda onu anlamlandırır.

Öyleyse felsefe anlamak ve anlamlandırmak üzerine kurulu bir hakikat ‘arayışı’dır. Üstelik bu arayışın sonucunda bir ‘buluş’ da şart değildir. Sorunun cevabına ulaşamasan da, aradığın anlama tam olarak varamasan da bu onu değersiz kılmaz. Çünkü aslında o arayış uğruna yürüdüğün yolun kendisidir felsefe. Hani matematik problemine verdiğiniz cevap yanlış da olsa, gidiş yolunuz doğruysa puan alırsınınız ya… İşte öyle bir şeydir felsefe. Öğretmen gidiş yoluna o puanı neden verir biliyor musunuz? Problem üzerine akıl yürütebiliyor, sorgulayabiliyor, kısacası düşünebiliyorsunuzdur da ondan. Bir de tam tersini düşünün. Yani cevabınız doğru ama gidiş yolunuz yanlış olsa… İşte o zaman tek bir puan bile alamazsınız o sorudan.

“Ne işe yarar şu felsefe?” sorusun cevabı da galiba yapmaya çalıştığımız bu tanımda gizli. Sırf bu tanım bile, felsefenin ne işe yaradığını anlatmıyor mu? Akıl yürütmek, sorgulamak, düşünmek, dünyayı anlamak ve anlamlandırmak için doğru adımlar değil mi?

Ama illa pragmatik bir cevap isterim… Bugün yaşadığım dünyayı nasıl tanımlayacağım? Gündelik problemlerime nasıl çözüm arayacağım? Felsefe bu konularda bana nasıl yardımcı olacak? diyenler için “bunların düşünülmüşü var” deyip onları felsefe tarihinde bir yolculuğa davet etmek isterim.

Örneğin, “her şeyi deniyorum ama bir türlü mutlu olamıyorum” diyorsanız Aristoteles’in oğlu Nikomakhos’a yazdığı etik kitabını okuyun, size pek çok yol önerecek. Ya da Wilhelm Schmid’in “Mutsuz Olmak” kitabını okuyun. Mutluluk konusuna o kadar da takılmamanız gerektiği, mutsuz olmanın aslında bir problem olmadığı konusunda sizi yüreklendirecek.

Elinizden telefonunuzu bırakamıyor, iki dakikada bir sosyal medya hesabınızı kontrol ediyor ve “bu telefon olmadan nasıl yaşıyormuşuz?” diye soruyorsanız… Evden çalışmak iyiymiş ama “şu saatler süren zoom toplantıları olmasa, bilgisayarıma prangayla bağlanmış gibi hissetmesem” diyorsanız… Müjde! Zamanın ruhunu sorgulamaya hazırsınız demektir. Şöyle bir gerilere bakın. Ama çok gerilere… 2.400 sene öncesinden Platon size el sallayacak, gölgelere bakan esirlerin yaşadığı mağarasına davet edecek. O mağaraya girdiğinizde, siz de aslında dijital mağarada yaşamaya başlayan gönüllü bir köle olduğunuzu fark edecek ve kendi çıkış yolunuzu aramaya başlayacaksınız.

O mağaraya girmişken ve hazır hayatı buradaki gölgeler üzerinden sorgulamaya başlamışken Platon’a bir de siyasetçileri sorun bakalım ne diyecek? Muhtemelen söyledikleri her şeye şüpheyle yaklaşmanızı önerecektir. “Onlar da yalanlarıyla, post-truth’larıyla gölgeler yaratıyorlar, senin de o gölgeleri hakikat zannetmeni sağlıyorlar. Hakikate ulaşmak istiyorsan onların söylediklerine değil, kendi aklına bak!” diyecektir.

“Hak, hukuk, adalet kalmadı, demokrasinin yerinde de yeller esiyor!” diye düşünüyorsanız, Montesquieu’ye başvurun. Size ‘Kanunların Ruhu Üzerine’ ne düşündüğünü anlatsın. John Locke’a da bir uğrayın. Ne de olsa Amerikan Anayasası onun siyasi fikirleriyle şekillendi.

“E peki bu düzen nasıl değişecek?” diye soranlardansanız, Jean-Jacques Rousseau’yla biraz sohbet edin. Fransız Devrimi’nin düşünsel alt yapısını nasıl kurduğunu anlatsın size.

Aklınıza takılan hemen her soruya bir cevap bulabilirsiniz felsefe tarihinde. Hem de çeşit çeşit… Birbiriyle tartışan filozoflar, birbirine taban tabana zıt cevaplar. Bu cevap çeşitliliğinden korkmayın. Oralardaki bilgileri toplayın, sonra kendi aklınızın süzgecinden geçirin. Kendi sorularınıza kendi cevaplarınızı bulun. Bulamazsanız da önemli değil… O düşünme ve sorgulama süreci sizi doğru cevaba götürmese de doğru yolda tutacaktır. Çünkü o yol, hayatı sorgulamanızı sağlayacaktır.

Aslında felsefenin ne işe yaradığı konusunda bu kadar uzun uzun yazıp, çizmeye gerek yok. Socrates bu soruya tek bir cümleyle, en güzel şekilde cevap vermiş zaten: “Sorgulanmayan, üzerine düşünülmeyen bir hayat, yaşanmaya değmez.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi