Kaya Türkmen
Keşke
Keşke önceki depremlerden ders alabilmiş ve depremlerin yıkımını sınırlayıcı tedbirleri uygulayabilmiş olsaydık.
Keşke 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra ve biraz da o nedenle iktidara gelen Akape depreme hazırlıklı olma işine biraz daha ciddiyetle sarılsaydı.
Keşke düzenlediği Deprem Şurasının sonuçlarını ciddiye alsa ve o şuranın göstermelik bir toplantının ötesinde, yarar üreten bir vesile olmasını sağlasaydı.
Keşke depreme dayanamayacağı anlaşılan binaların güçlendirilmesi veya yeniden yapılması amacıyla çıkarttıkları Kentsel Dönüşüm Kanunu’nu hakkıyla uygulasalar, kentsel dönüşümü bir rant projesine dönüştürmeseler, Toplu Konut İdaresi (TOKİ)’ye “rezidans” değil de depreme dayanıklı sosyal konut yaptırsalardı.
Keşke binaların depreme dayanıklılık koşullarına uyum eksikliğinin rüşvetle göz ardı edilebildiği düzen sürdürülmese, durup durup imar afları ilan ederek ülkenin niteliksiz, çürük binalarla dolmasına yol açmasalardı.
Keşke Diyanet’in 2023 bütçesi %56 artırılırken AFAD’ınki %33 kesilmeseydi.
Keşke AFAD’da afetleri yönetmek gibi son derece profesyonellik gerektiren bir işin başına Afetlere Müdahale Genel Müdürü olarak imam hatip mezunu, ardından ilahiyat okumuş bir zat getirilmese, ekonominin nass’a emanet edildiği gibi, afetlerle mücadele de hocanın “kuvvetli nefesine” teslim edilmeseydi.
Keşke 1999 depremlerinde “Yeraltında fay kırıklarından önce, bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır. Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkanlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Olay kader diye geçiştirilemez” diyen Erdoğan bugün aynı eleştirileri yapanlara “şerefsiz” demese, “Böylesine büyük bir deprem felaketine hazırlıklı olmak mümkün değildir” cümlesini kurmak zorunda kalmasaydı.
Keşke o eleştirileri yapan “şerefsizler” için defter tuttukları ve zamanı gelince o defteri açmakla tehdit ettikleri, ötekilerin de “Asıl biz defter tutuyoruz ve o defteri 14 Mayıs’ta düreceğiz” dedikleri bir siyasal iklimde yaşamasaydık.
Keşke iktidar partisi sözcüsü depremin ardından ilk demecinde “Cumhur İttifakı olarak deprem bölgesindeyiz” tadında ayrıştırıcı laflar etmeseydi.
Keşke toplum böylesine bölünmese, kutuplaştırılmasaydı.
Keşke cumhurbaşkanı yardımcısı milyonları temsil eden muhalefete “Siz kimsiniz?” demeseydi sol kaşını kaldırarak.
Keşke yardıma gelen belediye başkanına iktidarın eski milletvekili hakaretler yağdırmasa, “İngiliz ajanı” demeseydi. Ve ben de o yaratığa sosyal medyadan sövmek zorunda bırakılmasaydım.
Keşke Akape iktidarının “istediği kararı veren, tek kişilik hükümet sisteminde” tecrübeli uzmanlar devre dışı bırakılmasa, donanımlı profesyoneller uzaklaştırılmasa, onların yerine devletin hayati kurumlarına eş-dost, siyasi yol arkadaşları, tarikat mensubu yeteneksiz tipler doldurulmasaydı.
Keşke devlet bölgeye 48 saat sonra değil, zamanında yetişebilseydi.
Keşke hazinede 128 milyar dolar olsaydı.
Keşke yıkılıp enkaz olan Hatay Devlet Hastanesi için 2012 yılında verilen “Depreme dayanıksız” raporu ve yıkım kararı ciddiye alınsaydı.
Keşke devletin kurumlarını siyasallaştırmasa, yozlaştırmasaydılar.
Keşke kim bilir kaç canın kurtulmasını sağlayan Twitter’i engellemek gibi bir kötülük yapılmasa, gerçekleri haberleştiren gazeteciler hedefe konmasaydı.
Keşke halkın çoğu devlet kurumundan daha fazla güvendiği sivil kuruluşların ve muhalefete ait belediyelerin yardımlarına bin türlü engel çıkarılmasaydı.
Keşke ilan edilen OHAL’in ardında bir cinlik, bir hinlik olduğundan, iktidarın OHAL’i kendisinden olmayanları sindirmek ve cezalandırmak için kullanacağından, seçime giderken muhalefetin sesini kısmayı hedeflediğinden kuşku duymak durumunda bırakılmasaydık.
Keşke iktidarın kaybedeceği seçimleri depremi bahane, OHAL’i de araç olarak kullanarak erteleme yoluna gideceğinden şüphelenmek için herhangi bir neden olmasaydı.
Keşke insanlarımızın “Duygularımı hapse girmeyecek şekilde ifade edemiyorum” demek zorunda kaldıkları bir boğucu ortamda nefesimiz daralmasaydı.
Keşke iktidarda Akape, Cumhurbaşkanlığı makamında da Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı.