Kaya Türkmen
Kardeşim Sisi
Türkiye’nin Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren izlediği dış politika bazı temel ilkelere dayanırdı: Ulusal çıkarların ve çağdaş evrensel değerlerin gözetilmesi, gerçekçilik, ihtilafların barışçı yollardan çözümü, komşuların içişlerine karışmama, uluslararası hukuk ve meşruiyete saygı, bölgesel ve uluslararası planda işbirliği ve diyalog.
Büyük Atatürk’ün yurtdışı görevlere atanan ve talimatını almak için huzuruna çıkan Büyükelçilere şu tavsiyelerde bulunduğu bilinir:
• Komşuların iç işlerine karışmayın.
• Rusya’yı tahrik etmeyin.
• Araplarla tarihi, siyasi, sosyal, kültürel ilişkileri geliştirin, ama aralarındaki sorunlara bulaşmayın.
• Onlar sormadıkça akıl vermeye kalkışmayın.
• Batı kültürünü benimseyin, ancak Batı’nın emperyalist emellerine alet olmayın.
AKP’nin dış politikası bütün bu ilkeleri elinin tersiyle itti. “Yurtta sulh, cihanda sulh” özdeyişi hafife alındı, dudak büküldü, pısırıklık olarak görüldü. Yayılmacılık çağrıştıracak ölçüde maceracı, mezhepçi, ihvancı, Emevi camiinde namazcı, darbe karşıtlığında seçici, liderlerin ahbaplık ilişkilerine göre şekillenen, Arap sokağında gaza gelen savruk bir dış politika tercih edildi.
Pazar günü Katar’da düzenlenen Dünya Kupası açılış töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El-Sisi’yle el sıkışırken çekilmiş fotoğraflarını gördük. Hem de öyle parmak uçlarıyla değil, iki elleriyle.
Müslüman Kardeşler (İhvan’ül müslimin) örgütü lideri Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’yi askeri bir darbeyle devirdiği için Sisi’ye demediğini bırakmamıştı Erdoğan. “Sisi denilen kişi bir zalimdir” demişti. “Katil” demişti. Oysa elinde 400 bin kişinin kanı bulunan, Uluslararası Ceza Mahkemesinin soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarıyla yargıladığı Sudan lideri Ömer El-Beşir’le al takke ver külah olmakta bir beis görmüyordu.
Sisi’yle aynı masada olacağını öğrenince, “Ben darbecilerle aynı masaya oturarak onları meşrulaştırmam” diyerek BM Genel Sekreteri’nin verdiği yemek davetine katılmamıştı. Oysa El-Beşir de darbeyle gelmişti 1989 yılında. Bütün dünya seyahat yasağı getirirken Türkiye’de kırmızı halılarla karşılandı.
31 Mart yerel seçimleri kampanyası sırasında “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz?” demişti Akapeli Cumhurbaşkanı. Yıldırım kaybetti seçimi.
Mısır Ortadoğu’nun da Afrika Birliği’nin de Arap Birliğinin de vaktiyle bağlantısızların da en önemli ülkesi. “Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” diye bir laf vardır Mısır’ın da Suriye’nin de Arap dünyasındaki ağırlıklarını anlatan.
Mısır’daki Türk varlığı, Anadolu’daki Türk varlığından 200 yıl daha eski. Daha 9. yüzyılda aslen bir Türk köle askeri olan ve sonradan Abbasilerin Mısır valisi olan Tolunoğlu Ahmet’le gelen Kıpçak Türkleri ülkenin idaresine damga vurdular. 868-1952 yılları arasında Mısır’ın yönetiminde hep Türkler oldu.
1256’da kurulan “Devletü’l-Memâlîk ed-Devletü’l-Etrak” adında Türk sıfatı olan ilk devletti. “Memluk Türk Devleti” demekti.
Böyle bir ülkeyle ilişkileri bozmak akıl kârı mıdır?
İktidarın aklını başına topladığına dair işaretler sevindiricidir. Bir tek Sisi de değil. 2023 seçimlerinden sonra da Esat’la “Sil baştan” yapacakmış Erdoğan.
Mısır’la da, Suriye’yle de, İsrail’le de iyi ilişkiler yürütmek doğru iştir. Cumhuriyetin geleneksel dış politikasına riayet edilmiş olsaydı bu üç ülkenin hiçbiriyle ilişkilerimiz bozulmamış olurdu. Ama iktidarın İhvan aşkı onu terör örgütü ilan etmiş olan Suriye’yle de, Mısır’la da, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleriyle de ilişkilerimizde yıkıcı etkilere yol açtı. Bu tutumun ağır faturası oldu. Ticari ilişkilerimiz darbe yedi. Akdeniz’de Türkiye’ye hasım ittifaklar kuruldu. Güney sınırımız kevgire döndü ve mülteci akını büyük bir güvenlik tehdidine yol açtı. İstiklal caddesi saldırısını da bu gerçekten soyutlamak mümkün değil.
Şimdi fabrika ayarlarına dönmeye çalışıyoruz. Bütün bunlar bize bir fıkrayı hatırlatmıyor mu? Hani “Peki biz bu …’u niye yedik?” fıkrasını.
Akape ve liderinin iç politikada da dış politikada da esen rüzgara göre müttefik değiştirmek gibi bir alışkanlıkları var. Kurucularının büyük çoğunluğu partiyi terk etti, yolunu ayırdı, bazıları muhalif parti kurdu. Vaktiyle kendilerine en ağır itham ve hakaretlerde bulunmuş olan Kurtulmuş’lar, Soylu’lar, Bahçeli’ler ise bugün iktidarın ağır topları.
Dış politikayı kurumsal ilişkilerin dışına taşımak, devlet aklı yerine “Dostum Putin, dostum Biden” tarzı liderler arası ilişkilere göre yürütmek, Cuma namazı sonrası ayaküstü açıklamalara hapsetmek, “Ey Macron, ey Netanyahu” çıkışlarına rehin etmek doğru iş değildir. Bunun siyasi bir faturası olur.
Dış politikayı iç siyasetin malzemesi yapmak yanlış iştir.
Kasımpaşa’daki gürlersiniz; Paris’te, Moskova’da, New York’ta hatırlatırlar size.
Seçim geliyor. Bütün tuşlara basıyorsunuz kaç zamandır. Ama herkesin başı döndü zikzaklarınızdan. O “Gereğini yapan” gazetecilerinizin de beyni sulandı iyice… Yandaşlarınız bile boşa düşmekten şikayetçi.
Bilin yani.