Kaya Türkmen
Kapsama alanı
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen yılın 13 Kasım’ında, biri insan hakları diğeri ekonomi olmak üzere iki alanda reform hazırlığında olduklarını açıklamıştı.
İnsan hakları reformu, 10 gün önce ABD’ye Başkan seçilen Joe Biden’a mesajdı besbelli. Ekonomik reform söylemi ise o hafta başında Hazine ve Maliye Bakanının “görevinden affedilmesiyle” başlayan tartışmaların üzerini örtme amacını taşıyordu. “Panik yok. Duruma hakimiz” denilmek isteniyordu anlaşılan.
Biden uluslararası ilişkilerde kurumlara, kurallara, yerleşmiş geleneklere, ittifak ilişkilerine, karşılıklı taahhütlere, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne öncelik vereceğini vurgulayarak seçim kazanmıştı. Trump’ın zerre kadar önemsemediği şeylerdi.
ABD’nin yeni başkanının özellikle insan hakları, demokrasi, Suriye, S-400 gibi konularda Türkiye'yi ağır bir şekilde eleştirdiği ve seçim kampanyası döneminde Türkiye'nin adını “otokrat yönetimler” olarak nitelediği Rusya ve Kuzey Kore’yle birlikte andığını biliyoruz.
2019 Aralık ayında “Erdoğan'ı darbeyle değil, seçimle devireceğiz” dediğini, bu amaçla muhalefeti desteklemek gerektiğini söylediğini de hatırlıyoruz.
Biden 20 Ocak’ta görevi devraldı. Bir ilk temas kabilinden liderleri aramaya başladı. Tebrikleri için teşekkür etti. İkili ilişkilere verdiği önemi ve bunları birlikte daha ileriye taşıma yönündeki kararlılığını ifade etti. “ABD geri döndü” dedi.
Göreve başlayalı iki aya yaklaştığı halde, henüz Ankara’yı aramadı.
Bir şeyler yapmalıydık.
Cumhurbaşkanı, iki hafta önce, kasımda haberini verdiği İnsan Hakları Eylem Planı’nı ilan etti. 11 ilke üzerine kurulu olduğunu bildirdiği bir eylem planını.
Bir kısmı 1215 tarihli Magna Carta’da ilan edilmiş, birçoğu Fransız İhtilali ve izleyen dönemde vücut bulmuş, imzalandığı 10 Aralık (1948) tarihinin Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlandığı İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde kayda geçirilmiş ilkeler.
Hepsi taraf olduğumuz uluslararası belgelerde mevcut olduğu gibi, T.C. Anayasası tarafından da güvence altına alınmış olan ilkeler.
Aslında iktidar vatandaşa kendi kısıtladığı hak ve özgürlükleri vadediyordu… Gerçi herkese de değil. Çiçeğe su verecek; ne az ne fazla. Dikene ise hiç vermeyecekti. Kim çiçek, kim diken? Onu da o bilecekti…
Yani ABD’nin gözü boyanmaya çalışılırken iktidar ortağı da kızdırılmamalıydı. Ne şiş yansındı, ne kebap.
18 küsur yıldan beri işbaşında olan bir iktidar vadetme konumunda olamaz. Sanki daha geçen hafta göreve gelmiş gibi eylem planları ilan edince de gülünç olur. Hele halkın da dış dünyanın da güvenini bu denli kaybetmiş olan bir iktidarsa.
İnsan hakları paketinin ne ABD yönetimini ne de Avrupa Birliğini tatmin etmiş olabileceğini düşünmek mümkün. Müttefiklerimizin Türkiye’den beklentisi bellidir. Her ikisi de icraat görmek isteyecektir.
Türkiye’nin insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ölçütleriyle değerlendirildiğinde ülkeler sıralamasındaki yeri gurur verici değildir. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü ve daha birçoğu bugünkü iktidarın yabancı olduğu kavramlar haline gelmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının tartışıldığı, Anayasa Mahkemesi kararlarının ciddiye alınmadığı bir Türkiye, parçası olduğu Batı’nın üzerine titrediği evrensel değerlerden uzaklaştığı görüntüsü vermektedir.
Daha geçen hafta Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM'in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki serbest bırakma kararlarını hatırlattı ve her ikisinin de serbest bırakılmasını istedi. Komite, Kavala’yı "daimi gündemine" aldığını bildirdi. Yani Bakanların bundan böyle bütün toplantılarında Kavala konusu gündemde yer alacak.
Komite ayrıca Kavala konusunda Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na bir mektup gönderecekmiş.
Bak şimdi! Biz Biden’dan telefon beklerken…
O telefon gelir gelmesine de önce kendimize bir çeki düzen verip yeniden “kapsama alanına” girmek gerekiyor.
Buna dış politikada fabrika ayarlarımıza dönmek de dahildir. O da başka bir yazının konusudur.
Tabii o telefonu gerçekten istiyorsak. Yoksa çekin fişi gitsin…