Kaya Türkmen
İnadım inat…
31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde, Millet İttifakının adayı Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığını, mensubu olduğu CHP’ye ilaveten, İYİ Parti’nin, Saadet Partisi’nin ve tabii ki Halkların Demokratik Partisi’nin desteğiyle kazanmıştı.
Beyler beğenmediler. Çamura yattılar. “Bir şey yok ama mutlaka bir şey var” gibi çok anlamlı! laflar ettiler. Emirlerindeki Yüksek Seçim Kurulu’na İBB seçimini iptal ettirdiler. Üç ay sonra yeniden seçim yapıldı. İmamoğlu seçimi bu kez tarihi bir farkla kazandı. AKP, halkın iradesiyle inatlaşmanın cezasını gördü.
Ama iktidar inatlaşmakta inat ediyor. İBB Başkanının 300 yeni metrobüs alımı için bulduğu dış krediyi İstanbul seçimini kaybeden AKP’nin Genel Başkanı da olan Cumhurbaşkanı onaylamıyor.
İstanbul’un çok ciddi bir taksi sorunu var. Taksilerin sayısı yetersiz. Dünya metropollerinde 250-300 nüfusa bir taksi düşerken, İstanbul’da 900 kişiye bir taksi düşüyor. İstanbul Belediyesinin bünyesinde kurulmuş bulunan Ulaştırma Koordinasyon Merkezi (UKOME) adlı bir kurul var. Toplu taşımaya ilişkin tüm kararlar, planlama ve koordinasyon ondan soruluyor. İktidar, İBB’yi muhalefet kazandı diye İstanbulluya reva gördüğü eziyetler çerçevesinde, UKOME’nin yapısını değiştirdi ve karar alıcı çoğunluğu iktidarın atadığı bürokratların oluşturduğu bir model dayattı. Sonuç? İBB’nin taksi sorununu çözmek için önerdiği bütün formüller UKOME’de reddediliyor. Daha geçenlerde belediyenin bin ilave taksi içeren sekizinci önerisi reddedildi. İnat işte…
İktidar, Cumhuriyetin kurucusuyla, devrimlerle, o devrimlerin ülkeye getirdiği aydınlıkla da inatlaşıyor. Atatürk’ün adının dilimizden düşmemesini bir türlü hazmedemiyor. Atatürk adını taşıyan tesislerin adlarını değiştiriyor. Bir konuk başbakanın Atatürk’ten övgü ve hayranlıkla söz ettiği cümleler Atatürk adı çıkartılarak tercüme ediliyor sarayın çevirmenleri tarafından. Milli bayramları Atatürk adını anmadan kutlamaya teşebbüs ediyorlar, Anıtkabir’e doluşan yüzbinlere inatla…
Ayasofya’da, gözlerinin önünde Atatürk’e “zalim” diyen, “kafir” diyen imama Cumhurbaşkanının “One minute” demesini beklemez miydiniz? Ben beklerdim. Muhalefet liderine “şaklaban” diyen tarafsız Cumhurbaşkanı, Ayasofya’daki soytarıya “Dur bakalım!” demedi, milyonların kalbini büsbütün kırma pahasına…
Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığına harf devrimine karşı olan bir sözde akademisyeni atamak Atatürk ile, Cumhuriyetle, devrimlerle inatlaşmak değil mi sizce?
Boğaziçi Üniversitesine intihalci Bulu’dan sonra bu kez de öğrenci ve akademik personelin tümüyle karşı olduğu bilinen bir hocayı rektör atamak inatlaşmak değil midir?
Gezi Parkı’na Topçu Kışlası istemeyen vatandaşın karşısına geçip “Çatlasanız da patlasanız da yapacağız” demek veya İstanbul halkının çoğunluğunun ve seçilmiş belediye başkanının karşı olduğu Kanal İstanbul adı verilen felaket projesini “inadına yapacağız” demek ne oluyor?
Cumhuriyet kadınlarımıza çok yakışan, onların büyük emek ve katkısıyla vücut bulan ve güzel İstanbul’umuzun adını paylaşan sözleşmeden bir gece yarısı karanlığında, hukukiliği çok tartışmalı bir imzayla ülkemizi çıkartıvermek?
Bütün aksine görüşlere ve uyarılara rağmen Rusya’dan S-400 füzeleri almanın Türkiye’yi içinde yer aldığı ittifakla ilişkilerinde krize soktuğu yetmemiş gibi, birkaç gün önce duyduğumuz “… ikinci paketin alımı vesaire, bu konularda bizim herhangi bir tereddüdümüz yok. Rusya’yla bizim S-400 konusu olsun, savunma sanayine yönelik olsun, birçok adımımız var” açıklaması başımıza yeni işler açacak bir inadın habercisi değil mi?
Cumhuriyet dış politikasının kendini kanıtlamış ilkelerine inat, Suriye’ye, Libya’ya asker göndermek, Araplar arası sorunlara bulaşmak şart mıydı?
Milletin kanını emen Kamu Özel İşbirliği modeliyle yapılan ve devlet garantisi verilen otoyol, köprü, hastane, havaalanı ve benzeri batak projelerde ısrar etmek neyin inadıdır?
Dünyada sadece bir kişinin savunduğu “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” teorisinde inat etmek 128 milyar dolarımıza mal olmadı mı?
“İtibardan tasarruf olmaz” diyerek israfta inat etmenin ülkemize neler kaybettirdiği ortada değil mi?
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla, yani hakla, hukukla, adaletle inatlaşmak doğru bir iş mi?
Devlet akılla, mantıkla, hukukla, bilimle, irfanla, sağduyuyla, uzlaşmayla, ilkelerle, yerleşmiş kurallarla, geleneklerle, tarih bilinciyle, planla, programla yönetilir. İnatla değil.
Gerçi çok da dert etmiyorum artık. Geçecek bu karanlık günler.