Aytuna Tosunoglu
İKİ YÜZ MİLYON
Dünya üzerinde artık kesin olarak biliyoruz; iklim değişikliğinin kitlesel göçlere nasıl yol açacağına dair çok sayıda örnekleme, gelecek senaryosu elimizde var. Ciddi anlamda bir meydan okumayla karşı karşıyayız. İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerin sakinleri nasıl hayatta kalacaklar? Tek alternatif göç etmekse, nereye gidecekler?
Çalışmalar, kitlesel göç ve iklim değişikliğinin iç içe geçmiş sorunlar olduğunu gösteriyor. İstikrarsız bir gezegen, istikrarsız toplumlara ve korku/ güvensizlik/ şiddet sarmalına yol açar, elbet. Dünya üzerinde belirli yerler iklim değişikliğinden daha fazla etkileneceğinden insanlar daha istikrarlı alternatif yer arayışına gidecek. Tam da bu nedenle iklim-göç ilişkisini anlamak zorundayız. Hem iklim değişikliği krizini hem de göç krizini ayrı ayrı ele almaya devam etmek demek, bile bile lades demek.
Küresel ısınmanın geçtiğimiz yaz ve bu yaz mevsiminde nelere mal olduğunu gördük. Aşırı hava koşulları, yükselen deniz seviyeleri ve hepsinin getirdiği/getireceği istikrarsızlık “iklim değişikliği ve göç” ilişkisine yeni katmanlar ekliyor olabilir mi? Aniden başlayan doğal afetler karşısında insanlar, topluca yer değiştirme olasılığından önce afet sonrası evlerine dönüyor, genellikle. Öte yandan, iklim değişikliğiyle doğrudan ilişkili olabilen çölleşme, toprak verimliliğinin azalması, kıyı erozyonu ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi olayları içeren yavaş başlangıçlı afetler uzun vadeli göçlere neden olacaktır. Birleşmiş Milletler çatısı altında yürütülen bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, Türkiye iklim değişikliğine karşı oldukça savunmasız bir pozisyondadır. Biz Avrupa’nın, Akdeniz kontenjanından ve güney kuşağından bir parçasıyız. Daha şimdiden sıcaklıklarda gözlemlenen bir ısınma eğilimi ve yağışlarda azalma eğilimi ile karşı karşıyayız. Bu durum, gıda üretimi ve geçim için su mevcudiyeti üzerinde büyük ve olumsuz bir etkiye sahip. Ülkenin doğu ve güneydoğu illeriyle geri kalanı arasında zaten büyük ve gittikçe büyüyen bir uçurum vardı. İklim değişikliğinin yaratacağı sosyal ve bölgesel farklılıklar durumu daha da derinleştirecek.
Kontrolsüz bir şekilde artan nüfus, yoksulluk, iktidarın basiretsizliği, insan yaşamının güvence altında olamaması, kutuplaşma gibi “ev yapımı” faktörlerin tümü olayın iklim değişikliği boyutuyla etkileşime girecektir. Bu nedenle, küresel anlamda kaç kişiden oluştuğunu bilmediğimiz bir çevresel göç grubundan bahsedebiliriz. O zaman, Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Göç Örgütü’nün tahminlerine bir bakmak lazım ki durumun olası büyüklüğünü anlayabilelim. 2050 yılına kadar yani önümüzdeki otuz yıl içinde en az 25 milyondan 1 milyara varan sayıda insan çevresel göçmen olabilecek, diyorlar. Bu göçmenlerin kendi ülkeleri içinde ve/veya sınırların ötesine kalıcı olarak gidebileceğini, ifade ediyorlar. Bu geniş sayı aralığı aklınızı karıştırıyorsa, yaygın olarak atıfta bulunulan bir bilimsel makalede çevresel göç nüfusunun 200 milyon kadar insan olduğu öne sürülüyor.
Önümüzdeki otuz yılda, dünya üzerinde 200 milyon insan çevresel nedenlerle göç edecek, öyle mi… İklim değişikliği konusunda acil durum ilan edip, kamuoyu oluşturma çabalarına destek vermek zorundayız. Savaş icat eden politikaları üretecekleri değil, çevre ve iklim değişikliği politikası geliştirenleri, uygulayanları yönetime getirmek ve denetleyici mekanizmaları sonuna kadar işletmek zorundayız.
Zorundayız.
Kötü haberlerin sonuna geldiniz. Böyle giderse, buradan sonrası Nuh’un gemisinde yer rezervasyonu…
Kadın yeri ayrı, erkek yeri ayrı üstelik.