Serap Durusoy
Gidilecek Yol Uzun
Geçen haftaki yazımda, ekonomi yönetiminin iyimser söylemlerinden söz etmiş, ekonomide hâkim olan siyah renge rağmen söylemelerde pembe rengin etkin olduğunu belirtmiştim. Perşembe günü TÜİK tarafından açıklanan ve her zaman olduğu gibi İTO ve ENAG rakamlarından ayrışan Eylül ayı resmi enflasyon verisinin yıllık bazda yüzde 49,38 ile politika faizinin altında gelmesine ve aylık bazda ise yüzde 2,97 ile beklentilerin üzerinde açıklanmasına rağmen söylemlerde bir değişiklik olmadığı görüldü.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz enflasyonda geçiş döneminin haziran ayı itibariyle tamamladıklarını belirterek gelecek yıl enflasyonu yüzde 20'nin altına düşürmeyi hedeflediklerini ve 2026'da ise yeniden ülkemizi tek haneli rakamlarla buluşturmak istediklerine yönelik açıklamada bulundu.
Sayın Şimşek ise enflasyonda 2025’in ikinci yarısında tek haneye ulaşılacağı değerlendirmesini yaparak tek haneye inme konusundaki zamanlamada Sayın Yılmaz’dan ayrıştı. Şimşek, geriye dönük fiyatlama davranışlarındaki katılığın hizmet enflasyonundaki düşüşün yavaş gerçekleşmesine neden olduğunu belirtti.
Aslında açıklanan enflasyon verisi, enflasyondaki düşüşün geçici olduğunu, beklenti yönetiminin yetersizliğini, yapısal reformların ve mali disiplinin önemini ortaya koydu. Her ne kadar yıllık bazda eylül ayı enflasyonu politika faizinin altında kalsa da aylık enflasyonun TCMB beklentilerinin üzerinde gelmesi gözlerin haliyle para politikası uygulayıcısı TCMB’ye çevrilmesine neden oldu. Zira TCMB’nin politika faizinde gevşemeye gidebilmesi için uygun veri gelmedi. Bu durumda TCMB’nin politika faizinde gevşemeyi ertelemesi ve yeni makro ihtiyati tedbirleri hayata geçirebileceği beklentilerini de güçlendirdi.
Nitekim TCMB Başkanı Karahan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında, aylık enflasyonun ana eğiliminde kalıcı bir düşüş ve enflasyon beklentilerinin öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar para politikasındaki sıkılığın korunmaya devam edileceğini belirtti.
Öte yandan verinin yüksek gelmesinin beklentileri de yukarı yönlü baskılayarak talebi besleyici bir etki yaratma ihtimali de ayrı bir boyutu oluşturuyor. Enflasyon beklentisini besleyen bir diğer gelişme de adeta bir ritüele dönüşen elektrik ve doğal gaza yıl sonuna kadar zam olmayacağına ilişkin Enerji Bakanı Bayraktar’dan gelen açıklama oldu. Sevinelim mi, üzülelim mi? Önümüzdeki ayların enflasyonun düşük gösterilebilmesi ve ocakta yapılacak ücret artışının minimize olabilmesi için her yol deneniyor. Özellikle uluslararası kuruluşlardan gelen ücret artışlarının yüksek olmaması yönündeki söylemler de sıklaştı. Nitekim son olarak Deutsche Bank’tan asgari ücrete ilişkin yüzde 25- 30 arasında zam önerisinin gelmesi, yıl sonunda enflasyonun yüzde 40’larda olacağının dillendirildiği ve TÜRK-İŞ ‘in Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın sonuçlarına göre, açlık sınırının 19.830 yoksulluk sınırının ise 64.595 lira olduğu ülkemizde, ücretlerin baskılanarak mali disiplinden ödün vermemek gerekçe gösterilerek yapılacak bir düşük artış, enflasyonu önlenmek değil halkı sefalete sürüklemekten başka biri işe yaramayacak. Üstelik ekonomi politikasının kamu tasarrufu ve yapısal reformlar ayağının yetersizliği devam ederken böyle bir adım toplumsal barış açısından da olumsuz bir iklim doğuracaktır.
Her ne kadar son EKK toplantısında, yapısal reformlara ilişkin tedbirlerin kapsamlı bir şekilde ele alındığı, ilerleme durumlarının gelecek dönemdeki toplantılarda ele alınıp yakından takip edileceği belirtilse de OVP’de yer alan 79 eylemin görüşüldüğü ve bu eylemlerin 3 1’inin büyüme ve ticarete ilişkin olmasının, planlanması düşünülen yapısal reformların kompozisyonundaki yanlışlığı ortaya koyuyor.
Hal böyle olunca ekonomiye ilişkin söylemler iyimser olmak birlikte iç dinamikler kadar dış dinamiklerin nereye evrileceği önem kazanıyor. Zira dünyayı kaosa sürükleyen Ortadoğu’daki gelişmelerin seyrinin nasıl yön bulacağı dikkate alındığında enflasyonun tek haneye inebilmesi için daha çok uzun bir yol olduğu bilinen bir gerçeklik.