Ümit Sezgin
GERÇEKÇİ OL İMKANSIZI İSTE
Yoksa Pereira haklı mı? Aslında Pereira’ya hak vermek işin kolayı. “Adam haklı beyler” dersin, “herhangi bir Avrupa Kupası’nı alabileceğimize inanan var mı?”.
Şöyle yukardan bakan bir ifade takınır, hafif müstehzi bir bakışla kafanızı sallar, “Ne Fenerbahçe’nin ne de Türkiye’de oynanan futbolun herhangi bir uluslararası kupa alması tahayyül bile edilemez” deyip geçersiniz. Medyaya bakın, bir ton bu minval üzeri yazı var.
Niye zor olsun? İnandırıcı olmak için memleketin genel durumundan, ülkede oynanan futbolun hali pür melalinden bahsedersiniz, hakemler, federasyon falan filan..
“Ülke futbolu yerlerde sürünüyor. Filozof diye milli takımın başına getirdiğiniz adam rekor kötü sonuçlar alarak ülkeyi küme düşürmüş. Artık ‘Çakma çıktı sizin filozof” deyince en fanatik sevenleri bile karşı çıkamıyor. Kulüplerin durumu ayrı içler acısı öykü. Geçen yılın bir gol farkla şampiyonu Beşiktaş, milli takımla yarış halinde Şampiyonlar Liginde üst üste kötü sonuçlar alıyor. En son evinde Portekizlilerden 4 yemeyi başardı. Fener de altta kalmadı, evinde Olympiacos’a bir güzel yenildi, Antwerp’le de 2-2 berabere kaldı zar zor. Galatasaray grubunda lider ama Lazio kalecisi uzatmanın son saniyesinde elindeki topu kendi kalesine yuvarlamasa nerede olurdu Allah bilir. Avrupa’ya giden diğer takımlar mı? Ohoo annemizin ligine döneli aylar oldu”.
Ülke ekonomisindeki vahametin futbola yansımalarına da değinmek lazım tabii;
“Yahu dolar gidiyor 10’a, Euro 12’ye. Bu koşullarda hiçbir Avrupa geliri olmayan takımlarımız seneye 38 yaşındaki futbolcuları bile transfer edemez hale gelecek. Felipe Melo’yu 39 yaşında takımda oynatmaya hazırlanan Fatih Terim haksız mı?” dersiniz.
Elbette bu ahval ve şerait altında kimsenin Fenerbahçe’den bir Avrupa başarısı isteme şansı, umudu, gücü ve de hevesi kalmaz. Böylece sezon başından beri körün değneğini bellediği gibi tek tip bir futbolda ısrar eden Vitor Pereira da alınan tüm saçma sonuçlara, yenilgilere, anlamsız beraberliklere karşın başarısız sayılmaz.
Ama işin kolayına kaçmayan bir Fenerbahçeli iseniz, Millî Mücadele günlerinde bir yandan Harrington Kupası’nda işgalci güçlerin takımlarını yenmek için çabalarken, öte yandan Anadolu’ya, Kuva-i Milliye’ye silah sevkiyatı yapan bu kulübün ruhunu biliyorsanız, döner Pereira’ya “Hadi ordan” dersiniz, hem de okkalı tarafından, “Hadi oradan hadsiz”.
Belki hata Pereira’nın değildir, adam ikinci kere gelmesine rağmen bu kulübün ruhunu kavrayamıyor olabilir, hata bu ruhu ona anlatmayanlardadır.
Aslında o kadar eskiye bile gitmeye gerek yok. 3 Temmuz kumpasına karşı sergilenen direniş ruhunu anlatmak lazım. Tankıyla, topuyla tüfeğiyle, savcısıyla, hakimiyle, polisiyle, çantacı gazetecileriyle, gönüllü kuryelik yapan şerefsiz rakip takım yöneticileriyle üstümüze gelinirken, Federasyon’un başındakiler gaflet, dalalet ve hatta ihanet içinde Fenerbahçe’yi yok etmeye çalışırken, bu takımın ve taraftarının sonuna kadar direndiğini ve şampiyonluk için son maça kadar mücadele ettiğini Pereira’ya anlatmayanlarındır kusur.
Başkan Ali Koç’tan başlayarak kulübü yöneten herkes, her gördüklerinde Pereira’ya şunu söylemeliler, “Şartlar ne olursa olsun, Fenerbahçe yer aldığı her kulvarda her zaman şampiyonluğu hedefler. Şartlar ne olursa olsun, rakipler kim olursa olsun bu duruş değişmez. Sokakta, mahalle arasında, halı sahada ya da şampiyonlar liginde farketmez, Fenerbahçe’nin hedefi şampiyonluktur. Olur, olmaz, başarılır veya başarılmaz, o ayrı mesele. Ama Fenerbahçe hiçbir maça “ben bu maçı zaten alamam, ben bu kupayı zaten kazanamam” diye çıkmaz, çıkamaz. Bunu düşünen adam da Fenerbahçe’nin teknik direktör koltuğunda oturamaz. Oturursa pek çok insanın kemikleri sızlar.
Hal böyleyken Alanya maçının teknik analizleri ikinci planda kalır. Bu ruhu taşımıyorsan kazansan ne olur, kaybetsen ne olur?
Aynı formatla çıkmıştı Pereira, sadece isimler değişmişti. Yorgunlar dinleniyordu, cezalılar tribünde. Son maçların hayalet oyuncuları Mesut Özil, Sosa kenardaydı. Pelkas, Zajc ve Serdar Dursun takıma tempo getirsin diye sahadaydılar.
90 Dakika Fenerbahçe saldırdı, Alanya kapandı, savundu. Neredeyse Fenerbahçe ceza sahasına giremedi bile Alanya. İki şut atabildiler, ikisi de gol oldu.
İlk yarı Ferdi çalışkan, Serdar Dursun bir santrafordan çok pasördü. Pelkas ve Rossi’ye güzel toplar indirdi. Ancak üretilebilen pozisyon sayısı ikide kaldı.
İkinci yarı değişen bir şey olmadı. Pereira 70. Dakikaya kadar neyi bekledi bilinmez. Valencia, Mesut, Sosa gibi isimler pozisyon üretmek üzere son bölümde oyuna girerken, tuhaf biçimde defansta yapılan değişiklikler gerideki dengeyi bozdu. Gustavo’yu stopere çekip orta sahaya Crespo’yu koyma dengesizliğini kim nasıl açıklar bilemem.
Belli ki son maçlarda alınan sonuçlar Pereira’nın da dengelerini bozmuş. Fenerbahçe ise evinde kaybettiği maçla derin krizlere doğru bir adım daha attı.
Tribünün muhalefet şerhi: MÜCADELE, İNANÇ VE HAYAL KIRIKLIĞI / İBRAHİM CAN
Bugün Fenerbahçe dernekleri neredeyse tam kadro Kadıköy’deydi. Türkiye’nin dört bir yanından geldiler. Biz de tribünleri doldurduk. Saraçoğlu tribünlerinde coşku, inanç, istek ve mücadele azmi vardı.
Geçen hafta alınan Trabzon mağlubiyeti ve ardından Antwerp beraberliğinden sonra gösterilen bu sevgi ve sergilenen bu duruşun iki mesajı vardı. İlk mesaj bizimle oyun oynamaya kalkan, Federasyon ve MHK’daki Fenerbahçe düşmanlarınaydı. Pes etmeyeceğimizi, vazgeçmeyeceğimizi haykırdık, “mücadele Fenerbahçe’nin ruhunda var” dedik.
İkinci mesaj Pereira ve onun gibi düşünenlereydi. Hiç utanmadan “Bu takımın Avrupa’da kupa alacağına inanan var mı?” diyen Pereira’ya “Biz Fenerbahçemize her zaman her koşulda inandık, inanıyoruz. İnanmayanla işimiz olmaz” dedik.
Dedik demesine de yine ellerimiz boş kaldı. Pereira yine bildiğini okudu, yine geç değişiklikler yaptı. Alanya tüm maç boyu iki şut attı, ikisi de gol oldu. Bizim 37 gol girişimimiz var, rakip ceza sahasından çıkmadık neredeyse ama tek gol var. Yahu Hoca bu işte bir tuhaflık yok mu?
Maç sonunda tribünden gelen yuhalamalar, ıslıklamalar da yaşanan hayal kırıklığının eseriydi.
Bazen işler kötü giderse de gidiyor… Ne lanet haftaymış be kardeşim.