Eda Yılmayan
DÜNYANIN VİCDANI: EDUARDO GALEANO
Irak’tan Suriye’ye, Suriye’den Libya’ya, Afganistan’a uzanan bir insanlık dramını seyrediyoruz. Türkiye aslında seyretmekle de kalmıyor vatansız bırakılan insanları topraklarına kabul ediyor. Emperyalistlerin eli her yere uzanıyor. Amerika Birleşik Devletleri yıllar önce girdiği Afganistan topraklarından çekilirken insanlar canhıraş yönetimi ele geçiren Taliban’dan kaçıyor. Dövülen gazetecilerin görüntüleri medyaya yansıyor. Kadınlar seslerini duyurmaya çalışıyor. Minicik yavrularını Amerikan askerlerine vermek zorunda kalan ailelerin görüntülerini izliyoruz. Ortadoğu’da 20. yüzyılın başından beri devam eden emperyalist saldırı ne yazık ki hala sürüyor. Medeniyetin “az gelişmiş ülke” olarak tanımladığı coğrafyalarda yaptığı kıyım onların ceplerini doldururken diğer ülkeleri yoksulluğa, açlığa itiyor. İşte bu hafta yazdıklarıyla ezilenlerin, sömürülen halkların sesi olan Uruguaylı gazeteci, yazar Eduardo Galeano’yu ve onun kült kitabı ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı’ anacağız. Çünkü aynı talan bundan 500 yıl önce “beyaz adam” tarafından Amerika kıtasının yerli halklarına yaşatıldı.
BAŞLIK
John Berger, Galeano için “Dünyanın vicdanını ellerimizin arasına bırakıyor. Bize ise elimize aldığımız bu vicdanla ne yapacağımızı düşünmek kalıyor” diyor.Venezuela lideri Chavez 2009 yılında yapılan Amerikan Devletler Örgütü Zirvesi’nde Amerikan Başkanı Obama’ya ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’ kitabını hediye etmişti. Obama kitabı alırken “Hoş bir jest, iyi bir okurum” demişti. Chavez ise kitap için şunları söylemişti: Bu kitap Latin Amerika tarihinde muazzam bir yere sahiptir. Tarihi öğrenmemizi sağlar. Geleceğimizi bu tarihin üzerine inşa etmek zorundayız.”
Galeano, kitabında okuyucuya Latin Amerika’nın tarihini, yoksul bırakılma sebeplerini, bu ülkelerin damarlarının neden kesik olduğunu yalın bir dille anlatıyor. Uluslararası iş bölümü sonucunda bazı ülkeler kazanırken bazıları kaybetmeye devam ediyor. Galeano, Latin Amerika’nın topraklarının zenginliği nedeniyle insanların yoksul bırakıldığını yazıyor. “Latin Amerika fetih ganimetleri, altınla örülü vadiler, gümüşle kaplı dağlar karşısında hayal gücünün şaşkınlığa düştüğü o eski harikalar diyarı değil artık elbette. Dışarısı için tükenmez bir petrol ve demir, bakır ve et, meyve ve kahve, hammadde ve zahire kaynağı ve yedek ambarı olmaya devam ediyor.”
ESKİ DÜNYA BANKASI BAŞKANI: YOKSULLARIN BEYNİ AZ ÇALIŞIYOR
Galeano bugün dünya için Amerika demenin ABD demek olduğunu belirtiyor.Amerika kıtası keşfedildiği günden bu yana Avrupa, daha sonra da Kuzey Amerika sermayesine dönüşmüş, zengin toprakları hala sermaye sınıfının ceplerini doldurmaya devam etmektedir. O nedenle kesik damarların kıtasıdır Latin Amerika.
Galeano “Sömürgeciliğin ve yeni sömürgeciliğin simyasında, altın tenekeye, besinler de zehre dönüşmektedir” der. Latin Amerika’nın en büyük üç pazarının; Arjantin, Brezilya ve Meksika’nın toplam nüfusları herhangi bir Avrupa ülkesinin nüfusunu kat kat aştığı halde tüketim gücü, Fransa veya Almanya’nın tüketim gücüne yetişemez. Galeano “Ne yapmayı planlıyor Malthus’un mirasçıları?” diye sorar.Yanıtı gayet basittir. Müstakbel dilencileri daha doğmadan öldürmeyi!” der. Eski Ford danışmanı ve o dönem ABD Savunma Bakanlığı yapan aynı zamanda Dünya Bankası Başkanı olan Robert McNamara, Latin Amerika’da ilerleme yolundaki en büyük engelin nüfus patlaması olduğunu söyler ve ekler: “Dünya Bankası bundan böyle kredi verme konusunda, doğum kontrolü uygulayan ülkelere öncelik tanıyacaktır.” Ayrıca kitapta aktarıldığına göre McNamara yoksulların beyninin normal bir beynin ancak dörtte üçü kadar çalıştığını söyler. Yani topraklarını yok eden, halkları köleleştiren, aç bırakan sistem, doğurganlığı kontrol etmekte, kendi topraklarında yetişen sebze, meyveyi yiyemeyen bir halkın çocuklarının beyninin küçük olmasından yakınmaktadır.
AMERİKA KITASININ KEŞFİ VE YAŞANAN KIYIM
Kristof Kolomb dünyanın yaşanan bölümünün batısına doğru yola koyulduğunda yanında Marco Polo’nun Seyahatnamesi de vardır. Hint Denizi’nde yer alan adalar altından ve inciden dağlarla süslüdür. Beyaz ve karabiber cennetidir. Avrupa’da kışın etlerin kalitesini ve tadını korumak için tuz ve karabiber kadar zencefil, karanfil, sarımsak, muskat ve tarçın da önemlidir. Bu nedenle İspanya’nın Katolik hükümdarları bu zengin toprakların nimetlerinden faydalanmak isterler, bunun için Kolomb ve Macellan’ı finanse ederler.
Galeano Amerika’nın keşfi macerasının Ortaçağ’da Kastilya’ya hakim olan Haçlı Seferleri geleneği hesaba katılmadan açıklanamayacağını yazar. Keşiften üç yıl sonra Dominik yerlilerine karşı açılan savaşı Kristof Kolomb yönetir. Yerliler Katolik dinini benimsemeye çağrılır ve tehdit edilirler.
Haçlı Seferleri benzetmesi Amerikan Başkanı George W. Bush’un 11 Eylül sonrası dünyayı teröristlerden temizleyeceğiz açıklaması ve yapılacak askeri operasyona kutsiyet atfetmek için “Bu bir Haçlı Seferi’dir” benzetmesini hatırlatıyor. Tarih tekerrür ediyor. O nedenle ister Ortadoğu ister Latin Amerika olsun anlatılan ezilmiş halkların hikayesidir.
KUTU / Bu bölümle bağlantılı bir kutu o nedenle sayfada yazının devamında kullanmak okuma bütünlüğü sağlar.
YERLİLERE OKUNAN METİN
“Reddettiğiniz ya da işi kurnazlığa vurup bizleri oylamaya kalkıştığınız takdirde, sizi temin ederiz ki; Tanrı’nın da yardımıyla, var gücümüzle üzerinize saldıracağız, amansız bir savaş verip sizleri boyunduruk altına alacağız ve kilisenin ve hükümdarımızın egemenliği altına sokacağız. Sizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı köle haline getirip satacağız. Hükümdarımızın emriyle bedenlerinizi istediğimiz gibi kullanacağız, mallarınızı alacağız ve sizlere elimizden gelen her türlü kötülüğü yapacağız.”
Yerlilerin ölmesi için savaşmalarına da gerek yoktur. Brezilyalı antropolog Darcy Ribeiro, Amerika, Avustralya ve Okyanusya’daki yerli halkın yarıdan fazlasının, beyazlarla daha ilk temas sonucu bulaşıcı hastalıklara yakalanıp öldüğünü ileri sürer. Galeano istilacıların altına aç domuzlar gibi saldırdığını, birbirleriyle itişip kakışarak şehirleri yağmaladıklarını aktarıyor.
Kitapta yer aldığı gibi Kapital’in ilk cildinde Marx, “Amerika’daki altın ve gümüş madenlerinin keşfi; yerli nüfusun köleleştirilip maden ocaklarında zorla çalıştırılması; Doğu Hint Adaları’nın fetih ve yağmalanmasının başlaması; Afrika kıtasının bir zenci avı haline getirilmesi. Bütün bunlar, kapitalist üretim çağını haber veren olgulardır ve ilk birikim döneminin temel etkenlerini meydana getirirler” der. Üstelik fetihleri başlatan İspanya ve Portekiz bu işten karlı çıkmaz. “Amerika’daki yerli halkların soyulup soğana çevrilmesinden yararlanarak modern kapitalizmi yaratanlar, Avrupa’nın öbür ülkeleri olur.” Galeano günümüzde bile kapitalizmin zengin merkezlerinin varlığının ancak yoksul ve köleleştirilmiş çevre ülkelerin varlığıyla açıklanabileceğini vurgular.
Uzun süren yıkım dönemine karşın geriye bu uygarlıkların düzeyini belirten çok sayıda yapıt kalmıştır. “Tapınaklar Mısır piramitlerinden daha yüksek bir teknik bilgi düzeyini ortaya koyar. Doğayla savaşmak için geliştirilmiş aletler bilgi ve deneyim birikiminin genişliğini, sanat eserleri olağanüstü bir yeteneği kanıtlamaktadır. Lima Müzesi’nde görebileceğiniz yüzlerce kafatası, İnkalı cerrahlarca açılmış, tedavi amacıyla altın ve gümüş tabakalar yerleştirilip tekrar kapatılmıştır. Mayalar ise astronomi konusunda ilerideydiler. Zamanı ve mekanı şaşırtıcı bir kesinlikle ölçmeyi becermişler ve tarihte sıfırın değerini bulan ilk uygarlık olmuşlardır. Azteklerin sulama kanalları ve yapma adacıkları, altından olmadıkları halde Herman Cortés’in hayranlığını kazanmıştı.”
Eduardo Galeano tek tek verdiği örneklerle her ülkenin madeniyle, muz, kakao, kauçuk, baharat, şeker gibi zenginlikleriyle nasıl sömürüldüğünü ve kendi toprağının kölesi haline gelişini anlatır. “Bu yerlinin dedesi kimseye ait olmayan verimli ovaların toprağını istediği gibi işlerdi. Ama torun, kurak dağların toprağını işleyebilme hakkını elde etmek için ücretsiz çalışmak zorunda.”
SÖMÜRGE DÖNEMİNDE DOĞAN TOPRAK YEME ALIŞKANLIĞI
Galeano toprak yeme alışkanlığının sömürge döneminden geldiğini aktarıyor. “Demir eksikliği kansızlığa yol açar. Sadece manyok hamuru ve fasulyeyle beslenen, bayram günleri de bir parçacık kurutulmuş et yiyebilen kuzey doğulu çocuklar, besinlerinde bulamadıkları mineral tuzları toprakta ararlar. Eskiden bu ‘Afrika illeti’ yüzünden çocukları ya ağızlarını bağlayarak ya da hasır sepetlerin içine koyup yüksek ağaçlara asarak cezalandırırlardı.”
“MUTLU AZINLIĞIN DOYMASI İÇİN YIĞINLARIN AÇLIKTAN ÖLMESİ GEREKİR”
Bugün pek çok kişinin sağlıklı beslenmek için uzak durduğu şeker o dönem için bir hazine niteliğindedir. Günümüzde üretilen şekerin, doğal olmaması tartışmasını bir kenara bırakarak bu bilgiyi aktarıyorum. Kristof Kolomb ikinci yolculuğundan dönerken Kanarya Adaları’ndan şeker kamışını getirir. O dönem şeker; altın fiyatındadır. Kraliçelerin çeyizlerinde yer alır ve eczanelerde gramla satılır. Bu besinin üretimi ve ekimi için Afrika’dan sayısız köle getirilir, ormanlar yok edilir. Toprağın humusu ve doğal verimliliği akıl almaz bir hızla tükenir. Eduardo Galeano’nun dediği gibi “Mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerekir.”
Bitmek bilmeyen hırs, kar bugün et üreticilerinin Amazon ormanlarını yok etmesinde de görülüyor. Doymak bilmeyen kapitalizm hep kazanmak için doğayı karşısına almaya devam ediyor ancak bağıra bağıra gelen ve artık daha fazla yüzleştiğimiz iklim krizi gerçeği, buğday üretiminin azalması, gıda kıtlığı, salgınlar yeni dünyanın hızla yok oluşa sürüklendiğinin kanıtları. Bilim insanları yıllardır uyarılarda bulunmasına rağmen devletler siyasi irade gösterip iklim için gerekli adımları atmaktan maalesef hala uzaktalar.
Galeona kitabında önemli bir ayrıntıya daha yer veriyor: Astronatlar aya ilk kez ayak bastıktan sonra, Temmuz 1969’ta, Werner von Braun ABD’nin belirli bir amaçla uzayda bir merkez kurmayı tasarladığını açıklıyordu. “Bu eşsiz gözleme platformlarından bütün dünyayı inceleyeceğiz. Bilinmeyen petrol kuyularını, bakır ve çinko madenlerini…” Hikaye tanıdık geliyor değil mi? Maden açmak için yok edilen doğa, toprakları için mücadele eden köylüler…
‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’ kitabını okurken yüzyıllardır ormanların nasıl savanalara dönüştüğünü, adına gelişmiş denen ülkelerin toprağı, canlı türlerini nasıl yok ettiğini de gördüm. Aslına bakarsanız bugün yaşadığımız doğal felaketler ülkelerin doğal zenginliğinin yok edilmesi, kendi topraklarımızda yetişmeyen ürünleri tüketerek, sessiz kalmaya devam ederek tükenecek. Ancak bir farkla. Sessizce değil, belki de bizleri yerlerimizden, yurtlarımızdan ederek. Eduardo Galeona’nın kült yapıtı dünü ve bugünü anlayabilmemiz için rehber niteliğinde.
Eduardo Galeano’nun nezdinde yoksulların, kimsesizlerin, ezilen halkların sesi olan tüm aydınları, yazarları, gazetecileri saygıyla anıyoruz.
ÇOK SATANLAR LİSTESİ
Haftanın çok satanlar listesini D&R, idefix, hepsiburada, Remzi Kitabevi, Penguen Kitabevi, BKM Kitap ve Amazon Türkiye listelerinden yola çıkarak derledik.
1. Hayat Kaybettiğin Yerden Başlar, Miraç Çağrı Aktaş
2. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli
3. Kayıp Tanrılar Ülkesi, Ahmet Ümit
4. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer
5. 30 Günde 10 Yıl, Yavuz Yörükoğlu
HAFTANIN KİTAPLARI
KADINLAR
Eduardo Galeano
Sel Yayıncılık
Farklı coğrafyalardan, ahir zamanlardan, yakın geçmişten, her yaştan, her sınıftan kadınlar… Engizisyona, kiliseye, senatoya, sömürgecilere, faşizme direnen kadınlar Eduardo Galeano’nun kalemiyle yeniden canlanıyor.
HİKÂYE AVCISI
Eduardo Galeano
Sel Yayıncılık
Galeano eşitsizliği, şiddeti, adaletsizliği yazarak dünya halklarının direniş belleğini oluşturuyor. Vasiyet niteliği taşıyan ‘Hikaye Avcısı’ kitabında sömürücülerle diktatörlerin ahlaksızlığını gözler önüne seriyor.
HOMEROS
Azra Erhat
İş Bankası Yayınları
Geçtiğimiz hafta Azra Erhat’ın ölüm yıldönümüydü. Kitap sayfamızda daha önce kendisinin Mavi Anadolu kitabına yer vermiştik. Bu hafta Erhat’ı Homeros kitabıyla anıyoruz. Erhat, Homeros’un yaşadığı ve destanlarının da geçtiği Troya’yı adım adım geziyor, geçmişten günümüze uzun bir köprü kuruyor. Yüzyıllardır sorulan ‘Homeros kimdir? Nerelidir? Gerçekten yaşamış mıdır?’ gibi soruların yanıtlarının Anadolu topraklarında saklı olduğunu belirtiyor.
SON FASIL
Nedim Gürsel
Doğan Kitap
Nedim Gürsel, ‘Son Fasıl’ isimli kitabında Rilke, Van Gogh, Leonardo da Vinci, Rubens, Tolstoy, Sartre, Semprun, Nazım Hikmet gibi ustaların eserlerini etkileyen kentleri ve coğrafyalarını anlatıyor. Okuyucu ayrıca bu büyük ustaların son yıllarına tanıklık ediyor.
MERAKLI KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?
ŞEKER PORTAKALI
José Mauro De Vasconcelos
Can Yayınları
‘Şeker Portakalı’ Brezilyalı yazar José Mauro de Vasconcelos’un yazdığı klasikleşmiş bir çocuk kitabıdır. Kitabı okuyanlar kahramanımız Zezé’yi hatırlayacaktır. José Mauro de Vasconcelos romanı on iki günde yazdığını ama onu yirmi yıldan fazla yüreğinde taşıdığını belirtiyor. Zezé’nin çocukluğunun anlatıldığı ‘Şeker Portakalı’ kitabı ‘Güneşi Uyandıralım’ ve ‘Delifişek’ kitaplarıyla devam eder.
HAYALPEREST
Pam Munoz Ryan ve Peter Sis
Yabancı Yayınevi
Bu hafta kitap sayfasında Galeano’ya yer vermişken çocuklar için de daha önce yayınladığımız, kitap kurtlarının mutlaka okumasını önerdiğimiz ‘Hayalperest’ kitabını anımsatmak istedik. Şilili yazar Pablo Neruda’nın çocukluğu üzerine yazılmış, yalın, şiirsel bir kitap.
PİGMELER ORMANI
Isabel Allende
Can Çocuk
Şilili yazar Isabel Allende’nin kaleme aldığı ‘Pigmeler Ormanı’ Afrika’nın Ekvator Bölgesi’nde bir ormanın derinliklerinde yaşayan Pigme kabilesinin başına gelenleri anlatır. Hayvan türlerinin yok edildiği, iki misyonerin kaybolduğu, korkunun egemen olduğu bölgeye kimse girmeye cesaret edemez. Allende ‘Kartal ile Panter’in’ serüvenlerini anlattığı üçlemenin son kitabında minik okurları bir kez daha büyülü ve gizemli bir dünyaya götürüyor.