Eda Yılmayan
Milano’da Sofranın Hikayesi
Tüm aileyi bir araya getiren kalabalık sofralar, yerde sini üzerinde yenen yemekler, herkesin kaşık daldırdığı yer sofraları, okul yemekhanelerindeki veya iş yerlerindeki tabldotlar, ofiste ekran karşısında hızlıca yenilen yemekler… Yemek sadece yemek midir? Yenilen yiyeceklerin yanı sıra nerede, nasıl ve kimlerle yendiği neyi anlatır? Çatal, kaşık ve bıçağın yerinin, sofranın düzeninin bir anlamı var mı? Yemeğe önce kimin başladığından tutun da ziyafet sofralarına, fabrikalarda, madenlerde bölüşülen yiyeceklere kadar kurulan sofralar bize neyi anlatır? Sofranın simgesel bir anlamı olabilir mi? Tüm bunları yeniden düşünmemi sağlayan Milano’da bulunan Leonardo Da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde ziyaret ettiğim bir sergi oldu.
Tutti A Tavola (Herkes Sofrada) isimli sergide hem değişen mutfak araçları, ocaklar, sanayi tipi dondurucular, vb. sergileniyor hem de yemek kültürüne ilişkin ayrıntılar yer alıyor. Ancak asıl dikkatimi çeken serginin girişinde büyük dikdörtgen bir sofra görünümünde tasarlanan video art projesi oldu. Aristokrat bir ailenin sofrasıyla başlayan, şamdanlarla süslü, çatal ve kaşıkların yan yana dizili olduğu, her yemeğin sırayla servis edildiği sofranın görüntüsünün ardından fabrikada çalışan işçilerin sofrasını, ekmeğin bölüşüldüğü sadece tek çeşit yemeğin olduğu bir masayı izliyoruz. Bir başka sofra; annenin yemeği paylaştırdığı bir aile masası. Peşinden bir anaokulun yemekhanesine gidiyoruz ve hemen onun ardından da bir ofise. Bilgisayar ekranı karşısında yenilen bir öğle yemeğini izliyoruz. Önce babanın ilk kaşığı aldığı sofralardan tutun da asker karavanalarına kadar türlü çeşit sofranın her biri ayrı anlamlar barındırıyor.
İşte tüm bunlar bana daha önce Siyaset Bilimci Artun Ünsal’ın yazdığı Everest Yayınları’ndan çıkan ‘İktidarların Sofrası’ kitabını anımsattı. Ünsal yemek ve siyasetin simgesel bağlantısını incelediği kitabında; Roma Uygarlığı’ndan Orta Asya Türkleri’ne, Moğollar’dan Osmanlı Devleti’ne, Aztekler, İnkalar, Mısır, Çin ve Hindistan’a uzanan pek çok farklı coğrafya ve kültürü inceliyor. Saray ziyafetleri, ritüeller, kurban törenleri, hükümdar sofraları… Simgesel anlamlarla yüklü sofralar… Hiç şüphesiz yemek insanın en başat ihtiyacı. Ancak bunun yanı sıra yemeğin tarihinin sosyal ilişkilerin de tarihi olduğunu söyleyebiliriz. Ünsal kitabında “Yiyecek üretim ve paylaşma süreçleri, birey ve grupların aidiyet, birlik ve dayanışmasını güçlendirdiği kadar, hemen her toplumda, sosyal tabakalaşma, farklılık ve ayrıcalıkların oluşma ve yerleşmesinde önemli bir rol oynamıştır” (1) diyor. Dolayısıyla yemeğin bir anlam taşıyıcısı olduğunu söylemek mümkün.
“İNSANLARI BESLEYECEKSİN Kİ TARAFTARIN OLACAK!”
Artun Hoca’ya söyleşimiz sırasında yemeğin siyasetle, iktidarla nasıl bir ilişkisi olduğunu ve ne tür simgesel öğeler içerdiğini sorduğumda şu yanıtı almıştım: Bunun iki boyutu var. Birincisi Türk deyişiyle “Besle askerin olsun”, “Ağalık vermekle yiğitlik ölmekle”. Yani insanları besleyeceksiniz ki taraftarlarınız olacak, sizin için askerlik yapacak, sizi koruyacak. Siz de onu ekmekle ödüllendireceksiniz. Ekmek tamamen simgesel. Bu bir bağlılık. Siyasal iktidarlar gıda ile siyaset yaptılar. İktidarlarının meşruluğunu yeniden üretmenin vasıtası olarak ziyafetler verdiler. Bu ziyafetlerde sadece yemek yenmiyor, at, silah hediye ediliyor. İranlıların yaptığı gibi büyük Kyros’un sofrasında eyaletler, valilik hediye ediliyor. Sofranın iletişimsel bir dili var. Sofrada nerede ve kiminle yiyorsun? “Ye kürküm ye” demiş Nasreddin Hoca. Orta Asya’da ziyafette hangi çadırdaysanız, kağanın sağında mı solunda mısınız, ikram edilen paylar hiyerarşideki yerinizi belirliyor.
Milano’daki sergide yer alan bu video art çalışmasında da peş peşe yayımlanan farklı masalar sofranın sınıfsallığını ortaya koyuyor. Yenilen yiyeceklerden de tutun da yemeğe önce kimin başlayacağı, sofrada masa örtüsü olup olmadığı ya da sofranın şekli bile iktidar ilişkileri anlamında bize fikir verebilir. Örneğin dikdörtgen ya da kare bir masanın belirli bir hiyerarşiyi temsil ettiğini düşünebiliriz. Yuvarlak masa ise daha demokratik bir oturma düzeni sunabilir.
SÜLÜNLÜ HÜKÜMDAR SOFRASI
Yemeğin simgesel anlamları olduğundan söz etmiştim. Ünsal bunu kitabında çarpıcı bir örnekle açıklıyor. Örneğin yırtıcı bir kuş için avı; tarla faresi, tavşan, serçe, sülün ya da keklik olsun fark etmez, hepsi birer besin kaynağıdır. Oysa sülün, keklik bir hükümdarın ya da zenginin sofrasında, besleyici üstelik lezzetli av kuşları olmaktan çıkarak, bir statü simgesine, sosyal bir mesaj taşıyan değerli bir kültür nesnesine dönüşür. Örneğin eskilerin hatırlayacağı belki yeni kuşağın duymadığı “memur kahvesi”, “esnaf çayı” gibi ifade biçimleri vardır. Özellikle esnaf çayı ifadesine hâlâ rastlayabilirsiniz. Göstergebilimin kurucusu Roland Barthes’a göre yemek dışarıya verilen bir işarettir. Yani sadece özneleri veya fikirleri değil, durumları da açıklar. O nedenle esnaf çayı, memur kahvesi gibi nitelendirmeler kişilerin toplumsal statülerini de imgeler. Yemek, siyaset, artığın nasıl bölüşüldüğü, farklı toplumlarda yemeğin simgesel anlamını ve sınıfsallığını okumak isteyenler için Artun Ünsal’ın kitabı kapsamlı bir kaynak. Daha önce kendisiyle yaptığım söyleşinin linkini ve Youtube yayınımızı da paylaşıyorum.
Son olarak her ne kadar Milano denilince akla ilk moda gelse de İtalya’nın meşhur operası La Scala, farklı bölgelerde bulunan Leonardo Da Vinci müzeleri, tarihi binaları, üniversiteleriyle şehir bir kültür ve sanat başkenti. Yolunuz buraya düşerse Leonardo Da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririm.
1 Ünsal, Artun (2020) “İktidarların Sofrası”, İstanbul: Everest Yayınları
*************************