Eda Yılmayan
Homeros'un sinematografik dili
Homeros’un ölümsüz dizelerine hayat veren Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Profesörü Erman Gören, “Homeros’un orijinal dilindeki kendi sesiyle karşılaşınca aktüel bir kameranın gezinmesi gibi Ilias’ta modern sinemacılara taş çıkartacak sinemotografik bir anlatımı keşfettim” diyor.
Homeros’un İzmirli mi ya da Hellen mi olduğu tartışılır durur. Kimileri için Homeros bu topraklardan, “bizden biridir” kimileri içinse batının dayandığı Hellen kültünün bir parçası.
İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erman Gören Homeros’tan çevirdiği Ilias eserinde (Azra Erhat ve A. Kadir’in çevirisinde İlyada olarak geçer) tüm bu yargılardan, her iki tarafın da kendine yontmaya çalıştığı tutumdan uzak kalarak bir çeviri yaptığını belirtiyor. Kitabın giriş yazısındaki ifadesiyle “Gerek dil özellikleri gerek anlattığı hikâye gerekse dini, mitolojik irtibatıyla Homeros Ege Havzası’nı birer akarsu gibi sulayan sayısız Akdeniz kültüründen beslenerek serpilen bir destan geleneğini ifade etmektedir.” Dolayısıyla Gören Homerosçu mısraların tek bir kültürün parçası olmadığını, ortak kültürel mirasımızın bir sonucu olduğunu vurguluyor.
Yaptığı çevirinin ağırlığı ve sorumluluğuyla üç yıl Homeros’un mısralarıyla yaşayan ve okura onun sesini duyuran Gören şimdi de Odysseia çevirisi için çalışıyor. Konu paylaşılamayan ve hâlâ tartışılan Homeros olunca Erman Gören’la konuşmak şart oldu.
Homeros’un nerede, ne zaman yaşadığı ya da gerçekten böyle birinin olup olmadığına ilişkin tartışmalar var. Fikir birliğine varılamamasının nedeni nedir?
Homeros’la ilgili günümüze ulaşan tanıklıklar büyük ölçüde kulaktan kulağa yayılan bilgileri derleyen Klasik ve sonrası dönemdeki müelliflerin eserlerinde yer alıyor. Her ne kadar erken tanıklıklar Ionia yöresindeki Khios (Sakız) ve Smyrna (İzmir) ihtimallerini daha ziyade dile getirse de nihayetinde Homeros’la hemşeri olmanın cazibesi pek çok yeni iddianın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Yunan dünyasının ilk büyük metni olarak Homeros destanlarının “Hellen” başlığında toplanan millet bilincini oluşturmaya büyük ölçüde hizmet etmiş olmasıdır. Gerek geleneğin aktardığı “terbiye” (paideia) biçimlerinin gerek asilzâdelere saygınlık kazandıran zihni tutumun gerekse toplumda genel olarak başarılı sayılan kahramanvari eylemlerin dayanağı olması itibariyle başından itibaren Homeros’un mısraları Kadim Yunan insanı tarafından ana kaynak kabul edilmiştir. Neticede MÖ 750’lerden itibaren kolonizasyon hareketiyle bütün Akdeniz havzasına yayılan Hellenler’in bu ata-şaire sahip çıkıp Homeros’un kimliğini bulandırması çok beklenmedik bir durum sayılmaz. Bu sahipleniş Roma İmparatorluk Dönemi’nde Roma vatandaşı olarak yaşayan Hellen soylu kişilerde dahi devam etmiştir.
Antikçağ boyunca okur yazarlık Homeros’u okuyabilmeyi öğrenmek anlamına geliyor. Bunu açar mısınız? Homeros bir başlangıç noktası olarak mı kabul ediliyor?
Her ne kadar bizim anladığımız anlamda müesses bir okul düzeni olmasa da özellikle MÖ 5. yüzyıldan itibaren Klasik Atina’da asilzâdelerin çocukları “lala” (paidagōgos) olarak nitelenebilecek maharetli köleler tarafından çeşitli konularda eğitiliyordu. Bu konuların başında dili yetkin bir şekilde öğrenmek ve edebi okur yazarlık da vardı. Homeros sadece büyük ölçüde dile yoğunlaşan bu derslerin değil, kahramanın yetkin olduğu çeşitli konuların öğretilmesinde de ana ilham kaynaklarından biriydi. Asilzâde bir çocuk mızrak atmasını, kalkan kullanmasını, yay çekmesini, kithara çalmasını, şarkı söylemesini hatta yerli yerince raks etmesini Homeros’un anlattığı kahramanları timsal kabul ederek öğrenirdi. Keza savaş esiri olarak Hellen kentlerine gelen “lala”ların kısıtlı sayısı yüzünden, bir şekilde eğitim almak isteyen sonradan zenginleşen sınıflar Klasik Çağ’da sofistler sayesinde özellikle dil ve belagat konusunda kendilerini geliştirirken, ana kaynak yine Homeros’un mısraları oldu. Gerek Gorgias’ın gerek Isokrates’in Helene’ye Övgü’leri belagatin ana damarının hem biçimleri hem içerikleri itibariyle Homeros’un mısralarından çıktığını belgeliyordu. Dolayısıyla sadece okur yazarlık açısından değil, Klasik Çağ’da etik ve estetik açıdan bir Hellen bakış açısından söz ediyorsak Homeros’un bu bakış açısının ana hatlarının belirlenmesinde önemli bir rolü vardı.
Kitabınızın giriş kısmında çevirinin üç seneye yayıldığını okudum. “Neredeyse Homeros’un mısralarıyla birlikte yaşamayı gerektirdi” diyorsunuz. Homeros’un mısralarıyla yaşamak nasıl bir duyguydu?
Homeros devasa bir ritüeller ve duygulanımlar albümü gibi benim için. Bunun için aynı ritüel anları ve duygulanımların coşkunluğunun geçtiği mısraları bazen sıra gözetmeksizin beraber çevirmek istedim. Örneğin Khryses’in kızı yüzünden Agamemnon’a ve Akhaiolar’a ettiği beddua bütün dua sahneleriyle birlikte içime işledi. Bu kadar kadim duygulanımlarla temas kurmak güncel hayatın hay huyundan kaçabildiğim yalnız zamanlarda hakiki bir edebi yaşantı sağladı bana. Zeus kültünün kendine has dua davranışlarına yabancılaştığım kadar, duanın modern çağdaki özüne de dalıp düşündüğüm zamanlar oldu. Şüphesiz modern hayatın içinde bu hakiki edebi yaşantıya ara verip hayat gailesi içine dönmek zorunda kaldım, yine de Homeros distopik pandemi zamanlarında gönül ferahlığıyla sığınacağım bir sığınağa dönüştü.
“DİLİ İNCELİKLİ KULLANMAK ZORUNDA KALDIM”
“Homeros etkileyici ve görkemli bir şekilde akan ancak çağlayışı yeknesak bir uğultu gibi duyulan devasa bir nehir gibidir” diye yazıyorsunuz. Öyleyse Homeros’u çevirmenin zorlukları nedir?
Orijinal dilinde okurken zahmetsizce akıyormuş gibi yansıttığı kolaylığa rağmen, Homeros başka bir dile aktarılırken pek çok zorluğu çevirmeninin sırtına yüklüyor. Farklı mecralarda bu soruya verdiğim çeşitli cevaplar oldu, özellikle Homeros’un kelime haznesinin arkaik tınısını yansıtmak üzere dili ziyadesiyle incelikli kullanmak zorunda kaldığımı söyleyebilirim. Öte yandan başvurduğu kelime oyunlarını başka bir dile aktarmak neredeyse imkânsız hale geldi. Böyle durumlarda hiç değilse bir iç kafiyeyle kelime oyunu yapılan unsurları birbirine bağlamak en temel zorluklardan biriydi. Homeros’un dili kendine has sentetik lehçe özellikleriyle Klasik Dönem’de yaşayan bir Hellen için bile yabancılanacak özellikler taşıyordu ve öğretimle edinilen belirli bir aşinalık sayesinde içine nüfuz etmeleri mümkün oluyordu. Bu nedenle Homeros’un ve pek çok Hellen şairinin kullandığı dile Alman filologlar Kunstsprache yani “sanat dili” ya da “sanatlı dil” demişlerdir. Homeros’un mısraları belirli bir Hellen lehçesinin kurallarına riayet ederek değil, farklı özelliklerin oluşturduğu ortak bir dille yazılmıştı. Kendi mesleğimin temel doğruluk ölçütlerini ihlal etmeden akıcı bir şiir çevirisi elde etmek oldukça zorlu bir görev oldu. Şüphesiz Türkçe yazılmış bir metin gibi şiir çevirmek meziyet sayılabilir, ancak Homeros gibi bir şiir devinin üslubunu yansıtmak, başvurulan kelime inceliklerini muhafaza etmeye gayret etmek benim asıl önceliğim oldu. Bu nedenle okur kimi zaman ibareleri yadırgayabilir, ama Homeros’un köklerine erişmek adına bu yadırgatıcı tonun yabancılaştırıcı etkisiyle yüzleşmenin kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Kitap boyunca İlyada yerine Ilias adını kullanacağınızı ifade ediyorsunuz. Neden?
Türkçedeki İlyada başlığı, Batı dillerinin destanın adını uyarlama metodunu temel alan bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. Muhtemelen Ilias’ın el yazmalarının başlık kısmındaki Iliados [Ilias’ın] ibaresi, kelimenin yalın hali göz önüne alınmadan Batı dillerine aktarılmasına neden olmuştur. Nitekim destanın başlığı Fransızcada Iliade, İngilizcede Iliad olarak yerleşmiştir. Bir tek Almanca tercümeler bu eğilimi reddederek Ilias karşılığını kullanmaya devam ediyor. Ahmet Cevat Emre de zamanında İliada başlığını kullanıyor ki kuvvetle muhtemel destanın Modern Yunancadaki başlığını olduğu gibi almış olmalı. İlyada yazımı Türkçede Azra Erhat – A. Kadir çevirisiyle yerleşik hale gelmiştir. Mensubu olduğum Klasik Filoloji disiplini hep Ilias başlığını kullanmaya devam etti ki anlamı “Ilios’a dair” demektir. Troia şehrinin adı Homeros’ta hemen her zaman “Ilios” sadece bir mısrada “Ilion” olarak geçer. Klasik dönemde Ilion ismi daha yaygın hale gelmiş ve böyle standartlaşmıştır. Dolayısıyla bizim aşina olduğumuz Doğu destan geleneklerini temel alırsak, Ilias’a yerinde bir şekilde Iliosnâme ya da Ilionnâme diyebiliriz ve bu yaklaşımı doğru kabul edersek Odysseia da tam olarak bir Odysseusnâme olarak değerlendirilebilir.
“DAHA ÖNCEKİ ÇEVİRİDE UYARLAMACI BİR YAKLAŞIM VAR”
Azra Erhat ve A. Kadir’in çevirisinden sizin çeviriniz arasındaki temel farklılıklar nedir?
Çevirim özelinde bana en çok sorulan sorulardan biri doğal olarak bu oldu. Şüphesiz ben de Homeros’u az önce bahsettiğim onlu yaşlarımda Azra Erhat ile A. Kadir’in çevirisinden okumuştum. Ancak ilerleyen zamanda bir klasik diller uzmanı olarak metni daha yakından tanıdıkça, Erhat-Kadir’in çeviride daha ziyade uyarlamacı bir yaklaşım sergilediğini, kimi epitetleri muhtemelen mısra ahengini bozduğu gerekçesiyle attıklarını, farklı epitetleri aynı şekilde çevirmekte engel görmediklerini, kimi temel kavramları birbirlerinin yerine kullandıklarını fark ettim. Bu biraz da kendi dönemlerindeki yeni çeviri hareketleriyle bağlantılıydı. Nurullah Ataç çevirinin hedef dilde yazılmış gibi olmasını amaç edinirken, aynı dönemde benim meslek babalarım olan Halil Demircioğlu ve Suat Sinanoğlu gibi klasik diller ve tarihleri alanındaki profesörler metnin üslubunu da yansıtan bir doğruluğu daha ön plana koyuyorlardı. Buradaki doğruluğun içinde çevirinin tarihi hakikatlerle örtüşmesi konusu da vardı.
“HOMEROS’UN SESİNİ KISMAMAK İÇİN GAYRET GÖSTERDİM”
Bazı analojiler çeviri açısından etkili bağlantılar kuruyor gibi gözükse de bir klasikçi açısından sadece görünüşteki benzerliğe dayanan bir analoji kurmak mümkün değildir. Örneğin Suat Sinanoğlu Ahmet Cevat Emre’nin Odysseia çevirisine yönelik yazdığı bir eleştiride özellikle Homeros’ta geçen Kyklōps gibi figürleri Dede Korkut’taki Tepegöz’le çevirdiği gerekçesiyle “meçhulü meçhülle açıklamak” ifadesiyle eleştiriyordu. Anadolu’dan bildiğimiz diğer destan geleneklerini Homeros’u Türkçe konuşan okura daha aşina kılmak için kullanmak tam da böyle “meçhulü meçhülle açıklamak” gibi bir tutum oldu. Doğrusu buna benzer yaklaşımlara Batı dillerine yapılan ilk Homeros çevirilerinde de görürüz. Örneğin İngilizcede Alexander Pope’un 1715’te, Samuel Butler’ın 1898’de yayımladıkları çevirilerde karşılaşılan bir durumdur. Erhat-Kadir bir “Anadolu destanı” tonu yakalamak adına, kimi zaman metinden uzak tercihlerde de bulunmaktan çekinmemişlerdi. Bu tespitlerim Erhat-Kadir çevirisinin kıymetsiz bir çeviri olduğunu göstermiyor. Bilakis bu uyarlamacı üslubun oldukça iyi örneklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Ancak metnin kendine has tonuna, kelimelerinin ifade ettiği tarihi bağlama vâkıf olmak isteyen okur için kimi yanıltıcı yanları olduğunu düşündüğümden bu yeni çeviriye giriştim. Şüphesiz her çeviri gibi benim çevirimin de eksik, hatalı yerleri vardır. Ancak çeviride filolojik doğruluk en öncelikli hedefim olduğundan, mısrada geçen hiçbir kelimeyi atlamamayı, halk kültürümüze ya da divan şiirimize özgü inceliklerle süsleyerek Homeros’un sesini kısmamak için azami gayret gösterdiğimi söyleyebilirim. Çevirmenin nihayetinde bir “yorumcu” gibi davranmak zorunda kaldığı konusunda hemfikirim; ama okurun Homeros gibi bir edebiyat klasiğiyle bütün çıplaklığıyla karşılaşma, kendi anlayışını özgürce geliştirme hakkını da bir o kadar önemsiyorum. Benim Homeros’la ilgili yaklaşımım, yani Ilias’ın orijinal tınısını modern okurun ilk bakışta algıladığı yabancılığını, tuhaflığını, acayipliğini silikleştirmeden aktarabilme eğilimi, Batı dillerindeki çevirmenlerde son 20 yılda hayli göze çarpar hale geldi. Bu çerçevede, Caroline Alexander, Peter Green, Emily Wilson gibi çevirmenlerin de bulunduğu bu ilkeleri takip eden yeni bir eğilimden söz edilebilir. Dolayısıyla Erhat-Kadir çevirisini kendi döneminde kendi mensubu olduğu eğilimler içinde değerlendirmek gerekli kanaatimce, benim çevirimi de öyle.
“FELSEFEYE OLAN MERAKIM BENİ BURAYA GETİRDİ”
Siz Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda öğretim üyesisiniz. Eski Yunan diline ilginiz nasıl başladı?
Onlu yaşlarım edebiyata yönelik zapt edilmez bir okuma arzusunun hâkimiyetinde geçti. Özellikle 19. yüzyıl romanına yönelik tutkulu bir okurdum. Dostoyevski’ye yönelik tutkum teoloji ve felsefe alanında daha derin okumalar yapma isteğimi güçlendirdi. Hayat beni lise yıllarında başka menzillere vardırsa da zaman içinde felsefeye yönelik arzum belirginleşti. Felsefenin köklerine olan ilgim kaçınılmaz bir şekilde beni şu anda bulunduğum yere getirdi.
“ILIAS’TA SİNEMATOGRAFİK BİR ANLATIM VAR”
İlyada ve Odysseia’yı ilk ne zaman okudunuz? Ve okuduğunuzda neler hissettiniz?
Yanılmıyorsam 14 ya da 15 yaşlarındaydım. Balzac’lar, Flaubert’ler, Dostoyevski’ler, Çehov’lar arasında belirli bir yönlendirmeden dolayı değil, bütünüyle tesadüfen karşılaşmıştım Homeros’la. Şüphesiz o dönemde Yunan alfabesini dahi bilmiyordum. Homeros’la ilk karşılaşmaların –her ne kadar bazı kalıp davranışlarımız olsa da– hep eşsiz olduğunu düşünürüm. O zamanlardaki ruh halim ve edebi eserlerde beni heyecanlandıran unsurlardan dolayı Odysseia’nın romanvari kurgusu beni büyülemişti, Ilias’ın içine nüfuz etmekte hayli zorlanmıştım. Ancak Erhat-Kadir çevirisinde çevirmenlerin çağına has yerelleştirmeleri yüzünden Homeros’un kendine has tınısı yerine folklorik ve çok güncel bir ses duyar gibi oldum. Bu sesi o zamanlar ne kadar tanımlayabildiğimi bilmiyorum, yadırgadığımı da söyleyemem, bilakis benimsemiştim, ancak Homeros’u orijinal dilinden okuyabilecek kadar Klasik Yunanca öğrendikten sonra bu tanımı daha yerli yerince yapabildiğimi söyleyebilirim. Ayrıca Homeros’un orijinal dilindeki kendi sesiyle karşılaşınca aktüel bir kameranın gezinmesi gibi Ilias’ta modern sinemacılara taş çıkartacak sinemotografik bir anlatımı keşfettim. İtiraf edeyim ki bugün Ilias’ın yarattığı müthiş destansı hissiyatı Odysseia’nın akıcı romanvariliğine tercih ederim.
Peki Homeros’u çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Bu bir karar değil de kaderdi sanırım. Neredeyse 20 yıldır Arkaik Yunan Şiiri üzerine çalışıyorum. Çalışmalarımın içinde Homeros’un mısralarını çok defa çevirdim. Homeros’u çevirmek konusu dost meclislerimde geçtiğinde bu devasa işe kalkışmanın çok zor olacağını defalarca ifade ettim. Sanırım insan kaçtığına yakalanıyor. Bunca sene Homeros’un ocağında çalışıp onun mısralarını doğrudan çalışmayı ertelememe rağmen, 2020 yılında Klasik Düşünce Okulu’nda videoları açık erişimli yayımlanan bir seminer dizisine başladım. Her hafta devam ettiğim bu seminer dizisi başta kabataslak bir hesapla öngördüğüm 40 seminerde sonlanamadı, nihayetinde her biri 90 dakikalık bir seminerden oluşan bu diziyi 65. seminerle 2022 yılının aralık ayında tamamlayabildim. Bu seminere daha başlarken Homeros’u Yunancadan okurken kendi duyduğum sesi dinleyenlere bir nebze de olsa duyurmak istemiştim. Bu nedenle kaderime razı gelip seminerleri kendi çevirimi kullanarak yapmaya karar verdim. Seminerler bittiğinde çeviri bitmişti, 300 sayfayı bulan telif kısımları kaleme almam tabii ki biraz zamanımı aldı ve nihayetinde kitap bu yılın mayıs ayında okuruyla buluştu.