Mehmet Şandır

Mehmet Şandır

DEPREM VE SONRASI

“Cadı avı” başladı; depreme sorumlu/suçlu aranıyor.

Evet, ortada devasa bir suç var, bir cinayet var; binlerce insanımızı depremde kaybettik. Sorumlu kim? Suçlu ayağa kalksın! Eli temiz olan ilk taşı atabilir!

Üçbeş belediye görevlisini, birkaç müteahhidi suçlayarak vicdanlarımızı rahatlatabilir miyiz? Kuralları koyan, sonra da bunları değiştirerek birilerinin çıkar elde etmesini sağlayan siyasetçileri/yöneticileri, siyasetçileri besleyen toplumu hatta kanunları ihlal etmesi için siyasete baskı kuran her birimizin sorumluluğunu yok sayarak kendimizi aldatmanın, sorumlu ve suçlu aramanın kolaycılığından kurtulmanın zamanı gelmedi mi?

Zaman, muhakeme, muhasebe yapmanın ve bir karar vermenin zamanı; bir zihniyet değişimi ve dönüşümü yapmaya cesaret göstermek zorundayız; kendimizi aldatmaya dayalı bir ahlak bunalımı içinde sona geldik, toprağın altında kaldık, duvara dayandık; ne duvar ileri gidiyor ne de biz bu yalan dünyayı daha fazla devam ettirebiliriz.

Köklerinden/kültürel değerlerinden kopmuş toplumsal hayatımızı/ortak günahlarımızı deprem felaketinin kor ateşinde örs üzerinde çekiçlerle dövmeye niyet etmeliyiz. Doğru bildiğimiz ve içinde bocaladığımız bu zihniyet dünyasını artık değiştirmeli ve dönüştürmeliyiz. Sorumluluk sorgulamasına kendimizden başlamalıyız!

Hatırlayalım; deprem ile gelen felaketi en ağır haliyle yaşadık.

6 Şubat sabahı birçok vatandaşımız akşam yattığı sıcak yataklarından sabah kalkamadı; tonlarca enkazın altında kaldı; yuvaları mezarları oldu, bir çok eve ateş düştü, yüreklerimiz yandı. Aslında halkıyla, devletiyle tüm Türkiye yandı.

Bildiğimiz, daha önce yaşadığımız, televizyonlarda seyrettiğimiz depremlere hiç benzemeyen ve hiç öngürülemeyen büyüklükte bir yıkım yaşadık. Aynı gün aynı büyüklükte iki yıkıcı depremin üzerine günlerce süren hatta 1,5 yıl süreceği iddia edilen binlerce artçı depremi adeta bir deprem fırtınası şeklinde yaşıyoruz, deprem tsunamisine tutulduk. Allah beterinden korusun.

Bu büyük felaket karşısında toplumca kendimizden başlayarak bir samimi sorgulama yapmayacak mıyız? Yine birilerini suçlayarak/nutuk atarak ahkam kesmeye devam mı edeceğiz?

Allah, Devletimize, Milletimize zeval vermesin; Güzellikler de yaşıyoruz.

Devletimiz, milletimiz hatta insanlık ailesi, bu felaket karşısında olağanüstü bir feragat, fedakarlık, yardımlaşma ve dayanışma örneği ortaya koydu, koymaya devam ediyor; Yurt içinde birçok kurum, sivil toplum kuruluşu, dernekler ve hemen herkes bu felaketin yaralarını sarabilmek için kampanyalar düzenliyor; yardım topluyorlar. Yurt dışından onlarca devlet, kuruluş ve sporcu, sanatçı bir çok insan Türkiye’nin bu zor gününde maddi kaynak oluşturmaya çalışıyor. BM, NATO, ve AB önümüzdeki günlerde bir “Bağış Konferansı” düzenleyeceği haberleri basında yer alıyor. Deprem sonrasında yaklaşık 100 milyar dolara mal olması beklenen yeniden yapılanmaya kaynak oluşturulmasında bir seferberlik başladı.

Acılar paylaşıldıkça azalırmış; bunu bu depremde daha yakından gördük.

Aslında acılar/felaketler bazen, iyi yönetilirse acıdan çıkar elde etmek yoluna gidilmezse, mesele politik rekabete/çekişmeye, gösterişe malzeme yapılmazsa yıkımdan daha çok yeniden yeni bir yeniden doğuşa, yeni bir başlangıca vesile olabilir.

Kısacası acılar çok değerli bir pozitif enerji kaynağı olabilir. Bunun olabilmesinin şartı samimiyettir, samimi olmaktır. Bu yönde bir duygu iklimi yaratmaktır.

Bu sebeple, deprem sonrası önde görünenlerin özellikle de ülkeyi yönetenlerin yaklaşımları, beyanları, devlet kurumlarının özeleştirisi çarpan etkisi ile yönlendirici ve belirleyici olacaktır. Birilerini suçlamak, yüreği yananların “devlet nerde” feryadını suçlamak ve “sorumlu avına çıkmak” ucuz, faydasız bir yaklaşım olacaktır.

Adalet Bakanı Sayın Bozdağ’ın “kimin kusuru varsa, ihmali varsa hepsi yargıda hesabını verecek. Ucu kime dokunursa dokunsun…” sözleri bu anlamda tam bir ibretliktir.

Ucu sana, iktidarınıza dokunur, Sayın Bakan!

Suçlu mu arıyorsun?

Bak “Reis” işaret ediyor!

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2003 yılı Bingöl depreminde yıkımın sebebi olarak “kırılan ar damarlarının, ahlak hırsızlığının, demokrasiden çalmanın, hukuk kapkaççılığının, siyaset yankesiciliğinin ve kamu yönetimi kalpazanlığının yattığını” ve olayın kader diye geçiştirilemeyeceğini söylemişti, doğru da söylemişti.

1999 Marmara Depremi sonrasında deprem çadırlarında “nerde bu devlet” diye nutuk atmıştı. Bu depremden sonra da “depremin ilk 48 saatinde yaşanan aksaklıklar” olduğunu açıklamıştı.

Tüm bu söylediklerinizi unutarak aynı sözleri söyleyen muhalefet sözcülerine “şerefsizler, ahlaksızlar” diye hakaret etmek hak mı? Yakışıyor mu?

“Hümeze ehli”, size Hutâme’yi hatırlatırım! “Vay halinize”

BENCE
Sayın ülke yöneticileri, sorumlu/suçlu arayışına kendinizden başlayın, toplumu germeyin; acımızı istismar etmeyin!

Esas depremi bundan sonra yaşayacağız;

Önümüzde seçim var, ekonomik kriz var siyasi kaos var!

Gelin, “Gönül Seferberliği” ilan edelim!

Bu son şansınız olacaktır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Şandır Arşivi