Necdet Saraç
Cumhuriyet rüzgara karşı yürüyenlerin eseridir
Resmi açıklamalarda her seferinde reddediliyor olsa da iktidarın milli bayramları önemsizleştirme çabaları bilinen bir gerçeklik. Bu gerçekliğe şimdi de İsrail-Filistin savaşı bahane edilerek Cumhuriyet’in 100. Yıl kutlamalarını önemsizleştirme çabası eklendi. Cumhuriyetin ilanının 100. Yılının kutlanacağı 29 Ekim’den bir gün önceye “Büyük Filistin Mitingi” yapılma kararı bu bakışın ürünüdür.
Doğrudan Cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşmayı göze alamayan “Hilafetçi ve Yeni Osmanlıcı” zihniyet, bu yüzden hep arkadan dolaşıyor, cumhuriyeti ve onun bağlantılı milli bayramları her fırsatta önemsizleştirmeye çalışıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı’yla iç içe gösterme çabasının da zaman zaman Abdülhamit’ten ve Vahdettin’den kahraman yaratmaya çabasının da “koca bir imparatorluğu” batıran Osmanlı Hanedanı’nı allayıp pullamayı ve hep “muhteşem” olarak gösterme çabasının da nedeni bu! Erdoğan bu yüzden, tıpkı Osmanlı Sarayı’nın tarih yazıcıları olan Şehnâmeci’ler ya da Vak’a-Nüvis’ler gibi gerçek tarihin değil, 1923-1938 dönemini bazen “mahkum ederek” bazen de “yok sayarak” kendisi ile başlayan “yeni” tarihin ezberlenmesini istiyor!
Çünkü Cumhuriyet, iktidarın kaynağını gökyüzünden yeryüzüne indirmenin, “tanrı kullanılarak” doğuştun elde edilen imtiyazın, kulun, tebanın ve ümmetin yerine eşitliğin, bireyin, yurttaşın geçmesidir!
Cumhuriyet hurafenin yerine, aklın ve bilimin tesisidir!
Siyasal İslamcı gelenek tam da bu nedenlerle “egemenliğin gökyüzünden yeryüzüne inmesinden”, anayasaya ve meclise “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazılmasından ve “kul-iktidar” ilişkisinin bozulmasından, akıldan, sorgulamadan, bilimden, laiklik ve demokrasiden hep rahatsız olmuştur.
16. Yüzyıldan bu yana bilimde, üretimde, sanat ve kültürde evrensel ölçülerde bir tek önemli hamlesi olmayan Osmanlı övgüsünde, Cumhuriyetin özellikle ilk döneminin yerden yere vurulmasında bu rahatsızlık hep belirleyici olmuştur. Nitekim Cumhuriyet değerlerine ve sembollerine saldırmanın, Atatürk ve CHP düşmanlığında, bilerek ve isteyerek laikliği ve demokrasiyi işletmemenin arka planındaki düşünsel nedenleri buralarda aramak gerekir…
Açık ki, “Yeni Osmanlıcı” zihniyete verilen tavizler adım adım Cumhuriyetin içini boşalttı, siyasal İslamın ideolojik-politik hegomanyasını inşa etti. Cumhuriyetin bütün kurumları el değiştirdi. Yasama, Yürütme ve Yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliğine dönüştü. Meclis işlevini yitirdi.
Laiklik kağıt üzerinde kaldı. Eğitim, bilimsel ve laik olmaktan çıktı.
Kamu kuruluşları özelleştirildi. Ekonomik eşitsizlik arttı. Kamunun bütün olanakları birkaç firmaya ve kişiye teslim edildi.
Ucube bir sistem sonucu Cumhurbaşkanı partili olunca, uygulamalarda ayrımcılık derinleşti! Liyakat bitti, partizanlık belirleyici oldu!
Yurttaşlar ortadan ikiye bölündü!
Sistem değişti, devlet de parti devletine dönüştü…
Türkiye’nin ilerlemesi durdu, Cumhuriyet aydınlanması yarım kaldı!
Ne yapay zekayı, ne biyoteknolojiyi, ne “Sanayi 4.0”ı, ne de “Toplum 5.0”ı konuşabiliyoruz. Aklın ve bilimin devre dışı bırakıldığı, dini referansların belirleyici hale geldiği, devletin parti devletine dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz…
Türkiye ilerlemek bir yana geriliyor…
Hukuk yerine yan yolların öne çıktığı, “siyaset, ticaret ve tarikat” üçgeninin açtığı kanaldan tehditin ve kutuplaşmanın havalarda uçuştuğu bir siyasi ortam yaşanıyor...
Cumhuriyetin 100. yılında gerçek bu!
Bu yüzden tercih yapmak durumundayız:
Ya bu gerçeği görüp bakış açımızı değiştireceğiz ve yüzüncü yılında yeni bir anayasa yeni bir meclis ve demokrasiyle taçlanmış yeni bir cumhuriyet kuracağız ya da “durumu idare etmeye devam ederek” Cumhuriyetten de demokrasiden de iyice uzaklaşacağız!
29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet de dünyadaki tüm önemli siyasi ve kültürel değişimler de “ortalama aklın” değil “aykırı aklın” ürünüdür!
Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’un anahtarını İngilizlere teslim eden hilafetçilere ve mandacılara göre idamı hak ediyordu çünkü teslimiyeti değil aykırı aklı, direnişi ve değişimi temsil ediyordu! Atatürk “aykırı akıl yerine ortalama aklı” tercih etseydi, ne Kurtuluş Savaşı ne de Cumhuriyet olurdu!
İkinci yüzyılda cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak için “aykırı akla” fazlasıyla ihtiyaç var! Çünkü “aykırı akıl” aynı zamanda cüretkar ve kararlı akıldır; devrimcidir, değiştirir ve dönüştürür! Cumhuriyetin ikinci yüzyılı başlarken yarım kalmış Anadolu aydınlanmasını tamamlamak için derlenip, toparlanmak ve bir kez daha rüzgara karşı yürümek gerekir!