Necdet Saraç
İki Türkiye
İki Türkiye var: Bir yanda “her şeyi ben belirlerim, muhalefet yapılacaksa da bunun sınırlarını da ben çizerim, iç cephede yer alacaksan benimle hizalan” diyen ve sesleri her gün biraz daha yükselen Erdoğan-Bahçeli Bloku var, diğer yanda ise “kısık sesle” hak, hukuk, adalet diyen, demokrasi isteyen CHP başta olmak üzere adı konmamış bir “Muhalefet Bloku” var!
31 Mart seçimlerinde hem sayısal hem de psikolojik olarak yenilen ve ilk kez “ikinci” olan İktidar Bloku biraz nefes alınca görünen o ki gündem üstünlüğünü ele geçirdi! Türkiye’nin en temel sorunlarını çözmek bir yana derinleştiren Erdoğan, dünkü grup konuşmasında yaptığı gibi “söylem üstünlüğünü” CHP üzerinden hem de en yüksek tonda yeniden kullanmaya ve muhalefeti kendi istedikleri gündemleri üzerinden tartıştırmak için “CHP faşizmi” diye başlayarak kreşler üzerinden “istismarcılıkla, cehaletle”, teğmenler üzerinden de “disiplinsizlik yapanları kahramanlaştırmakla” rahatça suçluyor!
Öyle bir yere evrildik ki, Bahçeli, “İmralı'yla DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyoruz. Terörsüz bir Türkiye huzurlu müreffeh bir Türkiye demektir. Silah seçenek değil kucaklayıcı siyaset hedefimizdir” derken, Erdoğan da "Silahı gömdüğünüz anda önünüz açılır" diyebiliyor.
Erdoğan ve Bahçeli bir yandan bu genel doğruları telaffuz ederken, Türkiye’nin bilinen en solcu şairlerinden biri olan Ahmet Arif’in şiirini okurken, diğer yandan kayyımlar, gözaltılar ve tutuklamalar devam ediyor, Türkiye’nin birinci partisi CHP Genel Başkanı cezaevindeki Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’le görüşme izni bile alamıyor!
Bahçeli “MHP'ye saldırı ortamı açıyor” diye Halk TV’yi ve basını hedefe koyduğunun ertesi gün RTÜK tarafından HALK TV’ye hem de bir alt yazıdan dolayı üst sınırdan ceza veriliyor ve işin doğrusu Özgür Özel’in "Bugünden itibaren herhangi bir gazetecinin kılına zarar gelirse bunun sorumlusu Milliyetçi Hareket Partidir” demesi havada kalıyor! HALK TV Yönetim Kurulu Başkanı Cafer Mahiroğlu’nun “biz pusu kültüründen gelmiyoruz" açıklaması ise duyulmuyor bile!
Neredeyse her alanda topyekun hücuma geçen iktidar, muhalefetin “kent lokantaları” dışında en başarılı çalışmalarından bir olan kreşleri kapatmak için düğmeye basma cesaretini gösteriyor! Çok açık ki, iktidar muhalefetin başarısı karşısında çok tahammülsüz, İmamoğlu’nun dediği gibi kreşlerin ve kent lokantalarının Kanal İstanbul’u yenmiş olması iktidarın tahammülsüzlüğünü daha da arttırıyor!
İktidarın tahammülsüzlüğü ve herkesi hizalandırma çabası yeni manipülasyon hamlelerini gündeme taşıyor: “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diyen teğmenleri darbeyle yan yana getirmek amacıyla Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler kırk dereden su getirerek "Teğmenlere isnat edilen suç kılıç çatmak değil, kasıtlı organize disiplinsizliktir" diyor, Erdoğan ise “disiplinsizlik yapan teğmenlerin yarın ne yapacaklarını kim bilir” diyebiliyor!
"Tüm askerler Atatürk'ün askeridir! Yemin töreninde bunu haykıran teğmenlerimiz ne kanuna aykırı davranmış ne de disiplinsizlik yapmışlardır. Uyarma cezasının dahi kabulü mümkün değildi” diyerek meydan okuyan Antalya Cumhuriyet Savcısı Mehmet Çağlayan ise neredeyse sessiz sedasız görevden alınıyor!
Bütün bunların yanında dini kullanma ve istismar etmek ise işin tuzu biberi!
22 yıldır ülkeyi tek başına yöneten Erdoğan halen aynı dini demagojiye sarılıyor ve “Aile ile birlikte dini değerlerimizi, dindarları da hedef alıyorlar, bütün dindarlara hakaret ediliyor, dindarlar ve dini değerler yıpratılıyor, sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cübbeli vatandaşlarımıza ahlaksızca saldırılıyor” diyor!
HAVUÇSUZ SOPA DÖNEMİ
Bahçeli ve Erdoğan’ın grup toplantılarında yaptıkları açıklamalar gösterdi ki, iktidar blokunda hem bir mutabakat, hem de üzerinde çalışılmış yeni bir strateji var.
İktidar “havuçsuz bir sopa dönemini” başlatmış durumda. Siyasal iktidarı elinde tutan Erdoğan-Bahçeli bir taşla birkaç vurmayı planlıyor: Ekonomik krizi tartıştırmak yerine, kayyımlarla, hukuksuz hamlelerle, teğmenler ve kreş tartışmalarıyla muhalefeti sürekli olarak savunma pozisyonuna sokarken, bir yandan Öcalan’la görüşmeyi ısrarla gündemde tutarken, diğer yandan da geniş kitleleri “CHP-DEM-PKK ilişkisi var” üzerinden manipüle etmeye çalışıyor! Böylece CHP ve DEM başta olmak üzere muhalefetin kendi içinde yeni yarılmaları zorlamakla kalmıyor, muhalefet seçmeninde de, ekonomik kriz karşısında öfkesi biriken seçmenin de enerjisini dağıtıyor, bir tek konuya odaklanmasını engelleyerek bir taşla birkaç vurmaya çalışıyor.
Yapılan kamuoyu yoklamalarında halen Türkiye’nin birinci partisi olan ve süreci domine etmesi gereken CHP bu gerçeği görerek, 31 Mart’ta yakaladığı söylem üstünlüğünü yeniden yakalamak için yeni bir politik söylem geliştirmek zorunda!
Siyasetin çürümüşlüğünden bıkmış, değişim isteyen çoğunluk için yeni bir yol açılmalı!
27 Kasım 2024, İstanbul
Necdet Saraç