
Necdet Saraç
Alevi misin, Sünni misin?
Suriye’de yaşanan Alevi katliamı sonrası Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği’nin yayınladığı ilk raporda katliamdan kurtulanlar, evlerine yapılan baskınlarda çetelerin ilk sorusunun “Alevi misin, Sünni misin” sorusu olduğunu belirtmişler!
Alevi nefreti hiç bitmediği için bu soru da asırlardır hiç bitmiyor, üstelik coğrafya da tanımıyor.
Alevi nefreti öyle bir nefret ki, birçok zaman kitapların sayfalarından, televizyon ekranlarından kopup eyleme ve katliama dönüşüyor, 1970’lerde Maraş, Sivas ve Çorum’da olduğu gibi kentlerde yaşanan katliamlarla en üst noktaya varıyor.
Kimi zaman da 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak’ta olduğu gibi çocuğunu omzuna alıp “Yakın ula yakın…” çığlıklarıyla otelde insanları yalnızca Alevi oldukları için diri diri yakmaya varıyor ya da Çubuk’ta olduğu gibi televizyon ekranlarında “Yakın bu evi!..” çığlıkları yankılanıyor!
Bu nefret, geçtiğimiz hafta bu kez Suriye’de toplu katliam olarak ortaya çıktı.
Cihatçı selefiler Alevileri çoluk çocuk diye ayırmadan katlettiler.
Katledenler yalnızca Suriyeli selefiler de değildi. Özbek ve Çeçen çeteler katliamda başı çektiler.
Katledenler o kadar rahatlardı ki, sergiledikleri vahşeti videoya çekip bir övünç kaynağı olarak sosyal medyada da paylaştılar.
Suriye’deki katliam aslında “Geliyorum” diyordu.
8 Aralık’tan sonra Suriye’nin Şam dahil, Alevilerin yoğun yaşadığı Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus gibi birçok kentinde ama özellikle de köylerinde Alevilere yönelik saldırılar, tacizler, mala el koymalar ve cinayetler yaşanıyordu.
Çünkü Suriye’de “dünyanın en sahipsiz ve savunmasız topluluğu Alevilerdi” ve Alevilere saldırılarda gerekçe de “Esad rejimin artıkları” diye hazırdı!
Aralık’ta, Ocak’ta hatta Şubat’ta Suriye’deki saldırıları ve ölümleri Türkiye kamuoyu da uluslararası kamuoyu da görmek istemedi.
Arap dünyasının ve Batı dünyasının HTŞ’ye tanıdığı büyük kredi ve HTŞ lideri Colani’nin “birlik beraberlik ve barış” mesajları, katliamı yaşayan Aleviler ve bu katliamı gören bir avuç insan dışında herkesi rahatlatıyor, yaşanan saldırılar ve ölümler “Esad rejimin artıklarının itirazı” olarak kayda geçiyordu!
Ancak katliam Mart’ın ilk haftasında kitlesel bir hale dönüşünce rüzgar değişti.
Önce İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) Suriye’de ilk olarak 973 sivilin, daha sonra da 1.383 kişinin katledildiğini duyurdu.
Arkasından BM İnsan Hakları Ofisi Sözcüsü Thameen Al-Kheetan bir rapor yayınladı. Raporda “Alevilerin özel olarak hedef alındığı, Lazkiye, Tartus ve Hama kentlerinde mezhep temelli yargısız infazların yapıldığını, baskınlarda geçici hükümetin güvenlik unsurlarını destekleyen oluşumların yer aldığını” açıkladı.
Bu gelişmeleri ABD ve Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ni toplantıya davet etmesi takip edince Suriye’nin geçici lideri Ahmet Eş Şara, "birçok ihlal" yaşandığını kabul etti ve "sivillerin öldürülmesinde payı olan kişilerin yargılanacağı" sözünü verdi.
Bu sözün edilmesinden saatler sonra Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi, ABD’nin organizasyonunda, Türkiye dahil, Almanya, Fransa, İngiltere ve tabi Suudi Arabistan’ın bilgisi dahilinde 8 maddelik önemli bir anlaşmaya imza attılar.
Kimin hesabı ne olursa olsun “Tüm Suriyelilerin dini ya da etnik arka planlarından bağımsız olarak liyakate dayalı bir şekilde temsil ve siyasi katılım hakkına” sahip olacaklarının vurgulanmasıyla başlayan anlaşma önemliydi.
Katliam ve katliamın izleri ortadayken, böyle bir anlaşma kuşkusuz HTŞ ya da Suriye geçici hükümeti için yeni bir hayat öpücüğü oldu. Alevi katliamı sonrası Colani için verilen sonsuz kredi ve büyük iyimserlik tam tersine dönerken “Batı” Colani için bir kez daha kredi limitini yükseltti.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’dan Erdoğan’a, Almanya’dan Katar’a kadar birçok ülke anlaşmaya destek açıklamaları yaptı. Rubio özel olarak “ABD’nin mezhepçi olmayan bir yönetim sergileyen siyasi geçişi desteklediğini” açıklarken “Geçici yönetimin aldığı kararları izlemeye ve azınlıklara yönelik son ölümcül şiddeti endişeyle not etmeye devam edeceğiz" demeyi de ihmal etmedi!
Provokasyonlar bu süreci ne kadar engeller bilinmez ama cihatçı bir kuşatmadan kurtulmanın yolu, cihatçılardan demokrasi beklemekle de etnik ya da dini kimlikleri tek tek öne çıkartmaktan da geçmez.
21. yüzyılın ilk çeyreği biterken çatışmanın, saldırının, katliamın panzehiri, devletin bütün kimliklere eşit mesafede durduğu, herkesin kendi kimliğiyle barışık olduğu ve yurttaşlık bilincinin öne çıktığı bir sistemle mümkün olur.
Aksi bir durum her zaman kendi nefret objesini hep yaratır…
Bunun adı bazen Alevi, bazen Hıristiyan, bazen de Türk, Kürt ya da Arap olur!