Kaya Türkmen
Başörtüsüz Siyaset
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü serbestisini kanuni güvenceye bağlama önerisi ve CHP’nin bu amaçla bir kanun teklifi sunması bizim mahallede ciddi tepkilere yol açtı.
Efendim o kadar sorun dururken, halk enflasyon altında inlerken, ülke yoksulluktan kırılırken, cari açık her geçen gün büyürken, Rusya veresiye gaz vermezse bu kış çok zor geçecekken…
Yolsuzluk almış başını gitmişken, temel hak ve özgürlükler böylesine ayaklar altına alınırken, yargı iktidarın emrinde bir sopaya dönüşmüş, sağlık sistemi iflas etmiş, eğitim can çekişirken…
Siyasal İslamcı iktidar, dümen suyuna girdiği tarikatların talimatıyla ülkeyi İstanbul Sözleşmesinden çıkartır, festival, konser yasaklarken; laik cumhuriyetin bir kurumu olarak kurulan Diyanet bütün mesaisini uçkur fetvalarına hasretmişken,
Ülkenin içine sokulduğu İslamcı faşizm sansür yasasıyla iyice tepemize çöreklenmekteyken ve hele komşumuz İran’da başlarını örtmedikleri için kadınlar devlet eliyle öldürülürken, bütün bunlar yokmuş gibi, durduk yerde bu hamleye ne gerek vardı deniyor.
Zaten başörtüsü meselesi fiilen çözülmemiş miydi? Bu da nereden çıktı şimdi deniyor.
Yukarıdaki sorunların hepsi de son derece ciddi, vahim, yakıcı, acil çözüm gerektiren sorunlar. Bu sorunların hepsine aynı kararlılık ve enerjiyle eğilmemiz ve bunlara aklın, bilimin, evrensel demokrasi birikiminin ilkelerine uygun çözümler üretebilmeliyiz. Türkiye’nin önündeki acil gündem bu.
Ancak iktidar başörtüsünün sadece kadınların başını değil, bu sorunları da örtmesini istiyor. Hatta başörtüsünü “suçörtüsü” gibi kullanıyor tepe tepe. İsmi lazım değil, Erzurum milletvekili hanımefendinin yaptığı gibi.
Bugün Bayburt’ta, Erzurum’da, Elazığ’da, Adıyaman’da, Şanlıurfa’da, Bingöl’de, Yozgat’ta, Sakarya’da, Kayseri’de, Sultanbeyli’de, Esenler’de ve daha nice muhafazakâr il ve ilçemizin meydanlarında Akape tarafından “Biz gidersek bunlar sizin başörtünüzü yasaklayacaklar” propagandası yapılıyor.
Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü girişiminin öncelikli amacı Akapenin bu söylemini boşa çıkartmak ve ahaliye seçim meydanlarında bir kısmını yukarıda sıralamaya çalıştığım sahici sorunların ve bu sorunlar için üretilen çözümlerin anlatılabileceği ortamı sağlamaktır.
Televizyonlarda veya internette izlediğimiz sokak röportajlarında bir kısım seçmenin açlıktan avurtları çöktüğü halde “Yine Akapeye, yine Reise” oy vereceklerini söylemelerinin altında “Cehape zihniyeti ve maazallah iktidarının” başlarındaki örtüyü çekip alacağı korkusu yatıyor. “CHP ağzıyla kuş tutsa %30’u geçemez” kanaati yaratılan bu korkunun ürünüdür. Bu gerçeği görmezlikten gelemeyiz.
Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü hamlesi kraldan çok kralcılık veya iktidarla Müslümanlık yarıştırmak filan değildir. Başörtüsü serbestliğini kanuni güvenceye bağlamak suretiyle başörtüsü silahını iktidarın elinden almaktır. Kanun olunca başörtüsü şu veya bu partinin daha Müslüman olması sayesinde değil, kanun olduğu için serbest olacaktır.
Başörtüsü yasal bir güvenceye bağlanmadıkça, siyasal İslamcı iktidar “İnancınıza göre yaşamanızın teminatı biziz, Cehape gelirse yasaklayacak” demeye devam edecektir.
Önerinin amacı türban tartışması açmak değil, o tartışmayı sonsuza kadar kapatmaktır.
Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesinin karşı devrimcilerin ekmeğine yağ süreceğinden, siyasal İslam’a taviz, gericiliğe prim oluşturduğundan dem vuruluyor. Neden?
Başörtüsünün cumhuriyetin temel ilkeleriyle ve devrim kanunlarıyla çelişen bir tarafı yok ki!
Ne 1925 tarihinde çıkarılan Şapka Kanununda ne 1934 tarihli “Bazı Kisvelerin (kıyafetlerin) Giyilemeyeceğine Dair Kanun”da kadınların giyimine ilişkin herhangi bir hüküm yoktur. Hatta, Büyük Atatürk çarşafın ve peçenin bile yasaklanması önerilerine itibar etmemiş ve bilinen zarafetiyle “Türk kadını kendisine ne yakışacağını bilir” demiştir.
Koca Atatürk! Girer mi o topa?
“İran’da kadınlar başörtüsü takmadıkları için öldürülürken böyle bir girişimin sırası mıydı?” deniyor.
Ne kadar yanlış bir karşılaştırma!
İran’da kadınlar başörtüsü takmama özgürlüğü için mücadele veriyor ve o mücadeleyi bütün gücümüzle desteklememizi hak ediyor. Türkiye’de ise Kılıçdaroğlu’nun önerdiği kanun hangi kıyafet olursa olsun, o kıyafeti giyme veya giymeme özgürlüğünü hedefliyor. Başını örtene de, örtmeyene de yasal güvence getiriyor.
Bazı medya organlarında izlediğimiz gibi bugün hala “Başörtüsü sorunu yok, türban sorunu var”, “Çene altından bağlanırsa tamam da, alta bone üzerine türban takılırsa simge” gibi tartışmaları aşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bırakın Türk kadını kendisine neyi yakıştırıyorsa onu taksın.
Bence başörtüsü hiç yakışmıyor. O başka mesele…
Cumhurbaşkanı Bay Kemal’in önerisi konusunda “O sorunu biz çoktan çözdük” dedikten sonra “Samimiysen gel sorunu anayasa düzeyinde çözelim” dedi.
“Bak işte Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın tuzağına düştü” filan diye hayıflanmanın alemi yok. CHP’nin teklifinin içeriğiyle sınırlı kalmak koşuluyla anayasa değişikliği de neden olmasın?
Ama iktidar onun içine kendi siyasal İslamcı gündemine hizmet edecek unsurlar da sokuşturmaya kalkar ise hava alır.
Zaten hukukun üstünlüğünü yücelten, güçler ayrığına, temel hak ve hürriyetlere dayalı kapsamlı ve çağdaş bir anayasa değişikliğini tabii ki bu gidici heyet değil, yenilenen TBMM yapacak.
12 Eylül paşalarının yayınladıkları “Kamuda kılık kıyafet yönetmeliği” ile kucağımıza bıraktıkları başörtüsü meselesi bu ülkenin siyasi ve sosyal yaşamını daha fazla zehirlememelidir.
Baksanıza sorun bizim mahalleyi bile bölüyor. Biliyorum bana da saf diyecekler, daha bir sürü sıfat takacaklar.
Bilgehan Erol’un dün Politikyol’daki yazısında dediği gibi:
“Özgürlükler bir bütündür, içinden seçip birkaç tane alamazsınız.
Özgürlüğü ya tam savunursunuz ya da kendinize kadar olanının sözcülüğüyle yetinirsiniz.
Buradan da demokrasi falan çıkmaz”.