‘BAŞKASI’NI TANIMADAN DEMOKRASİ OLUR MU?

Demokrasi konulu yazıların ikincisinde “onlarda neden var da bizde yok?” sorusuna cevap aramıştık. Bu arayışın sonunda ulaştığımız cevap ‘akıl’dı. Yani Batı medeniyeti aklı keşfetti, keşfetmekle kalmayıp kullandı ve demokrasiyi üretti. Doğu ise merkeze inancı alarak ürettiği biat kültürü nedeniyle bir türlü ulaşamadı demokrasiye demiştik. Peki bu doğru bir cevap mı? Ya da “onlarda neden var da bizde yok” doğru bir soru mu? Onlarda gerçekten demokrasi var mı? En azından Doğu’ya nazaran daha çok var diyebiliriz. Ama çok açık ki Batı demokrasisi de sorgulanmaya muhtaç.

Bu sorgulama adına demokrasinin içini dolduran ve bence aslında tam da merkezinde bulunan farklı bir kavram üzerine düşünmek gerek. O da başkası kavramı. Felsefecilerin çoğunlukla öteki demeyi sevdikleri, özellikle fenomenoloji (görüngübilim) alanında sıkça söz edilen ve esasen ontolojinin (varlık bilim) alanına giren bir kavram. Siyaset felsefesinde ise hak ettiği kadar yer edindiği söylenemez.

Gündelik hayatta demokrasi üzerine fikirlerimizi söylerken açıkçası biz de yok sayıyoruz bu kavramı. Ancak konu demokrasi olunca başkası kavramı gelip baş köşeye oturmalı. Çünkü aslında başkası olmadan, başkası başkalığıyla ve kendi kimliğiyle tanınmadan demokrasi de olmaz. Evet, en basit anlamıyla azınlıklardan bahsediyorum. Yani seçimlerde kaybeden partilere oy verip, azınlıkta kalmış seçmenlerden; etnik köken, inanç ya da cinsel tercih gibi alanlarda çoğunluğa nazaran azınlıkta kalmış olan vatandaşlardan bahsediyorum. Demokrasi aslında sanıldığı gibi çoğunluğu temsil eden siyasal partinin iktidarı istediği gibi kullandığı bir sistem değildir. Aslında demokrasi (biraz klişe olacak ama) azınlıkların çoğunluğun tahakkümünden korunduğu sistemdir.

Esasen halkın iktidarı anlamına gelen bu kavram nedense günümüzde çoğunluğun iktidarı, hatta çoğunluğun onayıyla iktidarı ele geçirmiş olan partilerin sistemi haline gelmiş durumda. Üstelik sadece Doğu’da değil, Batı’daki pek çok ülkede de öyle. Yani bir önceki yazıda bahsettiğimiz ve Antik Yunan’ın esas torunları olduğunu söylediğimiz Fransa, Almanya ve ABD’de de bu durum geçerli. Öyle olmasa, Fransız hükümeti sarı yeleklilere devlet güçlerini kullanarak şiddet uygulayabilir miydi? Ya da ABD’de siyahiler bugün bile devletin memurları tarafından sokak ortasında, göz göre göre öldürülebilir miydi? Bu olaylar Batı’nın sahip olmakla övündüğü demokrasiyi sorgulamamızı gerektirmez mi? Bu örnekler, Batı’nın ‘başkası’nı ve onun haklarını tanıyormuş gibi yapıp aslında tanımadığının açık bir göstergesi değil mi? Benzer konularda bizim durumumuza hiç girmiyorum. Orası zaten tam bir içler acısı.

Bizimle ilgili başkası ve demokrasi kavramlarına başka bir taraftan bakmak istiyorum… Demokrasi salt siyasi bir kavram olarak ele alınıyor ve öyle kullanılıyor. Ama bence bu bakış açısı doğru değil. Demokrasi, gündelik hayatımızın tam da içinde olan ve bu şekilde değerlendirilmesi gereken bir kavram. Çünkü aslında gündelik hayatta olmadığında siyaseten de varlığını gösteremiyor.

Şimdi size çok tanıdık bir karakterden söz edeceğim. Bir erkek düşünün. Kendisini (toplum da öyle direttiği için) aile reisi olarak görüyor. Reislik ederken aileyle ilgili kritik kararları tek başına alıyor, eşinin ve çocuklarının fikirlerini zerre kadar önemsemeden tüm aileyi tek başına yönetiyor. Doğu kültürünün göstergelerinden biri olan ‘biat’ aile içinde de kendini gösteriyor. ‘Başkası’nı hiç önemsemeyen, onu kişiliğiyle, kimliğiyle, haklarıyla tanımayan iktidar sahibi tarafından despotça yönetiliyor. Bu yaşam tarzından demokrasi çıkar mı? Evde demokrasi olmayan bir kültürde siyasi alanda demokrasi olur mu?

Gündelik hayatın başka alanlarına baktığımızda durum farklı mı? Mesela trafiği ele alalım ve yine tanıdık bir karakter üzerinden ilerleyelim. Sıkışık bir trafikte siz dur-kalk ilerlerken sağınızdaki emniyet şeridinden son sürat geçip giden araba var ya… Tanıdınız değil mi içindeki magandayı. Tam çıkaramadıysanız şöyle hatırlatayım. 80 km hız limiti olan bir yolda siz de 80 km hızla ilerlerken arkanızdan tamponunuza yapışıp yol isteyen, yol vermeyince de küfür eden, hatta ileride yolunuzu kesip sizi darp etmeyen kalkışan magandadan bahsediyorum. Hani kırmızı ışıkta da durmuyor. Hatırladınız değil mi? Sadece kendini önemseyen, dünyada salt kendisi yaşıyormuş gibi davranan, ‘başkası’nın ne yol ne de yaşam hakkını tanımayanlardır bu ülkede demokrasi olmamasının esas nedeni. Daha geçenlerde şahit olduğumuz millet vekili skandalını hatırlayın. Özel şoförü trafik kurallarına uymadığı için aracını durduran polis memuruna etmediği hakaret kalmadı. Yetmedi, görevini doğru yapan memur onun yüzünden açığa alındı. Şimdi bu insan “ben demokratım” dese kaç yazar? Trafikte demokrat olmayandan, siyasette demokrat olur mu?

Yolda tüküre tüküre gezenler mi dersiniz, çöpünü sokak ortasına bırakıverenler mi istersiniz… Arabasını engelli yerine park edenlerden tutun da halısını, sofra örtüsünü komşusunun kafasına silkeleyenlere kadar… Kadınıyla erkeğiyle milyonlarca magandanın ortalıkta cirit attığı bir ülkede yaşadığımızın farkındasınız değil mi? Sanki çevresinde başkası yokmuşçasına yaşayan milyonlarca maganda… Sokağında demokrasi olmayan memleketin siyasetinde demokrasi olur mu? Kendisi demokrat olmayan milletin, vekili demokrat olur mu? Vekili demokrat olmayan ülkenin yönetimi demokrasi olur mu?

“Demokrasi sadece siyasi bir kavram değildir” dememin nedeni, hemen hemen her gün yaşadığımız bu örneklerden çıkan sonuç. Çevremizde başkası yokmuş gibi davranmak, onun varlığını, kimliğini, haklarını yok saymak demokrat olmadığımızın çok açık bir göstergesi değil mi? Evde, sokakta, trafikte, yolda başkası önemsizleşmişse ülke için demokrasi hayalleri kurmamak gerek. Kendi gündelik hayatımızda demokrasi yoksa, bizler birey olarak demokrat değilsek siyasette demokrasi olmaz, olamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi