Necdet Saraç
Başkası olma kendin ol
NATO zirvesinde Erdoğan’ın İsveç’in üyeliği başta olmak üzere Biden ve Miçotakis’le ilgili daha önce söylediklerinden “U” dönüşü yaparak “yeni şeyler” söylemesini muhalefet partileri arka arkaya hem de üst perdeden şiddetle eleştirdiler.
Muhalefet partileri bu U dönüşleriyle ilgili eleştirilerinde haklı gibi de görünüyorlardı, çünkü “daha dün” seçimler öncesi aynı Erdoğan, İsveç için “terör örgütü mensuplarını koruyorlar, NATO'ya asla üye olamazlar”, Biden için "Biden Erdoğan'ı devirin emrini verdi, bunu biliyorum" demiş, Miçotakis için de hakarete varan vurgularla “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok, biz bize yeteriz” demişti!
Erdoğan bu sözleri sanki daha önce başkası söylemiş gibi Biden’la ve Miçotakis’le kameraların karşısına geçtiğinde oldukça neşeli ve şen şakraktı! İşi "Türkiye'nin NATO'nun açık kapı politikasını desteklediğini" söylemeye, NATO’ya üyelik desteğinden dolayı İsveç'in de Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine destek vereceğine” kadar getirdi! Erdoğan’ın bu rahatlığı ve dönüşleri muhalefeti şaşırtmış ve mutsuz etmiş olsa da aslında bu dönüşler Erdoğan için olağandı! Tıpkı Cemal Kaşıkçı cinayeti ve Suudi Arabistan, BAE ve son olarak Mısır konusunda olduğu gibi… Bu dönüşler kendi seçmen kitlesinde kopuşlar yaratmak bir yana onu “dünya lideri” yapıyordu. Nitekim yandaş medyanın “Yeni bir süreç başlatıyoruz” başlıkları bunu açıkça işaret ediyordu!
Muhalefet partileri daha önce kerelerce test ettiği bu “U dönüş” gerçeğini bile bile televizyon kameralarının karşısına geçerek NATO toplantısının içeriğine yeni yönelimine dair tek bir cümle kurmadan hem de U dönüşlerden önce AKP’nin öne çıkardığı argümanlarla uzun uzun “İsveç’in terörü desteklediğini ve Kuran’ı yaktırdığını” anlatıyorlar!
Muhalefet için sorun tam da burada!
Erdoğan yine aynı Erdoğan, hem pragmatist hem de Makyavelist! Bu biliniyor mu, “evet” biliniyor, gizli saklı değil, yeni hiç değil; “Dün dündür, bugün de bugün”!
Muhalefet partileri, hadi İYİ Parti’den, DEVA’dan, Gelecek’ten, SP’den vazgeçtik ama örneğin CHP ya da HDP bile Erdoğan’ın bu bilinen “U dönüşlerini” onun tezleriyle eleştiriyorlar.
NATO ve AB gibi temel konulardaki kendi alternatif politikalarını anlatmıyorlar! Örneğin NATO’nun 200 yıldır hiçbir savaşa girmemiş İsveç’i de içine alacak şekilde büyümesine, Rusya ve Çin karşıtlığından hareketle Japonya’dan Yeni Zelanda’ya, Avusturalya’dan Kolombiya’ya kadar uzanan yeni genişleme stratejine ne diyorlar, NATO’nun yüzde 2’lik katılım payının büyümesine ve adına “savunma sanayi” denilen silahlanma için ne diyorlar, bilinmiyor!
14 Mayıs seçimini kaybeden muhalefet partileri de değişime inanan tek tek her birey de artık bu gerçeği öğrenmeli ve yeni bir bakış açısıyla kendi bildiği yoldan yürümelidir!
Kendilerini “adam” yerine koymasa da buna rağmen ısrarla Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı destekleyen Vatan Partisi’nin gazetesi Aydınlık, gelişmelerden dolayı hayal kırıklığının bir sonucu olarak durumu açıklıkla özetlemiş:
“Hükümet boyun eğdi, ABD istediğini aldı!”
Can Atalay ziyareti
“Meclis açılırken muhalefet Can Atalay yemin etmeden yemin etmemeliydi”, “Muhalefet Can Atalay’ı Meclis Başkanlığına aday göstermeliydi” gibi haklı eleştiriler yapılıyor olsa da Kemal Kılıçdaroğlu’nun Can Atalay’ı CHP Genel Başkanı olarak Silivri Cezaevi’nde ziyaret etmesi önemlidir.
Umarım bu ziyaret yeni bir bakış açısını ve yeni bir muhalefet etme biçimini öne çıkarır.
CHP’de değişim tartışmaları örgütsel ve düşünsel açıdan henüz ete kemiğe bürünmemişken, ciddi bir seçim değerlendirmesi yapılmamışken, “tartışmayın yönergeleri” yayınlamak yerine değişim için iki önemli hamleye ihtiyaç var:
Birincisi, tartışmalarının önünü kesmek yerine değişim tartışmalarını ve seçimlere yönelik değerlendirme sürecini iyi yöneterek, değişim tartışmasını ve iktidar olmayı partinin mahalle, ilçe, il ya da genel merkezini “ele geçirme” tartışmalarına indirgemeden, siyasi ve ideolojik tartışmaları yapıp tüketmek ve sonuçları kamuoyu ile paylaşmak, ikincisi de muhalefeti yeniden toplumsallaştırmak!
İster CHP’nin 1 milyon 300 bin üyesini, ister 14 milyon seçmenini, isterseniz Kılıçdaroğlu’na verilen 25 milyon 500 bin oyu kriter alın, seçmendeki depresyonu, moral bozukluğunu, umutsuzluğu ve tabii biriken öfkeyi yenmenin en önemli yollarından biri siyaseti toplumsallaştırmak geçiyor.
Bu nedenle Can Atalay’la başlayan ve kamuoyuna açık yapılan bu dayanışma süreci, Cumartesi Anneleri’nden Boğaziçi Üniversitesi’nde “demokratik üniversite” diye direnen öğretim üyelerine, Feshane’de basılan sergiden 18 Temmuz’da bir hafta süreyle karartılacak TELE1 önüne, Merdan Yanardağ’dan Osman Kavala’ya ve Selahattin Demirtaş’a doğru kitlesel bir dayanışmayla büyütülmelidir!
Çünkü ancak cesaret ve yeni bir siyaset tarzı 25 milyonun yeniden ayağa kalkmasını sağlar!