Kaya Türkmen
Ahtapot
Sekiz kolu var. Kelime anlamı “sekiz ayak”. Aslında altı kol ve iki bacağı var diyor bilim insanları. Geçtiğimiz yıl Japonya’da dokuz kollusu bulundu. Değişik bir tür mü? Hilkat garibesi mi? Bilinmiyor.
Türkiye’yi tam 19 yıldır idare eden siyasal İslamcı AKP tıpkı bir ahtapot gibi sardı ülkeyi. Onun da benim saydığım en az sekiz kolu var. Her bir kolu ayrı bir alana musallat olan en az sekiz kol.
Bir koluyla Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırdı ahtapot. Yıkmak istediği Atatürk Türkiye’sinin en güçlü savunucusuna… TSK’yı siyasete müdahale edemez duruma getirmek gibi hiçbir demokratın itiraz edemeyeceği bir hedefle yola çıktı. Ama ne yaptı? Gülen cemaatiyle (şimdi ona FETÖ deniyor) bir olup kurduğu kumpaslarla, Ergenekon, Balyoz gibi sözde davalarla TSK'da ciddi tasfiye ve operasyonlar yaptı. Ordunun genetiğiyle oynadı hoyratça.
İkinci bir kol Türkiye’nin demokrasisine saldırdı. Hak ve özgürlüklerimiz çiğnendi. Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, gösteri özgürlüğü, basın özgürlüğü yok edildi. Halkın parasıyla basın satın alındı. Satın alınamayanlar RTÜK’ün, Basın İlan Kurumu’nun, İletişim Başkanlığı’nın, Cumhurbaşkanı avukatlarının ve taraflı mahkemelerin hışmına terkedildi. Yürütme, yasama ve yargı Şahsım’da birleştirildi. AİHM kararları dahil, iktidarın görüşlerine ters düşen yargı kararları uygulanmaz oldu. Yargı, muhalefeti sindirme aracına dönüştürüldü. Yukarıdan işaret gelmedikçe tek bir savcı harekete geçmeye cesaret edemez, tek bir yargıç Şahsım’ın sevmeyebileceği bir karar veremez durumda. Yüksek Seçim Kurulu iktidarın maymununa dönüştürüldü. Mühürsüz oylar geçerli saydırıldı. Atı alan Üsküdar’ı geçti.
Ahtapot üçüncü koluyla insanların inançlarını istismar etti. Bir Cumhuriyet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle Cumhuriyete ve Cumhuriyetin ülkemize sağladığı kazanımlara saldırdılar. Diyanetin Başkanı, laikliğe savaş açtı fütursuzca; “İnanç insan ile Allah arasında olsun, ticarete, siyasete, yargıya yansımasın diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar” diye söylendi. Ayasofya’yı ibadete açarken Atatürk’e sövdüler. AKP’li Cumhurbaşkanı sessizce izledi.
Dördüncü kol dış politikayı kestirdi gözüne. Atatürk’ten bu yana izlenen ilkeli, onurlu, akılcı dış politika terk edilip, rabiacı ihvancılığın, dogmatizmin, popülizmin ve hamasetin şekil verdiği bir dış siyaset benimsendi. Diplomatik teamül ve geleneklerimiz yok edildi. Dışişleri Bakanlığımızın birikimi, deneyimi, sağduyusu, Cumhuriyetin üzerine titreyen duruşu, her durum ve koşulda Türkiye’mizin çıkarlarını öne alan refleksleri hiçe sayıldı. Cumhurbaşkanının etrafında kümelenen kerameti kendilerinden menkul danışmanların elinde bir deneme tahtasına dönüştürüldü dış politikamız. Hırsızlardan, yolsuzlardan, çapsızlardan Büyükelçi yaptılar. Türkiye’yi onlar temsil ediyor dünyada bugün.
Ahtapotun beşinci kolu ekonomiye el attı. “Alanı ekonomi olan” Cumhurbaşkanı dışında, dünyada kimsenin bilmediği, savunmadığı, inanmadığı, ciddiye de almadığı “faiz neden, enflasyon sonuçtur” teorisine sıkıştırdılar koca Türkiye ekonomisini. Rezervlerimizi boşalttılar. 128 milyar doları buharlaştırdılar. Ekonomiyi üretimden kopartıp ranta çullandılar. Çevreyi katlettiler. Yolcu garantili havaalanı, geçiş garantili köprü, otoyol, hasta garantili hastane projeleriyle halkın parasını yandaş müteahhitlerin ceplerine gönderdiler. İsrafı itibar sandılar. Har vurup, harman savurdular. Ama pandemide esnafı kaderine terk ettiler. On dört milyon vatandaşımız açlık sınırında yaşıyor.
Altıncı kollarıyla eğitime hücum ettiler. Araştıran, soruşturan, sorgulayan, eleştiren nesiller yerine “dindar ve kindar nesil” yetiştirmek şiarıyla yola çıktılar. Kur’an kurslarının, imam hatip okullarının, tarikat medreselerinin, dini vakıfların önünü açtılar. Bilimi değil cehaleti yücelttiler. Boğaziçi, ODTÜ gibi gurur kaynaklarımızla didiştiler.
Ahtapotun yedinci kolu yandaş vakıf ve tarikatlar yoluyla bürokrasiye musallat oldu ve tıpkı vaktiyle FETÖ’nün yaptığı gibi paralel bir devlet yapılanmasına girişti. Onun bakanlıklarda, poliste, yargıda boşalttığı alanı dolduruverdi. Eğitim kurumları ve yurtlar açan, gençlerle ilgilenen bir vakfın devlet içerisinde yapılanmak için seferber olduğuna dair belgeler geçtiğimiz günlerde ortalığa saçıldı. Ve bu vakıf tek örnek de değil.
Sekizinci kol ahlakı ezdi geçti. Ekonomik hayatın her aşamasına arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk, aç gözlülük hakim oldu. “Rüşvet”, “komisyon”, “yüzde” hayatın gerçeği haline getirildi. İhale kazandırılanlar haraca bağlandı. İktidarın beslediği ikliminden cesaret alıp medreselerde, Kur’an kurslarında, yurtlarda çocuk çoluğa sarktılar. Cin çıkarttılar. Bademlediler. Kedicikler beslediler. Üflediler, kokladılar… Yolsuzluğun, gayrı meşruluğun, kanunsuzluğun, ahlaksızlığın, edepsizliğin ve bin türlü iğrençliğin kural olmadığı hiçbir alan, yozlaşmanın egemen olmadığı hiçbir kurum bırakmadılar.
Ama Türkiye dün de sahipsiz değildi, bugün de değil. Halkımız “Geldikleri gibi giderler!” diyen Atatürk’üyle birlikte yedi düveli alt etti.
Ahtapottan mı korkacak?