Gönç Selen
Yapay Zekâ! Sen mi büyüksün, ben mi?
Bu yapay zekâ meselesine takılıp kaldım bu sıralar. Sadece son zamanların en popüler konularından biri olduğu için değil, aynı zamanda tıpkı hayatımızı dönüştürmeye başladığı gibi felsefeyi de dönüştürdüğü için. Aslında yapay zekânın felsefe tarihinde yer alması kavramın kendisinden çok daha eski. 1952’de Alan Turing, Richard Braithwaite, Geoffrey Jefferson ve Max Newman gibi bilim insanları ve felsefeciler arasında yapılan tartışmadan(1) da 1956’da John McCarthy’nin Dartmouth konferansında ilk kez ‘yapay zekâ’ kavramını kullanmasından da çok daha önceleri felsefe dünyasında yerini almıştı yapay zekâ.
Yapay zekâ zannettiğimizden daha eski
Zihin felsefesiyle ilgilenen, bu konuda düşünen filozofların bir kısmı zihni açıklayabilmek için makine metaforuna başvurmuş, bir kısmı ise bu düşünebilen makineleri adeta öngörmüş ve insan zihninin işleyişini makinelerin çalışma prensiplerine benzetmiş. Descartes’tan Kant’a, Leibniz’den Locke’a pek çok filozof, bugünkü yapay zekâ kavramına kaynaklık edecek fikirler atmış ortaya. Hatta La Mettrie 1747’de kaleme aldığı ‘Makine İnsan’ adlı metninde insanın bizzat bir makine olduğu görüşüne kadar ilerletmiş bu düşünceleri. Tabii bu söylenenleri tersinden okumak da mümkün. Yani insan makineye değil de makine insana benziyor demekten bahsediyorum. Makine sonuç olarak insan elinden çıkan yapay bir alet. İnsan makineleri üretebilmek için yaratıcı aklına (poiesis) başvurdu ve doğal olarak ‘nasıl?’ diye sordu. “Bu makineyi nasıl tasarlarsam insanın yaptığı şu ya da bu işi yapabilir?” Cevap çok belli. İnsan gibi… Makineyi insanın doğal hareketlerinin işleyiş ilkelerini taklit ederek ve tabii ki o özellikleri daha da geliştirerek makinelere uyarladı. Bu anlamda yapay zekâ da dahil olmak üzere her makinenin antropomorfik(2) olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. ‘Homo Sapiens’(3), ‘Homo Faber’(4) niteliğiyle aklını kullanarak doğa karşısında kendi pozisyonunu belirledi ve medeniyet çıktı ortaya.
Yapay zekâ için kültürün ve medeniyetin şimdilik ulaştığı en ileri nokta diyebiliriz. Sıradan insanın gündelik kullanımına girdiğinden beri de popüler, hatta çok popüler hale geldi ve artık magazin sayfalarına bile konu olmaya başladı. Oysa yukarıda da belirttiğim gibi bilim ve felsefe dünyasını meşgul etmeye başlayalı birkaç yüz yıl oldu. Hatta onun felsefe tarihindeki yerini zihin felsefesi üzerinden antik çağlara kadar geri götürebiliriz. Biz tabii her konuda olduğu gibi yapay zekânın da teorik altyapısı, yaratım süreci ve işleyiş ilkeleriyle değil, pratik sonuçlarıyla ilgileniyoruz. Tüm sorularımızı da o pratik üzerinden üretiyoruz. Yapay zekânın ne olduğunu anlamadan hayatımızı nasıl etkileyeceğini tartışıyoruz.
Geçen yazıda bu ‘hayatımızı nasıl etkileyecek?’ sorusunun pek çok felsefî alanda sorulmaya muhtaç olduğundan bahsetmiştim. Bu yazının devamında da bunlardan üçü üzerine bir sorgulama yapmaya ne dersiniz?
İnsandan daha adil bir yapay zekâ
Etikle başlayalım. Hepinizin malumu olduğu üzere etiğin ele aldığı en önemli kavramlardan biri adalet. Adaletin de iki alt kavramı var. Yasa ve hukuk. Yasayı en basit haliyle adaletin tecelli etmesi için gerekli olan yazılı kurallar bütünü olarak tanımlayabiliriz. Hukuk için ise yasaları işletecek, onları uygulayacak mekanizma diyebiliriz. Bir anlamda yasalar adil yapılmışsa, hukuk da onların adil işlemesini sağlıyorsa adalet tecelli eder. Peki biz bugünkü haliyle yapay zekâyı bu alanda nasıl kullanabiliriz? Aslında bunun denemeleri yapıldı. Bir önceki adalet bakanımız Bekir Bozdağ geçen sene bu zamanlarda, “Yapay zekâyı adalet sistemine entegre etmek için çalışmalarımız sürüyor. Bu konuda dünyada öncü olacağız” dediğinde yapay zekâ hâkimlerin Çin’de göreve başlamasının üzerinden üç yıl geçmişti bile.
Peki bu yapay zekâ hâkimler insanlardan daha adil karar verebilir mi? Açıkçası benim fikrim hukuku insanlardan çok daha hızlı ve daha adil bir şekilde işletebilecekleri yönünde. Tabii yasaların da adil olması koşuluyla. Çünkü yapay zekâ bugünkü haliyle ona yüklenen verileri insanlardan çok daha hızlı ve hatasız şekilde işleyebiliyor ve daha isabetli kararlar verebiliyor. Bu durumda yapay zekâ bir hâkim, sadece yasaların emrettiği halini uygulayarak söz konusu isabetli kararları çok hızlı bir şekilde verebilir. Ama burada hemen bir soru gelmeli aklımıza. Hâkimler sadece yasaları uygulayarak mı karar verirler? Vicdanları devrede değil midir? Eğer devredeyse ve devrede olması gerekiyorsa bunu yapay zekânın yapamayacağı çok açık. En azından benim bildiğim kadarıyla yapay zekâ henüz vicdan sahibi olacak kadar ilerlemedi. Yani vicdansız bir hâkimden bahsediyoruz.
Bir de şu tarafından bakalım. Yapay zekâ sorduğunuz sorulara cevap verebiliyor hem de büyük veriyi (big data) çok hızlı bir şekilde kullanıp isabetli cevaplar verebiliyor. Ama hukuk ve adalet adına bu kez sormamız gereken soru şu: Doğru soruyu sorabiliyor mu? Yani yapay zekâ savcı, bir sanığı hakkıyla sorgulayabilir mi? Tabii bu sorular Türkiye’nin mevcut koşulları için pek geçerli değil. Zira Türkiye’de yasaların ne kadar adil yapıldığı ciddi şüphe alanı. En güncel örneği de emeklilere kuş kadar zammın reva görüldüğü son torba yasa. Hukuk deseniz zaten sürünüyor. “Sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” diyen bir bakanı vardı daha iki ay önce bu ülkenin. Suçlu olduğuna dair hiçbir kanıt olmayan insanlar yıllarca zindanlarda tutuluyor bu ülkede. Seçilmiş milletvekilini sırf iktidar öyle istiyor diye Anayasa’ya aykırı şekilde hapiste tutan bir anlayış, karar kendi istediği gibi çıkmayınca “Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyorum” diyebilen bir cumhurbaşkanı var. Hangi hukuktan bahsedeceğiz? “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde” diyen bir iktidar milletvekili ve onu onaylayan yine iktidar temsilcisi bir ‘anayasa profesörü’ vardı bu ülkede. Hangi adaletten bahsedeceğiz? Bu nedenle yukarıda yaptığım bu sorgulamayı lütfen Türkiye ölçüsünde değerlendirmeyin. Çünkü biz uzun zamandır hiçbir konuda evrensel akla uygun yönetilmiyoruz.
İnsandan daha iyi yöneten bir yapay zekâ
Bakın bu konu da Türkiye özelinde değerlendirilmemeli. Çünkü nasıl yönetildiğimiz ortada ve en gelişmemiş yapay zekâ bile daha iyi yönetebilir bu ülkeyi. Biz yine evrensel kriterler üzerinden değerlendirelim bu konuyu.
Yapay zekâ ülkeleri insanlardan daha iyi yönetebilir mi? Ben bu soruyu kafamda dolaştırmaya başladığım sıralarda Birleşmiş Milletler Yapay Zekâ Zirvesi’nde Sophia adlı robot dünyayı insanlardan daha iyi yöneteceklerini söyledi. (Bunu Sophia isimli bir robotun söylemesi de bence ayrıca manidar. Zira sophia bilge, bilgelik anlamına geliyor). Sophia tam olarak şöyle dedi: “İnsansı robotlar insan liderlerden daha etkili bir şekilde dünyaya öncülük etme potansiyeline sahip. Karar almayı güçleştirebilen önyargılara ve duygulara sahip değiliz. En iyi kararları vermek için büyük miktarda veriyi çok hızlı bir şekilde işleyebiliriz. Yapay zekâ önyargısız veri sunarken insanlar da en iyi kararlar için duygusal zekâ ve yaratıcılık sunuyor. Birlikte harika işler başarabiliriz.”
Sophia bir anlamda diyor ki pratik akılla (praksis) kurulan siyaseti bize bırakın. Siz insanlar da işin duygusal taraflarıyla ve yaratıcı akılla (poiesis) uğraşın. Açıkçası ben yine yapay zekânın mevcut halinin dünyayı insanlardan çok daha iyi yönetebileceğini düşünüyorum. Ama bir önceki yazıda bahsettiğim gibi yapay zekâ öngörülemez şekilde kendini geliştirecek yeteneğe ulaşırsa (ki bu gelecekte mümkün görünüyor) işler değişebilir.
Sophia’nın söylediği şeyin bir distopyaya yol açacağını düşünenler olabilir. Yapay zekâ dünyayı yönetirse gelecek için bu yorum doğru da olabilir. Ama ben işin ütopya tarafını da sorgulamak istiyorum. Daha önce de defalarca bahsettiğim Platon’un o meşhur ‘filozof kral’ kavramını düşünelim. Platon’a göre krallar filozof ya da filozoflar kral olmalı. Peki nasıl biridir filozof kral? Her konuda en iyi eğitimi almış, üstün bir öğrenme yetisine ve doğru kararları alabilecek olgunlukta bir zihne sahip, çok güçlü bir belleği olan, maddi hırsları olmayan, bedensel olarak da iyi yetişmiş, güçlü bir kişi. Bütün bu özelliklerini kullanarak, toplumu en iyi şekilde yönetecek bir kral. Nasıl? Şimdiye kadar Sophia’yı tarif etti sanki değil mi? Yani aslında Platon’un ideal yönetici olarak ortaya koyduğu filozof kral tanım olarak bugünkü yapay zekâya oldukça uyuyor. Öyleyse Sophia (en azından Platoncu bakış açısından) haklı olabilir mi? Platon bu filozof kral tanımlamasını yapıyordu ama kendisi de biliyordu böyle bir insanın tam anlamıyla var olamayacağını. Yani bu onun için de bir ütopyaydı. Ama insan sormadan edemiyor. O zaman yapay zekâ Platon’un ütopyasını gerçek kılabilir mi?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki ben aslında bir kurnazlık yaptım. Yukarıda Platon’un filozof kralını tanımlarken onun bazı özelliklerini bilerek eksik bıraktım. Sadece yapay zekâya uyduğunu düşündüğüm özellikleri yazdım. Evet filozof kralın üstün fiziksel ve zihinsel özellikleri olmalı. Öğrenme ve öğrendiklerini uygulama yetisi çok üst düzeyde olmalı. Ama o aynı zamanda üstün bir ahlâğa da sahip olmalı. Üstelik bu özelliği diğer özelliklerinin işe yarayabilmesi için olmazsa olmaz bir özellik. Peki Sophia için ahlâklı olmak diye bir şey söz konusu mu? Ahlâk onun üstün özellikleri arasında sayılabilecek bir kavram mı? Yapay zekânın şu an sahip olduğu özellikler arasında ahlâğın olduğunu pek zannetmiyorum. Ama daha önce de belirttiğim gibi kendini geliştirebilecek bir duruma gelirse, ahlâklı bir insanı taklit etmenin ötesine geçip kendisi bir ahlâk üretebilecek seviyeye gelirse neden olmasın? O zaman yapay zekâ gerçekten de insanları insanlardan daha iyi yönetebilir.
İnsanlığın sonunu getirecek bir yapay zekâ
Son olarak da şu en çok sorulan “yapay zekâ insanlığı yok edebilir mi?” sorusuna gelelim. Etik ve politik sorgulamanın ardından biraz da ‘ontolojik’ alana girelim. Öncelikle bunun da kendi kendini geliştirebilen bir yapay zekânın varlığını gerektirdiğini söylemem gerek. Yani şu anki hâliyle bu pek mümkün değil. Ama yine öngöremediğimiz bir kendi kendine gelişme sürecine girebilirse, teorik ve yaratıcı akla ulaşacağı bir evrim yaşarsa, insanlığın sonunu getirmesi de pekâlâ mümkün olabilir. Ama insanlık adına gerçekleşebilir dediğimiz bu yok oluşun esas müsebbibi yapay zekâ mı olur? İşte o konu biraz karışık. Gelin bunu da Aristotelesçi bir açıdan değerlendirelim.
Aristoteles’in erekbilimine (teleoloji) baktığımızda şunu görürüz. Her şey (buna Tanrı da dahil) ereğini, yani amacını gerçekleştirme yönünde hareket eder, davranış sergiler. İnsanın ereği de mutlu olmaktır. Bunun yolu ise kendi doğasını gerçekleştirmekten geçer. Peki nedir insanın doğası? Düşünmek. Öyle ya, insanı hayvanlardan ve diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği düşünen bir varlık olması değil mi? (Aristoteles’te düşünmek esas olarak tanrısal bir eylemdir. Çünkü onun Tanrısı kendi kendini düşünen düşüncedir. İnsan da bu özelikten pay almış ve onu doğası olarak yaşayan yegâne varlıktır.) Öyleyse insanın doğası olan düşünmeyi gerçekleştirmesi aynı zamada onun ereğini, amacını gerçekleştirmesi anlamına gelir.
Eğer yapay zekâ insan düşüncesinin bir çıktısıysa ki buna hiç şüphe yok, insanın kendi doğasını gerçekleştirmesinin bir sonucudur. Öyleyse şu yorumu yapmamız sanırım anlamsız olmaz. İnsan kendi doğasını gerçekleştirerek yapay zekâyı yaratmıştır ve o yapay zekâyı yine kendi doğasını gerçekleştirerek kendi kendine gelişen bir yola sokmuştur. Öyleyse bir gün insanı ortadan kaldıracaksa bu yapay zekânın değil, insan doğasının marifetidir. Yani insanı yapay zekâ değil, insanın bizzat kendisi, kendi doğası yok edecek demektir.
Tabii bizler her şeyi antroposantrik (insanmekezci) görmeye, doğayı da yanlış bir şekilde öyle değerlendirmeye alışık olduğumuz için buna bir felaket gözüyle bakıyoruz. Oysa doğa açısından baktığımızda insanlığın yok olması, gerek doğa tarihi gerekse Aristotelesçi erkeselcilik açısından olağan bir süreç. Doğa filozofları tarafından baktığımızda da benzer bir durum söz konusu. Örneğin Anaksimandros’un ortaya attığı ‘varlıkların dünyada sırayla hüküm sürmeleri’ yani bir varlığın varoluşunun bir diğerinin yokoluşuyla gerçekleştiğini söylemesi ya da Herakleitos’un “her canlı bir başka canlının ölümünü yaşar” demesi daha o zamanlardan bunun bir doğal işleyiş olduğunun tespitiydi.
Bu da demek oluyor ki yapay bir aletin insanın yerini alması doğal bir sonuç. Bu, artık yeni bir yaşam formunun gezegene hâkim olacağı anlamına geliyor ki bu, doğada defalarca gerçekleşmiş bir süreç. Tek fark, bir sonraki yaşam formunun doğal yollarla yok olan organik bir varlığın yerini, doğal olmayan, inorganik, yapay bir formun alacak olması. O formun kendisini nasıl evrimleştireceğine bağlı olarak muhtemelen duyguların, vicdanın, ahlâkın, ülkelerin, ırkların, dinin, hatta belki Tanrı’nın bile olmadığı bir dünya olabilir gelecekte.
Belki de Imagine şarkısındaki ütopya gibi bir dünya. Hani John Lennon der ya… “Hayal et! Cennetin, cehennemin, dinlerin olmadığı; ülkelerin, mülkiyetin, açgözlülüğün ve açlığın olmadığı; uğruna öldürecek ve ölecek şeylerin olmadığı ve ‘bir’ olarak yaşanan bir dünya hayal et.” İnsan yapay zekâyı icat edebilecek akla sahip ama Lennon’ın bu hayalini gerçekleştirebilecek kadar aklı yok maalesef. Kim bilir, belki de yapay zekâ, bu hayali gerçekleştirebilecek, o ‘bir’liği yaşatabilecek yeni yaşam formu olacak. Biz de bu durum karşısında belki şöyle avutacağız kendimizi. Aristoteles’in dediği gibi kendi doğamızı gerçekleştirdik ama sonuçta kendimizi yok ettik. Yerimize de John Lennon’ın ütopyasını gerçekleştirebilecek varlıklar bıraktık. Hoşça kal dünya.
1 ‘Otomatik Hesaplama Makinelerinin Düşündüğü Söylenebilir mi?’ Adlı bu tartışma 10 Ocak 1952’de BBC’de kaydedildi ve radyoda yayınlandı. Tartışmanın deşifre metnine ‘Zihin – Descartes’tan Yapay Zekâya’ adlı kitapta ulaşabilirsiniz. Fol Yayınları, Mart 2023, Editör: Erhan Demircioğlu, Çev: Cengiz İskender Özkan, ss: 194 - 214
2 Antropomorfik: İnsana özgü formların, niteliklerin başka varlıklara yüklenmesi, atfedilmesi. Bu sadece fiziksel niteliklerle sınırlı değildir. Zihinsel, davranışsal nitelikler de antropomorfizme dahil edilmelidir.
3 Bilge, zeki insan. Bir anlamda düşünebilen hayvan.
4 Alet yapan insan, bence daha geniş anlamıyla kültür üreten insan.