Kerem Gürel
Thames’ın Zenginliği Ganj’dan Toplananlardan Gelir
Milyonlarca vatandaşın yüreğinde onarılması imkânsız yaralar açan yıkıcı bir depremin ardından eski ayarlarına dönen Türkiye’de gündemimizin bir numaralı konusu seçim. Adaylar, ittifaklar, suçlamalar, kucaklaşmalar ülke standartlarına uygun bir süratte devam ediyor. Nazarlarımızı bu karışık gündemden kaldırıp farklı noktalara odaklandığımızdaysa bambaşka görüntüler karşımıza çıkıyor. Rusya ile Çin’in dozajı artan dostlukları, batan Amerikan bankası, Trump’ın tutuklanma ihtimali… Bunca olayın arasında kaybolup gidenlerden biri de Fransa Devlet Başkanı Emanuel Macron ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi arasında yaşananlardı. İç siyasette köşeye sıkışan, emeklilik yasası ile ülkesini bir kez daha krize sokmayı başaran Macron, bakışları dış siyasete çekmek için yaptığı Afrika gezisinde ilginç demeçler veriyordu. Afrika gezisinde kökenleri General Charles de Gaulle ve yakın arkadaşı Jacques Foccart’a uzanan ve “Françafrique/Fransafrika" olarak bilinen neo-kolonyal düzenin bittiği mesajını vermeye çalışan Macron’un gözlerinin içine bakarak acı gerçeği yüzüne haykıran kişi ise Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi oldu.
“Özelde Fransa genel olarak Avrupa ve Batı ile ilişkilerimiz de değişmesi gereken şey tam olarak budur. Batı, Afrika’da olup bitenlere yaklaşım tarzını değiştirmeli… Birbirimize saygı duymamız gerektiğine inanıyorum. Bize olması gerektiği gibi bakın, bize saygı duyun ve bizi gerçek ortaklarınız olarak görün. Bize buyurgan bir yaklaşımla yanaşmayın.” diyen Tshisekedi, sömürgeci tarihinden aldığı gazla demokrasi balonunu uçurmaya çalışan Fransa’ya gerçekleri hatırlatmış oldu.
• • •
Edebiyatın da zaman zaman değindiği konulardan biri aslında emperyalizm. Kimi zaman sömüreni yücelten kimi zaman da sömürülenin çığlığını duyurmaya çalışan satırlardır bunlar. Burma Günleri’nde benzer bir temayı işler George Orwell mesela. 1984 ve Hayvan Çiftliği ile genel okuyucuya ulaşan Orwell’ın kıymeti az bilinen kitaplarından biridir Burma Günleri. Kendisi de bir süre Burma’da (bugünkü adıyla Myanmar) görev yapan Orwell, İngiliz sömürgeciliğini açıkça eleştirir bu kitabında. Zaten kitabın satışı sömürge yılları boyunca Hindistan ve Burma’da yasaklanmıştır. Kitabında yerel halktan olan bir doktorla İngiltere’nin bölgedeki politikalarını eleştiren İngiliz vatandaşı Mr.Flory arasında geçen konuşma kitabın en can alıcı noktalarından biridir (az uzunca olsa da buraya alalım):
“Doktor heyecanla elini salladı…‘Dostum, dostum, Doğulu karakteri unutuyorsunuz. Bütün tembelliğimiz ve boş inançlarımızla bizi geliştirmek nasıl olanaklı olabilir? En azından bize yasa ve düzen getirdiniz. Hiç sapmayan İngiliz adaleti ve Pax Britannica (İngiliz Barışı).’
‘Pox Britannica (İngiliz Çiçek Hastalığı) Doktor. Onun asıl adı İngiliz Hastalığı. Hem sonra barış kimler için? Tefeciler ve avukatlar için. Elbette Hindistan'ın barış içinde yaşaması bizim çıkarımıza uyuyor ama bütün bu yasa ve düzen zırvalarının sonu nereye götürüyor? Daha fazla banka ve daha fazla hapishane - tek anlamı bu.’
"Ne kadar korkunç bir çarpıtma bu!’ diye haykırdı Doktor. ‘Hapisshaneler gerekli değil mi yani? Buraya yalnızca hapishaneleri mi getirdiniz? Thibaw günlerinin pislik, cehalet ve işkencelerini düşünün, sonra da çevrenize bir bakın. Yalnızca bu verandadan dışarı bakmanız yeter. Hastaneye bakın, onun sağındaki okula ve polis karakoluna. Modern ilerlemenin ne büyük bir hızla yayıldığına bakın!’
‘Elbette, bunu reddetmiyorum,’ dedi Flory, ‘ülkeyi belli bakımlardan modernleştirdik. Bunu yapmak zorundaydık. Aslına bakarsan işimizi bitirdiğimizde Burma'nın bütün ulusal kültürünü yerle bir etmiş olacağız. Ama kimseyi uygarlaştırdığımız yok, yalnızca kendi pisliğimizi başkalarına sıvıyoruz. Şu hızla yayılan modern ilerleme dediğin şey nereye götürüyor? O çok sevgili eski domuz ahırımızda şimdi yalnızca bir de gramofonlarımız ve fötr şapkalarımız oldu. Zaman zaman iki yüz yıl sonra bütün bunların...’ ayağını ufka doğru salladı, ‘ormanların, köylerin, manastırların, pagodaların hepsinin yok olacağını düşünüyorum. Bunun yerine elli yarda aralıklı pembe villalar olacak; şu tepelerin hepsi göz alabildiğine villalarla kaplanacak ve hepsinin gramofonlarında aynı melodi çalacak. Bütün ormanlar dümdüz tıraşlanmış ve Dünya Haberleri gazetesi için kâğıt hamuruna dönüştürülmüş ya da gramofon kasası yapmak için doğranmış olacaklar.’”**
• • •
Orwell’ın kitabına konu olan olayların ve daha nicesinin temeli tarihin gördüğü en büyük şirket olan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarafından atılmıştır. Şirketler tarihiyle ilgili çalışmalar yapan Taha İ. Özel’in kaleme aldığı “İngiliz Doğu Hindistan Şirketi” bir şirketin değil aslında emperyalizmin kanlı tarihini gözler önüne seriyor. İngiliz hükümeti tarafından da desteklenen şirket kurulduğu 1600 yılından feshedildiği 1874’e kadar insanlık tarihine kazınmış kanlı izlerin de müsebbibi olmuştur. Özel kitabındaki şu satırlar dikkat çekici:
“Ticari gelir uğruna insanların yaşamını hiçe sayan Batı zihniyetli yöneticiler tarafından yönetilen şirket, Bangladeş halkından sonra neredeyse tüm Hindistan halkını köleleştirmiş, kıtlıklara sebep olarak da ticari hırslarını göstermiştir. Bununla da yetinmeyen şirket yöneticileri, 19. yüzyılın başlangıcından itibaren Çin'i afyon ile zehirleyip karşılığında satın aldıkları çay ile Amerika'daki kolonilerini ekonomik olarak sömürmüştür.”
Şirketin önce baharatla başlayan Asya ticareti ardından tekstil, tekstilden sonra da sırasıyla çay ve afyon ile devam ettirilmiştir. Baharat ticaretinde rakip olarak görülen ve daha ucuza baharat ürettiği fark edilen Banda Adası halkından on beş bin insanın katlinin yanı sıra Çin’in içe kapanık pazarına girebilmek için koca bir milletin afyonla uyuşturulması, Hintli dokumacıların ürettiği kumaşların pazarı işgal etmemesi için parmaklarının kırılması devlet destekli bu şirketin sabıka dosyasına kazınanlardan sadece bir kaçıydı.
Şirketin tüm dünyada kurduğu ve “Kasa hep kazanır” düsturuyla kaymağını hep Adalıların yediği bu kanlı sistemin diğer kirli yanlarını Shashi Tharoor’un yazdıklarında da görürüz. İki yaşındayken doğduğu İngiltere’den anavatanı Hindistan’a dönen ve burada milletvekilliği ve bakanlık görevlerinde bulunan Tharoor, dilimize “Utanç İmparatorluğu-İngilizler Hindistan’da Ne Yaptı?” adıyla çevrilen kitabında kendi yaşadıkları da dahil pek çok acı detayı okuyucusuyla paylaşır. Sanayileşmeden tarıma pek çok alanda İngiliz sömürüsünün sonuçlarına değinen Tharoor’un kitabında uygulanan emperyalist politikalara pek çok İngiliz yazar ve kanaat önderinin de eleştiride bulunduğunu görebiliriz. Özellikle 11 ciltilik “The Story of Civilization” (Medeniyetin Öyküsü) kitabının yazarı Will Durant’ın yazdıkları buraya alınmayı hak eden cinstendir:
“İngilizlerin Hindistan'ı fethetmesi, yüksek bir medeniyetin bir ticarî şirket [İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası] tarafından hiçbir vicdana ya da hukuka sığmayacak şekilde işgal ve yok edilmesi demektir. Sanata karşı kayıtsız olan ve sürekli kazanmak isteyen bu şirket ülkeyi ateş ve kılıçla mahvetmiştir. Düzensizlik, çaresizlik, rüşvet, katliam, ilhak, hırsızlık ve gayr-ı kanunî ve ‘kanuni’ yağma bugün itibariyle [1930] 173 senedir acımasızca devam etmektedir.”
Sanayileşmeden tarıma pek çok detayı meraklısıyla paylaşan bu iki kitap, “İngiliz Doğu Hindistan Şirketi” ve “Utanç İmparatorluğu”, insanlık tarihinin gözardı edilmeye çalışılan gerçeklerine (özellikle de ülkenin seçime odaklanmış bu yorucu gündeminden uzaklaşabilmek adına) farklı bir pencere açmanızı sağlayacaktır.
“İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin ticaret döngüsü” *
*Taha İ.Özel, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Vadi Yayınları
**George Orwell, Burma Günleri, Can Yayınları