Gönç Selen
SİYASETÇİNİN ‘ETHOS’U
Bazı siyasetçiler ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsınlar, akıldan ne kadar uzak olurlarsa olsunlar ‘ethos’ları sarsılmıyor, itibarları yıkılmıyor. Konuya komşuya, eşe dosta, arkadaşa dosta tanınmayan tolerans onlara tanınıyor. ‘Ethos’larını oturaklı sözleriyle, tutarlılıklarıyla değil de ona buna atarlanmalarıyla, bağırıp çağırmalarıyla inşa ediyorlar. İtibarı akıllarına, mantıklarına değil de saraylarına, lüks araçlı konvoylarına bağlıyorlar ki post-truth’ları işe yaramaya devam etsin. İstedikleri kadar akıl dışı konuşabilsinler.
‘Ethos’ kavramı üzerine daha önce de yazmıştım. Daha doğrusu retorik kavramı üzerine yazdığım yazıda bahsetmiştim ‘ethos’tan. Retorik, siyasetçilerin sıkça başvurduğu, hatta pek çoğunun tüm politikalarını onun üzerine inşa ettikleri bir kavram ve bilindiği üzere söz söyleme, ikna etme sanatı anlamına geliyor. Siyasette retorik olmazsa olmaz… Ama bunu ne amaçla kullandığınız çok önemli. Dedik ya bu bir ikna etme sanatı… Bu yüzden siyasetçi retoriği, yani hitabet sanatını kullandığında onu ne amaçla kullandığına dikkat etmek gerek.
PLATON DEMİŞTİ “BUNLAR YALANCI” DİYE…
Platon retorikten hiç hazzetmezdi. Bu işin üstadı hatta öğretmeni olan Sofistler’le de sıkı bir tartışmaya girmişti. Hocası Sokrates’i Sofistler’in karşısında konuşturduğu diyaloglarında retoriğin bir kandırma sanatı olduğu üzerine ciddi, felsefi bir akıl yürütme yapmıştı. Sofistler, ileride siyaset yapacağı neredeyse kesin olan aristokratların çocuklarına öğretmenlik yapıyor ve esas olarak da hitabet konusunda eğitim veriyorlardı. Öğrettikleri hitabet sanatı da kendileri ne isterse, kendi menfaatleri neyi gerektiriyorsa halkı ona ikna etmek üzerineydi. Platon işte buna karşı çıkıyor ve retorik sanatını kullanan siyasetçilerin kendi çıkarları için insanları yalanlara inandırarak hakikatten uzaklaştırdıklarını iddia ediyordu. Bugünden bakınca da Platon’a hak vermeden edemiyor insan. Sofistçe retorik yapan siyasetçilerden, günün moda değimiyle post-truth üreticilerinden geçilmiyor ortalık. Hatta yukarıda da belirttiğim gibi tüm politikasını retorik üzerine kuran, yani lafla peynir gemisi yürüten siyasetçilerle dolu etrafımız.
SUÇ RETORİKTE Mİ?
Aristoteles ise hocası Platon’a önemli bir noktadan karşı çıkıyordu. O diyordu ki, insanları yalanlara, hakikat olmayanlara inandırmak için retorik kullanılabilir, doğru. Ama bu, retoriği kötü bir sanat yapmaz. Onu bu amaçla kullananları kötü insan yapar. Yani Aristoteles’e göre Platon’un anlattığı halinde de retorik kavramıyla ilgili bir sorun yok. Sorun onun kullanılış amacında.
Neyse, sözü fazla uzatmadan esas konumuza, siyasetçinin ‘ethos’u konusuna gelelim. Aristotelesçi düşüncede 3 çeşit retorik var. Bunu aslında etkili bir retorik kurgulamak için gerekli olan 3 kavram olarak da ele alabiliriz. Bunlardan bir tanesi ‘pathos’. ‘Pathos’ hitabet sanatının kalbindeki kavram, zira insanları esas etkileyen, onları herhangi bir şeye ikna etmek için kullanılan esas silah budur. ‘Pathos’ bir sözü güzel söylemektir. Yani bir şair gibi, bir edebiyatçı gibi, iyi bir hikâye anlatıcısı gibi. Herhangi bir haberi, sözü, bilgiyi insanların duygularına hitap edecek biçimde süsleyerek söylemektir. Diğer bir kavram ise ‘logos’. İşte bu akılla söylenen sözdür. Retorik yaparken aklın, mantığın yolundan giderek türetilen sözdür. Bir anlamda söylenen sözlerin gerçekliğini kanıtlayan bölümdür. Tüm konuşmanın esas mesajıdır. Daha kolay anlaşılır bir şekilde söylemek istersek ‘kıssadan hisse’dir.
Bir de ‘ethos’ var. İşte o da konuşma yapan insanın karakteriyle ilgilidir. Konuşmacının ne kadar inandırıcı olduğu, doğrudan ve iyiden bahsedip bahsetmediği, hakikati ne kadar gizlediği ya da açığa çıkarttığıyla ilgilidir. ‘Ethos’ konuşmacının karakterini temsil eder, bir anlamda konuşmacının itibarıdır. Hani bir söz vardır… “Ben önce lafa bakarım laf mı diye, sonra adama bakarım adam mı diye.” Bunu söyleyen kişi, lafa bakarım derken ‘logos’ aradığından, söylenen sözün akla mantığa uygunluğunu dikkate aldığından bahsediyor. Adama bakarım derken de ‘ethos’tan, o sözü söyleyen kişinin karakterinden, güvenilirliğinden, itibarından bahsediyor. Lafı, sözü dinlenir biri mi yoksa saçmalayan, yalan söyleyen ya da gerçekleri saptıran biri mi? Ethik (ahlâk kuramı) ethos kelimesinden gelir. Yani ‘ethos’ söz söyleyen kişinin ahlâki duruşunu da temsil eder.
SİYASETÇİ ‘ETHOS’UNU NASIL KURAR?
Peki Aristoteles’in itibar diye de Türkçeye çevirebileceğimiz ‘ethos’ kavramının günümüz siyasetindeki karşılığı nedir? Her insan gibi siyasetçi de bir ‘ethos’ kurar kendine. Kurarken de şunlara dikkat etmesi gerekir: Söylediği sözlerde akla dayalı referanslar (logos) gerçekle örtüşüyor mu? Vaatlerini ne kadar gerçekleştiriyor? Dün söylediğiyle bugün söylediği birbiriyle çelişiyor mu yoksa tutarlı mı?
Gelin önce eşimizi, dostumuzu, arkadaşlarımızı, komşularımızı, yani gündelik hayatta ilişkide olduğumuz insanları düşünelim. Akla, mantığa sığmayan yalanlar söyleyenler, verdikleri sözü tutmayanlar, bugün beyaz dediğine yarın kara diyenler, başkalarında eleştirdikleri eylemleri kendileri yapanlar… Birkaç tane de olsa mutlaka vardır böyle insanlar çevremizde. İşte o insanların sözüne inanıyor muyuz? Onlara güvenip bir işe atılıyor, onların ipiyle kuyuya iniyor muyuz? Hayır değil mi?
Peki karşımızdaki insan bir siyasetçi olduğunda ne yapıyoruz? Yani onlar bu yalanları söylediklerinde, bugün söylediğini yarın inkâr ettiğinde onlara güvenmeye neden devam ediyoruz? Vaadini yerine getirmeyip üstüne de halkla alay edercesine “dün dündür, bugün bugündür” diyen siyasetçi gördü bu halk. Gördü de ne oldu? Milyonlar peşinden gitmeye devam etti. Rüşvet söylentileri ayyuka çıktığında gereğini yapmak yerine pişkin pişkin “benim memurum işini bilir” diye halkla dalga geçeni de gördük. Gördük de bir de üzerine cumhurbaşkanı yaptık o siyasetçiyi. “Uzaya gideceğiz” diye müjde veren siyasetçi Türkiye Cumhuriyeti Uzay Ajansı’na 2021 ve 2022 yıllarında toplam 100 milyon TL bütçe ayırdı. Aynı siyasetçi aynı yıllar için Diyanet İşleri için 29 milyar TL bütçe açıkladı. Yani Diyanet İşleri’nin bütçesi bizi uzaya götürecek kurumun tam 290 katı. Anlaşılan o ki uzaya gitme işimiz Allah’a kaldı. Şimdiden dua etmeye başlayalım, 290 sene sonra gideriz belki uzaya. Peki bunu söyleyen siyasetçinin ‘ethos’undan ne haber? Son yapılan anketler doğruysa uzaya gitme müjdesi veren siyasetçinin kişisel oy oranı %29,8. Bugün seçim yapılsa Türkiye’de yaklaşık 54 milyon seçmen var. Demek oluyor ki kabaca bir hesapla bu ‘ethos’a güvenen 16 milyon civarında insan var bu memlekette. Tam 16 milyon… Sadece sözleriyle değil, eylemleriyle de çelişen o kadar çok siyasetçi var ki… Dün politikalarını yerin dibine soktuğu liderin bugün kabinesinde bakanlık yapanlar mı ararsınız, dün kabinesinde bakanlık, hatta başbakanlık yaptığı liderin bugün en ateşli muhalifi olanlar mı?
SİYASETÇİNİN İTİBARI NEYE BAĞLI?
Bazı siyasetçiler ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsınlar, akıldan ne kadar uzak olurlarsa olsunlar ‘ethos’ları sarsılmıyor, itibarları yıkılmıyor. Konuya komşuya, eşe dosta, arkadaşa dosta tanınmayan tolerans onlara tanınıyor. ‘Ethos’larını oturaklı sözleriyle, tutarlılıklarıyla değil de ona buna atarlanmalarıyla, bağırıp çağırmalarıyla inşa ediyorlar. İtibarı akıllarına, mantıklarına değil de saraylarına, lüks araçlı konvoylarına bağlıyorlar ki post-truth’ları işe yaramaya devam etsin. İstedikleri kadar akıl dışı konuşabilsinler.
Hatta halkın gözündeki itibarlarına o kadar güveniyorlar ki, zamanında “ceketimi assam milletvekili seçilir” diyerek halkı aptallıkla itham eden ağa babaları gibi fütursuzca konuşabiliyorlar. Adeta söylediği yalanların bir itirafı olarak “uzaya gidiş geliş iki şerit yol yapacağız desek inanacak bir kitle var” diyebilecek kadar ileri gidebiliyorlar. Bu cümlenin esas anlamı “biz bu halkı yalanlarla yönetiyoruz” değil de nedir? Bir şey diyeyim mi? Haklılar… Çok acı ama yalanın bu kadarına bile inanan bir kitle gerçekten var bu ülkede.