Ölüm ölüm, hezen ölüm

“Gecenin bir yarısı babaannesinin acı ve titreyen sesiyle uyandı. Yaşlı kadın yatağının başucuna kadar gelmiş, ‘Ünal! Ünal kalk! Büyükbaban düşmüş! Seslendim beni duymuyor’. Sözcükler uykulu zihninde bir kez daha yankılandı. Duyduklarının ciddiyeti karşısında hızla doğruldu. Konuşamadan babaannesiyle beraber salona çıktılar. Yerde yatan yaşlı adamla daha bir kaç saat önce akşam yemeğini beraber yemişler, sabah tarlanın çitlerini onarmayı kararlaştırmışlardı. Usulca yanına sokuldu. Ürperdi. Bedenine ölümün soğuk eli şöyle bir dokunuverdi. Büyükbabası yerde yüzüstü yatıyordu. Yüzünü görebilmesi için çevirmesi gerekiyordu. Bir an duraksadı. Neyle karşılaşacağını bilememenin korkusuydu bu. Oysa yerde yatanın büyükbabası olduğuna emindi. Babaannesinin ağlamaklı sesiyle irkildi. Çoktan soğumaya başlamış bedeni yavaşça çevirdi. Ölümün bir daha hiç silinmeyecek ifadesi yaşlı adamın yüzüne yerleşmiş, bir gözü açık, ağzı aralık kalmıştı. Çabucak doğruldu. Gidip karşı evdeki anne ve babasına haber vermeliydi. Yaşlı kadın çoktan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı bile. İniltileri delikanlının yüreğini dağladı. Koşarak karşı eve gitti. Yaşlıların yanında, onlara göz kulak olması için bırakmışlardı onu. Bir yandan kapıya vuruyor, diğer yandan aralıksız zili çalıyordu. Kapıyı açan babasına tek bir kelime diyebildi ‘Büyükbabam…’
Babası nefes nefese vardı eve. İlk iş yaşlı adamın nabzını yokladı. Soğuyan beden onun da yüreğini ürpertti. Ölümün şiddeti giderek artan acı dalgaları yaratıyor, seslere uyananların ağlamaları feryada dönüşüyordu. Yavaşça ölü bedeni sırt üstü yatırdılar. Üzerini örttüler. Genç adamın gözyaşları usulca yanaklarından süzülürken duvarın dibinde yere çökmüş, gözleri kızarmış babasının sesiyle irkildi: ‘Sigaramı getir.’”
● ● ●
“Ölüm ölüm hezen ölüm
Evden eve gezen ölüm
Her düzeni bozan ölüm”

Halk bilimci ve yazar Sedat Veyis Örnek “Anadolu Folklorunda Ölüm” kitabının ilk sayfalarında okuyucusunu bu Uşak yöresinden alınmış dizelerle karşılar. Ölüm kavramını birkaç dizeyle anlatabilen ne derin bir epigraf ama…
Doğduğumuz andan başlayarak içe kapanan bir çemberin içine hapsoluyoruz. Çember, ölüm bize ulaştığında kapanmış oluyor. İki bin üç yüz yıl önce yaşamış Yunanlı filozof Epikür “Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz” diyordu. Yakınlarımızın ölümüyle acısını yüreğimizin her zerresinde hissetsek de tıpkı doğum gibi ölüme dair deneyimlerimiz ve bu deneyimlere ait anlatılarımız da yok. Her birimiz kendi ölümümüze yabancıyız.
Ehli Ölüm&Vahşi Ölüm
Nihilizmden varoluşçuluğa kadar pek çok felsefenin de çıkış noktasını oluşturan ölüme dair Avrupa menşeili dikkat çeken çalışmalardan biri Fransız tarihçi Philippe Ariès’in kaleme aldığı “Batı’da Ölümün Tarihi”. Günlük hayata dair tarih çalışmalarıyla bilinen Ariès kitabında Ortaçağdan bugüne Batı’da ölüm kavramının algılanışındaki değişiklikleri gözler önüne seriyor. Kitaba bir sunuş yazısı da yazan Boğaziçi öğretim üyesi Edhem Eldem’e göre Fransız tarihçi, demografiyi, istatistiki verileri geriye atıyor; böylece asıl derdi olan ölümün nasıl algılandığına yönelebiliyor. Zira zaman içerisinde ölümü algılayış değişmiş durumda. Böylece Ariès’in vurguladığı gibi ehli ölümden vahşi ölüme gelmiş oluyoruz. Eldem’e göre bu “Bir tür ters modernite anlatısı veya modernitenin biraz karanlık yüzünü gösteriyor.”
Modern dünya ölümü unutturmaya gayretinde. Zira tüketim ancak ölümsüzlük yanılsamasıyla her daim canlı tutulabilir. Yirmi yıl vadeli ev kredisi ödemeye insanları nasıl ikna edebilirsiniz yoksa?

Mana Etkisi
Konuya değinen bir başka yazar ise Güney Kore kökenli Byung-Chul Han. “Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü” isimli denemesinde Han çağımızın sihirli sözcüklerinden biri olan “büyüme” ile konuya giriş yapıyor ve ekliyor “Günümüzde büyüme dediğimiz şey, aslında kanseri andıran, nereye gittiği belli olmayan hızlı bir çoğalma. Hâlihazırda ölüm esrikliği etkisi bırakan bir üretim ve büyüme esrikliği yaşıyoruz.”
Han’a göre kapitalizmi kör bir sermaye birikimine zorlayan ana unsur onun ölümü olumsuzlamasıdır. Çünkü sermaye mutlak bir kayıp olan ölüme karşı biriktirilmektedir. Böylece biriktirilen para, sahibine yırtıcı bir hayvan statüsü ve ölüme karşı bağışıklık kazandırmakta, büyüyen sermayenin insanı ölümden uzak tuttuğu yönündeki arkaik inanç bugün bile varlığını sürdürmektedir. Han tam da burada Mana kavramından bahseder. Elias Canetti’nin “Kitle ve İktidar” kitabında detaylı olarak anlatılan Mana, savaşçı toplumlarda öldürme eyleminin sonucunda elde edilen güç ya da iktidarı ifade ediyor.

Kapitalizm sayesinde ufak (!) bir farkla cenazenizi dünyanın en lüks ve konforlu cenaze arabasıyla taşıtabiliyorsunuz. İngiltere kökenli A.W.Lymn Cenaze Hizmetleri’nin insanlığa büyük hizmeti.

Savaşçı öldürdüğü düşmanının Mana’sını kendi bedeninde taşır. Hatta kimi zaman düşmanın bedeninden bir parça da üzerindedir her zaman. Bu açıdan Han’a göre sermaye birikimi Mana’nın yarattığına benzer bir etki yaratır. Büyüyen sermaye büyüyen güç/iktidar anlamına gelir ve ölümden kaçmak için biriktirilmektedir artık.
Tüm çabasına rağmen bilim ve teknoloji henüz ölümsüzlüğü bulabilmiş değil. Ancak kapitalizm bütün gayretiyle ölümü değilse de ölümün gündelik hayattaki varlığını en aza indirmek için çalışıyor. Ölüm acısı üzerinde pek fazla durulmaması gereken, kısa ömürlü kullan at plastik ve şeffaf bir hale evrilirken bu yönde gösterilen çabaysa otoritelerce (!) bolca takdir görmekte. “Show must go on!” diyen modern dünya ölüm acısını yaşamayı değil unutmayı yüceltiyor. Annelerinin vefat ettiği gün cenaze haberini almalarına rağmen yarışmayı tercih eden Formula 1 pilotları Michael ve Ralf Schumacher kardeşler bu profesyonel davranışları ve çelik gibi sinirleri (!) ile epeyce övgü almışlardı 2003 yılında. Ölüm acısı dondurucuya konulmuş, iki kardeş diğer pilotlarla beraber milyonlarca insanın izlediği modern zaman Collesium’unda mücadelelerini vermişler, böylece organizatörler ve bahisçiler mutlu mesut yarışın bitiş anı ile bir “Oh!” çekmişlerdi.
Ölüm beklemese de acısı bekletilebilirdi sonuçta.
Zombi Yaşam
Ölümü sevmeyen modernizm ve kapitalist felsefe bir yandan onu alelade, sıradan hale getirip trafik kazasında, patlamada ya da pandemide ölenleri herhangi bir sayı; filmlerde, dizilerde akan kanı ise ketçap lekesi gibi sunmakta bir beis görmemekte; diğer yandan da ölüm acısını hatırlatacak şeyleri göz önünden kaldırmak için çabalamakta.
Yaşlıları mesela…
Yaşlılık doğal bir süreç gibi değil de bir tür zayıflık, zaafiyet gibi kabul edildikçe botoks, estetik vb müdahalelere erişebilenler bu zaafiyetten kurtulmak için çabalamakta, kurtulamayanlar ise sütre gerisine çekilmeye çalışılmaktadır. Yaşlanmanın yerini yaş almak aldıkça yaşlı olma geçmişin saygı ve itibar uyandıran nişanesi olmaktan çıkıp sorunlar ve masraflar odağı olarak görülür hale gelmekte.
Burada sözü bir kez daha Byung-Chul Han’a vermek aydınlatıcı olacaktır sanırım: “Yaşamın ölümden koparılması (bu da kapitalist ekonomi için kurucudur) zombi yaşama, yaşamdaki ölüme, yol açmaktadır. Kapitalizm paradoksal bir ölüm dürtüsü üretmektedir, zira beraberinde yaşam uğruna yaşamı katleder. Ölümden yoksun bir yaşamın peşinden koşması ölümcüldür. Performans, fitness veya botoks zombileri yaşayan ölü halindeki bir yaşamın görüngüleridir… Bizi zombi yaşamın paradoksundan kurtaracak tek şey, ölümü yaşama geri veren bir yaşam biçimidir: Ölmek için fazlasıyla canlıyız ve yaşamak için de fazlasıyla ölü.”
İnsanSı robotlar, robotlaşan insanlar
Modernizmin getirdiği, teknolojinin sağlamlaştırdığı günümüzün hakim gücü kontrollü yaşam ile bilinirlik ve kestirilebilirlik hayatlarımıza güven ve konfor sanrısı enjekte ediyor, en büyük bilinmezimiz olan ölüm ise bodruma kilitleniyor. Böylece Türk düşünür İoanna Kuçuradi’nin de bahsettiği üzere insanların robotlaştırıldığı, robotların da insanlaştırılmaya çalışıldığı bir zamanda yaşar hale geliyoruz.
Sağlık Hastalığı kitabında konuya benzer bir yaklaşımda bulunan Carl Cederström ve Andrè Spicer kapitalizmin ve neoliberal politikaların kendi çıkarları uğruna insanlara sağlıklı olmayı nasıl dayattıklarını anlatıyorlar. Bu modern zaman çarkında mükemmel sağlık, mükemmel performans ve verim demek zira. Bu da çalışan için terfi ve iş güvencesi:
“On dokuzuncu yüzyılın Protestan girişimcileri, öldükten sonra cennete gidip gitmeyecekler gibi korkutucu bir soruyu çok çalışmak yoluyla savuşturuyordu. Günümüzün kurumsal atletleri ise, çalıştıkları şirketin (ya da aslında başka herhangi bir şirketin) cazip bulacağı türden aktif ve enerjik bir çalışan olup olmadıkları sorusunu egzersiz yaparak öteliyor. Cennete gitmenin bedeli çok çalışmak değil artık. Bunun yerine günümüzün dünyevi cennetine girmek -yani, sürekli istihdam edilmek- için egzersiz yapmak gerekiyor.”
Gündüz Vassaf muhalif prizmada kırarak düşüncelerini yansıttığı Cehenneme Övgü kitabında “Ölüm Unutkanlığı”na şu sözlerle değinir:
“Ölümü dışarıda bırakan tüm düşünce ve eylemler, yaşamı mülk edinme çabasına götürür insanı… Ölümü yadsımanın, ölümsüzlüğe öykünmenin en acizane arayışları türümüzün yok olup olmama ikilemiyle aynı anda gündeme geliyor. Ölümü yadsıyarak, ölümü gülünç ve çaresiz çabalarla ertelemeye çalışarak hayata körleşiyoruz.”
Geçmişte yaşamın doğal bir uzantısı olarak kabul edilen ölüm gündelik yaşamdan dışlanarak bugün artık üzerinde durulmaması, düşünülmemesi, hatta unutulması gereken bayağı bir olay olarak zihinlere işleniyor. Ölümsüzlük sanrısına kapılan milyonlar “Ölmek istemiyorum” yerine “Yaşamak istiyorum” demek varken, yaşama şanslarını bonkörce heba ediyorlar.
Ölüm algısındaki bu değişim Anadolu insanının geleneklerinde de evrime neden oluyor, cenaze evleri acıyı paylaşma, zor günde destek olmanın ötesinde bedava kıymalı pide ve ayrana ulaşılabilen ve cenaze sahibinden bizzat hizmet beklenen yerler haline dönüştürülüyor.

  • Sedat Veyis Örnek, “Anadolu Folklorunda Ölüm”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları 218
  • Philippe Ariès, “Batı’da Ölümün Tarihi”, Everest Yayınları
  • Byung-Chul Han, “Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü”, İnka Yayınları
  • Carl Cederström&Andrè Spicer, “Sağlık Hastalığı”, YKY Yayınları
  • Gündüz Vassaf, “Cehenneme Övgü”, İletişim Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi