Gönç Selen
MUTLU OLMAK ZORUNDA MIYIM?
Evet, arkamıza bile bakmadan kaçtığımız o mutsuzluk değerlidir. O mutsuzluktur aslında bizi biz yapan; dünyaya, hayata karşı bizi güçlü kılan; hakikatin kötü yüzüyle karşılaştığımızda dimdik ayakta durmamızı sağlayan. Mutsuzluk eğitir, mutsuzluk öğretir…
Düşün tarihi ve etik külliyatı “mutlu olma sanatı”nı anlatan filozoflarla dolu. Aristoteles’ten Farabi’ye, Schopenhauer’dan Russell’a onlarca, belki de yüzlerce düşünür “mutluluk” üzerine düşünmüş, yazmış. Mutluluğa giden yolu felsefi adımlarla yürüyenlerin çoğu, onun “hayatın anlamı” olduğunu söylemiş. Yani bir anlamda onlar yukarıdaki soruya evet diye cevap vermiş… “Mutlu olmalısın.” Ama hepsi de mutsuzluktan geçerek mutluluğa erişmiş. Yani bu kavramı enine boyuna sorgulamış.
Kapitalist düzen ve postmodern dünya da bu soruya “evet” diye cevap veriyor. Üstelik zaman zaman bu düşünürlerin öğretilerine gidiyor, bize pek hissettirmeden argümanlarını da orada temellendiriyor. Peki o düşünürlerin yaptığı sorgulamaları yapıyor mu? Ya da mutluluğu sorgulamamız için bize fırsat tanıyor mu?
Çok açık bir gerçek var. Kapitalizm bu soruya evet diye cevap veriyor ama esas derdi bizim mutluğumuz değil. O, paranın ve bunun aracılığıyla elde edeceği gücün peşinde. Bu nedenle “mutlu olmalısın” demekle kalmayıp bunun formülünü de veriyor bize: Çalış, çok çalış, hep çalış ki sana para vereyim. Bu sayede kocaman bir evin, lüks bir araban olsun. Dilediğin yere tatile git, istediğin hayatı yaşa. Al sana mutluluk. Hatta, eskidi mi o mutluluklar? Artık mutlu etmiyor mu seni onlar? Bak daha büyüğü, daha güzeli var. Senden akıllı olmasın; evin, arabanın, telefonun akıllısı var. Paran mı yok? O da mesele mi? Borç vereyim ben sana, çok çok çalışır, yavaş yavaş ödersin… Sen mutlu ol yeter.
Postmodern dünya da diyor ki… Gerçekleri boş ver. Onlar seni mutsuz eder. Gel bak gölgelerden bir dünya kurdum sana. Orada ne istersen onu görür, onu yaşarsın. Yeter ki hakikat diye bir takıntın olmasın. Hatta al şu Instagram’ı, Facebook’u, Twitter’ı; kendin yarat küçük, yalan ve mutlu dünyanı. Burada özgürlüğü sınırsız yaşa… Bir tek hakikate yaklaşma, o sınırı aşma. Gör bak nasıl da mutlu olacaksın…
Aristo’dan kapitalizme mutluluğun dengesi, hazzı, rüyası
Aristoteles, hayatın amacını mutluluk olarak belirlerken bir dengeden bahsediyor. Bilgeliğin, erdemin ve hazzın dengesi… Aristoteles’e göre bir insan bu üç ilkeyi dengeli bir biçimde yaşarsa mutluluğa erişebilir. Kapitalizm işte bu öğretiyi alıyor ama hazzı tutup, postmodernizm aracılığıyla bilgeliği ve erdemi tükürüyor. Bilgiyi, bileni, bilgeliği aşağılıyor ki o sorgulama yapılamasın. Erdemi değersizleştiriyor ki mutluluğa giden yolda ahlaki sorumluluklar engel olmasın, hatta her yol mubah olsun. Aristoteles’in söylediği dengede bilmekten ve erdemli olmaktan gelen bir haz var. Kapitalizmde de denge var ama tükürdüğü bilgelik ve erdemin yerine evler, arabalar, telefonlar, tatiller ve onlara sahip olmaktan gelen bir haz... Bu derin uykudan uyanmayalım diye hakikatin yerine koyduğu çok güzel rüyalar var.
Çevremize bir bakalım. Hatta çevremizden önce mümkünse kendimize bir bakalım. Bizi mutsuz edecek her türlü eylemden, her türlü duygudan ve düşünceden arkamıza bile bakmadan kaçmıyor muyuz? Hakikatin bizi mutsuz edeceğini anladığımız anda ona sırtımızı dönüp yokmuş gibi, hiç gerçekleşmemiş gibi davranmıyor muyuz? Siyasetçiler yalanla, dolanla, ‘post-truth’larla bizi kandırıyorlar. Peki biz, kendi ‘post-truth’larımızı yaratıp kendimizi kandırmıyor muyuz? Mutlu olmak uğruna kendimizi sosyal medyada yarattığımız yalan dünyaya teslim etmiyor muyuz? Anlık, geçici hazların peşinden koşup, sahip olabileceğimiz kalıcı mutluluktan iyice uzaklaşmıyor muyuz?
Kemal Sayar, Bolluk Çağında Mutsuzluk adlı makalesinde “mutluluk hazları uç uca eklemek değildir” diyor. Prof. Dr. Ahmet İnam ise “mutluluk bir duygu durumu değil, bir karakterdir” diyor. Her ikisi de ne kadar doğru. Postmodern dünyanın sakinleri olarak ‘haz’zı mutlulukla eşanlamlı saymaya başladığımızdan beri mutluluğun bir duygu durumu değil de bir karakter olduğunu unuttuk. Mutluluğu ‘haz’da arayan birer hedonist olduk çıktık. Mutluluğun tanımını bile yapamaz olduk. Soyut düşünceden o kadar uzaklaştık ki mutluluğu somut şeyler üzerinden, evden, arabadan, yeni model akıllı telefonlardan yola çıkarak tanımlar olduk.
Nâzım da Abidin de bildi mutsuzluğun değerini…
Oysa “mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye ne güzel sormuştu büyük şair dostuna. Tanımla diyordu, söyle bana mutluluk nedir? Tanımlayamadı Abidin mutluluğu. Resmini de çizemedi. Çünkü bizim gibi somut aidiyetler üzerine değildi onların mutluluk anlayışları. Neden bu resmi çizemediğini de yine bir şiirle anlatabildi ancak. Çünkü biliyordu… Mutluluğu ancak mutsuzluk yoluna çıkarak anlatabilirdi. Mutsuzluk yolu bitmemişti henüz onlar için ve o yolun sonuna gelmeden ne mutluluğa ulaşabilirdi ne de onun resmini çizebilirdi. Nazım Hikmet de Abidin Dino da biliyordu mutsuzluğun değerini. Mutlulukla değil, mutsuzlukla yontmuşlardı kendilerini. O kadar çok yaşamışlardı ki hakiki dünyada, o mutsuzluk sayesinde büyük bir ozan ve büyük bir ressam olmuşlardı.
Evet, arkamıza bile bakmadan kaçtığımız o mutsuzluk değerlidir. O mutsuzluktur aslında bizi biz yapan; dünyaya, hayata karşı bizi güçlü kılan; hakikatin kötü yüzüyle karşılaştığımızda dimdik ayakta durmamızı sağlayan. Mutsuzluk eğitir, mutsuzluk öğretir…
Mutsuz olmak için çabalayalım, kendimizi mutsuz edelim demiyorum elbette. Ama bu, hayatın bir gerçeğiyse ondan kaçmanın, onu yok saymanın bir anlamı yok diyorum. Onunla savaşmak yerine barışalım. Mutsuzluktan alacaklarımız alalım ki Ahmet İnam’ın bahsettiği karakteri inşa edebilelim. Mutsuzluğu kaçılacak bir duygu olmaktan çıkarıp, mutluluğa erişmek için bir araç olarak kullanalım.
Wilhelm Schmid Mutsuz Olmak – Bir Yüreklendirme adlı kitabında “mutluluk her zaman mutlu eder mi?” diye soruyor ve şu cevabı veriyor. “Hayattan zevk alabilmek ve hayatı sevebilmek, güzeldir. Ama herkes için her an mümkün olmaz bu. Gerçi insanların gönül hoşluğu için yapabilecekleri çok şey bulunur. Ama her hoşluğa tekabül eden bir nahoşluk, her iyilik haline tekabül eden bir kötülük hali, her mutlu oluşa tekabül eden bir mutsuzluk vardır. İnsan kendini boşluk haline ne denli bırakırsa, karşı kutbun potansiyeli o denli büyür. Mutluluğunu sağlığa bağlarsa, bir nezle bile onu mutsuz edebilir. Hep eğlence istiyorsa gönlü, bir saat sıkılmak onu mutsuz etmeye yeter. Hep genç kalmayı isterse, yaşlanmak ona daha fazla acı verir. Hayat sırf zevk almak için mi yaşanır? Öyle ise, dişçide duyacağınız acı peşinen hayatınızın bir haftasını gölgeleyecektir. Sırf başarı mıdır önemli olan? O zaman tek bir başarısızlık bile hayattan bıktırabilir. Yaşama sanatı, her şeyde mucizevi olanı görmek midir? O zaman gündelik hayata damgasını vuran ve hiç de mucizevi olmayan şeyler değersizleşir, oysa onlarla yaşamak da yaşama sanatının parçasıdır.”*
* Schmid, Wilhelm. (2017). Mutsuz Olmak – Bir Yüreklendirme. 7. Baskı, Çev. Tanıl Bora. İstanbul.: İletişim Yayınları