Gönç Selen
Kırk akıllı gücünde bir deli
Hepimizin çok iyi bildiği o atasözü var ya hani… “bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.” İşte o delilerin kuyuya attığı taşlardan ve akıllıların o taşları çıkarmak için çoğu zaman boşa giden çabalarından bahsedelim bugün.
BRANDOLİNİ YASASI
Çok havalı bir isim değil mi? Sanki Orta Çağ’dan kalma skolastik bir düşüncenin bir çıktısı ya da modern zamanlardan Albert Einstein’ın Görelilik Teorisi’ne benzer bir şeymiş gibi geliyor kulağa. Ama pek öyle değil. Çok daha genç bir kavram ve aslına bakarsanız buna yasa demek de pek doğru değil. Literatürde bilinen diğer ismi daha doğru sanki. Saçmalık Asimetrisi İlkesi (The Bullshit Asymmetry Principle). Hatta bana kalırsa buna ilke demek de biraz iddialı. Konuyla ilgili pek çok yazıda da belirtildiği üzere aslında bu bir gözlem ve bence olsa olsa bir tez olabilir. Ama ilginç ve dikkate değer bir tez. İlk ortaya atılışı 2013 yılında İtalyan bir yazılımcı olan Alberto Brandolini’nin bir tweet’iyle olmuş. Tabii adını da bunu ortaya atan kişiden almış. Ben de bu kavramı yeni duydum. Dört ya da beş ay önce Haber Türk’te yayınlanan yer bilimci A. M. Celal Şengör, tarihçi Emrah Safa Gürkan ve Evrim Ağacı oluşumunun kurucularından Çağrı Mert Bakırcı’nın konuk olarak katıldığı Teke Tek Bilim adlı programda karşıma çıktı. Programın bir yerinde moderatör Fatih Altaylı konuklara Brandolini Yasası’ndan bahsetti. Programı izlerseniz (ki kesinlikle tavsiye ederim) konukların da bu kavramı yeni duyduklarını “o da ne yahu” diyen şaşkın bakışlarından anlayabilirsiniz. Bu arada bu kavramı enine boyuna anlamak isterseniz, evrimagaci.org sitesinde Itamar Shatz’ın (orijinal İngilizcesi de effectiviology.com adresli blogdan okunabilir) şahane bir makalesi var. Ben de bu yazıda yer yer yararlanacağım bu makaleden.
Lafı fazla uzatma da neymiş şu Brandolini Yasası derseniz… Basitçe ve kısaca şu: “Saçmalığı çürütmek için gereken enerji miktarı, saçmalığı üretmek için gereken enerji miktarından daha yüksektir.” Şimdi daha iyi anlaşılmıştır sanırım bu yazıya o meşhur atasözüyle başlamamın nedeni.
Bir yazılımcı olan Brandolini’nin bu yasayı ortaya atmasının nedeni tabii ki sosyal medyada sürekli rastladığımız sahte haberler, ünlü bir otoriteye aitmiş gibi yazılan sözüm ona özlü sözler. Kavramın ortaya atılış nedeni bu olsa da aslında, aslında çok daha geniş bir alanda karşımıza çıkan, hele de yaşadığımız bilgi kirliliği ve saçmalıklar çağında neredeyse her an karşılaştığımız söylemler için geçerli olabilecek bir tez bu.
VALLAHİ ÇOK HAVALI KONUŞTUNUZ
Shatz, makalesinde bu saçmalıklardan pek çoğu için örnekler veriyor. Meselâ bir tanesi sözde derin ifadelerle ilgili. Çok karşılaşmışsınızdır. Biri gelir karşınıza ve kullandığı her kelimenin anlamını bilseniz bile o kelimelerin bir araya getirilerek kurulduğu cümlelerden hiçbir şey anlamazsınız. Shatz’ın makalesinde sözde derin (pseudo-profound) diye adlandırdığı bu tarz söylemler için verdiği örnek çok hoş: “Bizler bir nokta olarak lokalize olan ve sonra şişerek tekrar lokal olmayan varlıklar hâline gelen lokal olmayan varlıklarız. Evren bizde yansıtılır.” Pardon… Ne dediniz? Anlayamadım. Valla hiç uğraşmayın, anlayamazsınız, çünkü anlamsız. Cümle yapısı itibari ile çok derin bir anlamı varmış gibi duruyor ama aslında tam bir saçmalık (bullshit). Bakın o kadar derin konuşabiliyorum ki, ancak derin olanlar anlayabilir söylediklerimi demeye çalışan, çok biliyormuş taklidi yapan ama aslında kara cahil birisinin söyleyebileceği bir söz.
İKİ ADIMDA GELİŞME SANATI
Bu bana hemen bizim o çok bilmiş kişisel gelişimcileri hatırlattı. Hani filozoflar ve bilim insanlarının sözlerini kopyala-yapıştır yöntemiyle çalan ve o özlü sözleri kullanarak “bakın kitap yazdım ben” diye ortalıklarda dolaşan sahtekârlardan bahsediyorum. Düzenledikleri seminerlerde, beş para etmez laflarını çok önemli sözlermiş gibi pazarlayan kişisel gelişimciler… Bir örnek de ben vereyim. Daha önce büyük şirketlerde yöneticilik yapmış, o dönemlerde iş dünyasına verdiği seminer ve eğitimlerde de nispeten mantıklı diyebileceğimiz şeyler söylemiş, ismini zikretmeye gerek duymadığım bir beyefendi var. Belli ki kurumsal dünyadan sıkılmış ya da daha büyük bir ihtimalle ‘bullshit’in çok daha fazla para ettiğini keşfedip istifayı basmış ve kişisel gelişimci olmuş bir zat. Önce beyazlamış saçlar uzatılmış, gerekli birkaç takı ve aksesuvarla karizma tamamlanmış, hafif bir spiritüel hava takınılmış ve çıkılmış sahneye. Saçmalıyor ama öyle böyle değil. Daha önce profesyonel bir yöneticiyken ve nispeten mantıklı konuşurken on, bilenmediğiniz on beş kişinin dinlediği adam şimdi kişisel gelişimci olmuş ve yüzlerce kişi ağzının içine bakıyor. Bir de bunu en saygın konuşma platformlarından biri olan TEDx’e çıkartmışlar, utanmadan orada bile saçmalıyor. Önce dinleyicilere “sigara içen var mı aramızda?” diye soruyor. Büyük bir çoğunluğun sigara içtiğini öğrendikten sonra bozuk bir Türkçeyle ikinci soru geliyor. “Peki ben şu anda, burada, yirmi dakika değil hatta yirmi saat bilimsel verilerle, bütün bilgilerle sigaranın sağlığa zararlı olduğunu anlatsam sigarayı bırakır mısınız?” seyirciler bırakmayacaklarını söylüyor. Buraya kadar her şey normal ama tam da bu noktada safsatayı patlatıyor… “Peki o zaman bir şey ortaya çıkıyor ki bilgi hiçbir şekilde insanı değiştirmiyor.” Hoppala! Adam insanların gözünün içine baka baka bilgi insanı değiştirmiyor diyor. Bu nasıl bir cehalettir, bu nasıl bir aymazlıktır? Homo Sapiens’e evrildiği günden bu yana, insanın bilgiyle geliştirdiği kültür, kurduğu medeniyetler, sanat, bilim, felsefe… TEDx salonundakiler sigarayı bırakmadı diye hepsi gitti çöpe. Neymiş efendim, sigara sağlığa zararlı diye bilgi veriyormuş, ama insanlar yine de sigarayı bırakmıyormuş, demek ki insan bilgiyle değişmiyormuş. Ya bilgi nedir bilmiyor ya da insanlara bir dakikalığına “vay be, adama bak… ne acayip tespit yaptı” dedirtmek için (ki diyen varsa aklından şüphe ederim) saçmalıyor. Şimdi bu söylediği gerçekle uzaktan yakından ilgili olmadığı, hiçbir mantıksal argümana da dayanmadığı için akıl yoluyla çürütmek de zor. Bilgi sahibi olmakla irade sahibi olmak ayrı şeylerdir desek işler mi bu beyefendinin safsatasına? Ayrıca sen, birkaç kişi sigarayı bırakmadı diye evrensel bir kuralmış gibi “bilgi insanı değiştirmez” diye bir lafı nasıl ve hangi cüretle söyleyebiliyorsun?
Bu türden saçmalıkların insanlar arasında kabul görmesinin, hatta hızla yayılmasının çok basit bir nedeni var. İnsanlar kendi düşüncelerini ya da inançlarını onaylayan sözlere ve duymak istediklerini söyleyenlere inanmaya o kadar hazırlar ki, söylenenlerin gerçek ya da doğru olup olmadığını sorgulamıyorlar. Rahatsız edici gerçeklikle mücadele etmek yerine hurafelere ve safsatalara sarılıyorlar. Çünkü yalanlarla inşa edilen bu saçmalıklar dünyası onlara konfor ve güven vaat ediyor. İşte bunu keşfetmiş olan şarlatanlar da diyor ki “Aaaaa! Burada ekmek var!
ASTRONOMİ DE NEYMİŞ, YAŞASIN ASTROLOJİ!
Bu keşfi yapmış olan ve buradan nemalanmak isteyen astrologlar, mesela “Merkür geri hareketine başladı aman dikkat, kötü şeyler gelebilir başınıza. Yatırım yapmayın, paranızı harcamayın, deprem falan olabilir, önleminizi alın” gibi bir sürü zırva şeyler söylüyor. Yahu bir kere Merkür geriye hareket falan etmiyor. Hoş etse ne olur? Bunun Türkiye ekonomisine nasıl bir etkisi olabilir? Celal Şengör bununla çok güzel dalga geçiyor: “Astrologları okuyorsun diyor ki, şimdi Merkür geri hareketine başladı. Yahu bu Ptolemaios astronomisidir, Kopernik'ten bile öncesidir. Şimdi sen buna güveniyorsun böyle bir zırvalık olur mu? Bir taş parçası uzayda dönüyor, diyorsun ki bu beni etkiliyor işimi etkiliyor. Buna inanmak için insanın deli olması lazım.”
Yetmiyor, çıkmış bir tanesi fizikçi Kerem Cankoçak’ın karşısına sallıyor da sallıyor. Yine Haber Türk’teki bir programda astrolog, kâhin, safsata üreticisi (artık nasıl bir sıfat uygun görürseniz) bir adam, Güneş’in, gezegenlerin çekim kuvvetlerinin bizim karakterimizi, gündelik hayatımızı nasıl etkilediğini anlatıyor. Kerem Hoca diyor ki, “Dünyanın aşağı yukarı 1 Gauss civarında bir manyetik alanı var. Cep telefonlarımızı açıp kulağımıza dayadığımız zaman bunun iki bin, üç bin, hatta on bin katı bazen manyetik alan yayıyoruz beynimize. Dolayısıyla Güneş’in manyetik alanı kesinlikle beyefendinin dediği gibi etkilemez. Zaten beyefendi astrolog, şöyle bir örnek vereyim astrolojiyle ilgili… Gezegenlerin bizi etkilemesi, kusura bakmayın ama şu kameranın kütlesinin beni etkilemesi kadar. Yani gezegenler o kadar uzak ki, bize etkileri, yani kütle çekim etkisi, ki başka bir etki de yok zaten…” Şimdi problem şu aslında. Kerem Cankoçak çok gereksiz bir tartışmanın içinde. Karşısında bir safsatacı var ve onun saçmalıklarını bilimsel bilgiyle çürütmeye çalışıyor. Hoca ne derse desin, hangi bilimsel gerçeği argüman olarak ortaya koyarsa koysun, karşısında akıl dışı, bilim dışı konuşan, hurafelerden kendine zırh yapmış bir adam var. İşlemez ona bilim, bilgi, akıl… Zaten bir karşılık da veremiyor, söyleyebildiği tek şey cılız bir sesle eveleyip gevelemekten öteye gidemiyor. Kerem Hoca’ya “siz astroloji çalıştınız mı?” diye soruyor ve tabii ki “ben fizikçiyim, neden astroloji çalışayım” diye bir cevap alıyor. Bunun üzerine de yine cılız bir sesle “peki bir bilim insanı çalışmadığı bir şey hakkında önyargılı bir yorumda bulunur mu?” diyor. Ne kadar zavallıca...
İNANÇ BİLGİYİ DÖVÜYOR
Ne yazık ki bu diyaloğu dinleyen insanların büyük bir çoğunluğu sonunda bilim insanının ortaya koyduğu gerçeklere değil, astroloğun zırvalarına inanacak. Merkür inatla geri gidecek, ekonomi bundan kötü etkilenecek, depresyona girmemize, kalp krizi geçirmemize, doğal afetler yaşamamıza neden olacak… Benim yakın bir arkadaşım gitmiş astroloji dersi almış. Hocası onu astrolojinin aslında istatistikle ilgili olduğuna, gök cisimlerinin hareketlerinin istatistiksel bir yorumu olduğuna inandırmış. Siz de inanır mısınız ki bu arkadaşım bir istatistikçi. Şimdi ben ne diyeyim? İstatistikçi arkadaşım bu yazıyı mutlaka okuyacak ve bana çok kızacak. Varsın kızsın… Ben de ona kızıyorum. Bir şarlatanın onu kendi uzmanlık alanı üzerinden bile kandırılabilmesine çok kızıyorum. Bir deli kuyuya taş atıyor, kırk akıllı onu çıkaramıyor. Hatta bazı akıllılar taşın peşinden kuyuya atlıyor. Pes vallahi…
Yine çok uzattım lafı ama bu konuda söyleyecek o kadar çok şey var ki… Artık devamı haftaya diyelim.