Kerem Gürel
KARANLIĞIN YÜREĞİNE BİR YOLCULUK
Ancak dünya hiçbir zaman sonsuz bahar yaşatmaz hiçbir insana. Ve bunu en acı şekilde öğrenenlerden biri de Robespierre’dir. Her sabah özenle pudralanmış saçları, beyaz yüzü, yeşil damarları kolaylıkla görünen kaditi çıkmış elleriyle bir dönem Fransa’nın en büyük gücü olan bu adam gözünü kırpmadan giyotine yolladığı yoldaşı Danton’a atfedilen “İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer.” sözünün kanlı canlı örneği oluverir.
Fransız Devrimi ve Aydınlanma Hareketi’nin öncülerinden sayılan Voltaire, “Tarih, cinayetlerin ve felaketlerin bir tutanağıdır.” derken Habil-Kabil’den bugüne dökülen onca kana, işlenen onca cinayete rağmen insanlığın kana doymazlığını da işaret ediyordu. Dünya üzerindeki hemen her toprak parçası garibanların, masumların kanlarıyla ıslanırken, resmî tarih çoğunca galiplerin zaferlerinden bahseder olmuştur. Geçtiğimiz günlerde elime geçen ve nicedir okumaya niyetlendiğim Robespierre1 ve hemen ardından okuduğum Joseph Fouché2 biyografileri geceyle gündüz kadar birbirinden farklı karaktere sahip bu iki politik figürün yaşam öyküsü üzerinden onbinlerce insanın kanının soğuk taşlar üzerine akıtıldığı, tarihin en kara, en vahşi dönemlerinden birini, Fransız Devrimi’ni tekrar merakla okumama vesile olmuştur.
Maximillien François Marie Isidore de Robespierre.
Gücünün zirvesindeyken halkın ona verdiği lakapla; “Incorruptible” yani satın alınamaz, yıkılmaz, bozulmaz. Fransız Devrimi’nin öncülerinden olan Robespierre dünya tarihinin en tartışmalı isimlerinden biri. Kimine göre eli kanlı bir cani, kimilerine göre cumhuriyetin yılmaz bir savunucusu. Biyografisini yazan Peter McPee’ye göre O, devrimin iki yüzüncü yılı olan 1989’da Fransız kamuoyu anketlerine göre en olumsuz duygular uyandıran figürdür. Hatta olumlu tepki yönünden XVI.Louis ve Marie-Antoniette’in bile gerisinde kalmaktadır. Kimi zaman Mao, Pol Pot gibi karanlık figürlerle benzerlikleri konuşulan Robespierre için McPhee kitabında pek çok çelişkili tanımlamanın yapıldığına, kimileri tarafından Tony Blair ve George Bush’a kimi zamanda onların düşmanı Julian Assange’a benzetildiğinin altını çizer ve Eli Sagan’ın şu dikkat çekici tanımlamasını aktarır:
“Onu araştırmak, karanlığın yüreğine bir yolculuktu.”
Hukukçu bir aileden gelen Robespierre 1758’de Fransa’nın kuzeyinde yer alan Arras’ta doğdu. Altı yaşında annesini kaybetmiş, iki kardeşiyle beraber onları terk eden derbeder babaları nedeniyle dağınık bir çocukluk geçirmiştir. Başarılı bir eğitim döneminin ardından Arras’ta avukatlık yapmaya başlayan genç Robespierre yükselme arzusunun ve talihin yardımıyla kısa sürede Arras Kraliyet Akademisi’ne seçilmiştir. McPhee’nin tanımlamalarıyla kısa boylu, zayıf, açık kahverengi saçlı, soluk yüzlü, gözleri bozuk ve ahlaken bile kasıntı olan bu genç adam, XVI.Louis’nin aldığı Zümreler Genel Meclisi’ni toplama kararının ardından Artois Bölgesi’ni temsilen üçüncü zümre temsilcilerinden biri olmayı başarmıştır.Aristokrasiye, monarşi ve elitlere karşı tavrı onu kısa sürede kırsal kesimin ve kent çalışanlarının savunucusu yapmıştır..
Kötülüğün doğuşu
1789’u hazırlayan ancien régime ve ardından gelen devrim yılları insanların içindeki kötülüğün doğuşunu gözler önüne seren bir mevsimdir. Bu dönemin bir ürünü olan Robespierre de başlarda idama, insan öldürülmesine karşı gösterdiği nahif tutumunu kısa sürede yitirmiş, binlerce insanın ölümünde kimi zaman doğrudan kimi zamanda dolaylı olarak rol oynamıştır. “Kötülüğün Sıradanlığı: Sıradan İnsanlar Neden Gaddarlık Yapıyor?”3 isimli ufuk açan yazısında Fatih Birinci, “Kötülük sıradan insanın içinde toplum tarafından uyandırılıp meşru kılınmayı bekler.” derken adeta devrimle beraber metamorfizmaya uğrayan Robespierre’in hikayesini özetlemiştir. Bugün bizi evlerimize hapseden, günlük yaşantımızı baştan dizayn eden Corona virüsünün hangi bünyede nasıl etki yaratacağını önceden kestirmemiz her zaman mümkün olmuyor. Oysa kimi zaman Robespierre, Cromwell ya da benzeri kişiliklerde, kimi zaman da ülkede yaşanan bir iç çatışmada görüyoruz ki kötülük insanın içine Corona gibi sonradan yerleşen bir virüs değil; o doğru kişide, doğru zamanı, doğru süreçleri bekleyen patlamaya hazır bir tohumdur.
Robespierre’in içindeki tohumun patlayıp dallarından ölüm meyveleri sunması 27 Temmuz 1793’te Kamu Güvenliği Komitesi’ne seçilmesiyle başladı denilebilir. “Terör Dönemi” olarak adlandırılan bu süreç için McPhee “Kamu Güvenliği Komitesi'nin uyguladığı terör taştan bir anıtsa bunun mimarı da Robespierre’dir” der. Yaptığı bir konuşmada “Bu durumda, siyasetinizin ilk kuralı, halkı akılla, halkın düşmanlarınıysa terörle yönlendirmek olmalıdır. Barış zamanında halk yönetiminin ana kaynağı erdemse de, devrim sırasında bu hem erdem hem terördür: Erdem olmazsa terör öldürücüdür; terör olmadan erdem güçsüzdür. Terör, hızlı, sert, katı bir adaletten başka bir şey değildir...” derken giyotine gönderilecek ve haklılığı bugün bile tartışılan binlerce insanın kaderini net şekilde ortaya koyuyordu. Yine bir konuşmasında "Ben ne bir haberci, ne bir araç, ne de halk avukatıyım; ben halkın kendisiyim.” diyen adam şimdi adaletin terazisinin bozulan ayarına bakmadan idam kararı veren bir karanlık ruha dönüşmüştü.
9 Thermidor
Ancak dünya hiçbir zaman sonsuz bahar yaşatmaz hiçbir insana. Ve bunu en acı şekilde öğrenenlerden biri de Robespierre’dir. Her sabah özenle pudralanmış saçları, beyaz yüzü, yeşil damarları kolaylıkla görünen kaditi çıkmış elleriyle bir dönem Fransa’nın en büyük gücü olan bu adam gözünü kırpmadan giyotine yolladığı yoldaşı Danton’a atfedilen “İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer.” sözünün kanlı canlı örneği oluverir.
Bulunduğu konuma ilgi uyandıran ,ateşli nutukları sayesinde ulaşan bu güçlü hatip şimdi kaderin bir cilvesi olarak tek kelime dahi edemeden acılar içinde, alelade sarılmış çenesinden tüm vücuduna yayılan acının umarsız ayaklarının dibinde yerde kıvranıyordu.
Kendi yarattığı korku ikliminin sert rüzgarları daha kuvvetli esiyor olsa da elindeki gücün yaşattığı esrime halinden midir bilinmez bizzat dostlarının uyarılarını da duymazdan gelir. Zamanın Fransız takvimine göre 9 Thermidor (27 Temmuz) günü yapılan Konvansiyon toplantısına katılan Robespierre yaklaşık üç saat isim vermeden etrafa ölümcül tehditler savurmuş, korku bulutlarını dağıtmadan bu karanlık ve puslu havayı kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Ancak hesap etmediği ve pek çoklarına göre küçümsediği bir diğer karanlık kişilik Fouché çoktan onun mezarını kazmış, kellesini giyotine göndermek için fitili ateşlemiştir. Tartışmaların ardından Konvansiyon’da yapılan oylama sonrası Robespierre kardeşi ve üç arkadaşının tutuklanmasına karar verilmiştir. Ancak ne götürüldüğü Luxembourg Hapishanesindeki, ne belediye başkanlığındaki yetkililer onu tutuklamak istememiştir. İdamını beklediği esnada kimilerine göre intihara teşebbüs eden, kimilerine göre de bir askerin kurşununa maruz kalan Robespierre çenesinden vuruldu. Bulunduğu konuma ilgi uyandıran ,ateşli nutukları sayesinde ulaşan bu güçlü hatip şimdi kaderin bir cilvesi olarak tek kelime dahi edemeden acılar içinde, alelade sarılmış çenesinden tüm vücuduna yayılan acının umarsız ayaklarının dibinde yerde kıvranıyordu. Diğerleriyle beraber idam edileceği yere götürülürken “Ben halkın kendisiyim.” dediği insanların hakarete varan saldırıları altında inliyordu. Diğerlerinin idamını acı içinde izleyen Robespierre’e, nazik boynu giyotinin soğuk demiriyle tanışmadan az evvel, cellat bir başka acıyı daha yaşatmak istemiş olmalı ki, çenesinden sarkan sargıyı hızla çekmiş ve yaşadığı devrin bu en güçlü insanın, otuz altı yaşındaki genç avukatın acısına acı katmıştır. İniltileri kendisinden evvel binlerce insana reva gördüğü giyotinin keskin bıçağı ile son bulmuştur ancak.
Ve Zübük
Robespierre’in öyküsü bu şekilde bitse bile onu idama götüren entrikaların arkasındaki bir başka politikacı Joesph Fouché için bahar rüzgarları daha yeni esmeye başlıyordu.
Robespierre’le arkadaşlığı oldukça eskiye dayanan ve biyografi ustası Stefan Zweig’in güçlü kalemiyle tanıyabildiğimiz Fouché, Robespierre gibi spot ışıklarının(!), şaşanın, tezahüratların gurur okşayan gücüne alışkın olmasa da sütre gerisinde kendi sistemini kurmayı, yıllar sonra Napolyon’un iç işleri bakanlığına kadar yükselip bir zamanlar yönettiği Lyon’da komünist beyannameler yayınlarken bir anda Fransa’nın en zengin ikinci kişisi olmayı başarmış, makyavelist, pragmatist, oportünist bir kişilik. Uzun zamandır ulusal kanalların yayınlamaktan imtina ettiği, benim gibi artık yaşı kemale ermişlerin epeyce iyi bildiği ve Aziz Nesin’in kaleminde doğup Kemal Sunal’ın harika oyunculuğunda can bulan Zübük karakteri ile pek çok benzerliğini yakalayacağınıza inandığım Fouché ile ilgili detaylar ne yazık ki bu sayfada bana ayrılan yere sığmayacak kadar çok.
İyisi mi siz bugünü hazırlayan ve onbinlerce insanın kanı arasında filizlenen Fransız Devrimini başka bir açıdan da okuyabilmek için benim yaptığım gibi bu iki karakterin biyografilerini ardı ardına okuyun.
*Eski rejim.Fransa’da I.François’nın hükümdarlığıyla başlayıp Fransız Devrimi’ne kadar süren dönemin genel adı.
1 Robespierre, Peter McPhee, İş Bankası Kültür Yayınları
2 Joesph Fouché Bir Politikacının Portresi, Stefan Zweig, Can Yayınları
3