Gönç Selen
Çuvaldız ve iğne…
Siyasette bir ilkesizliktir almış başını gidiyor. Bu konu o kadar büyüdü ki sanırsınız böyle siyasetçilerle yeni karşılaşıyoruz. Halbuki siyasetçi dediğin adeta bir ilkesizlik abidesidir. Çok gördük bunları aslında ama balık hafızalı olduğumuzu bile unutacak kadar balık hafızalı olduğumuz için hâlâ şaşırıyoruz onları görünce. Bizim ilkeli siyasetçimiz hiç olmadı ki… Neden mi? Anlamak için gelin çuvaldızı siyasetçiye iğneyi de kendimize batıralım.
Bir süredir siyasette ilke tartışması iyice alevlendi. Hadi tam zaman verelim… Sinan Oğan Cumhur İttifakı’na destek veriyorum dediği dakikada onu ilkesizlikle suçladık ve hepimiz (ben de dahil) bu kadar da olmaz dedik. Sizi bilmem ama bu benim için bir refleksti. Yani düşünmeden, otomatik olarak verdiğim bir tepki. Sonra düşündüm ve açıkçası bu duruma şaşırmama şaşırdım. Kendi kendime sordum… (Evet zaman zaman kendi kendime konuşurum ve kendime sorular sorarım. Bence bu sanıldığının aksine çok sağlıklı bir durumdur). Dedim ki… “Sen değil misin hiçbir siyasetçiye güvenmem diyen? Peki neden güvenmiyorsun? İlkesiz olduğu için değil mi? Bugün savunduğu temel değerlerini yarın terk edebildiği için değil mi? E o zaman neden şaşırdın Sinan Oğan’a?”
ÇUVALDIZI BATIRALIM BAKALIM
Çuvaldızı Sinan Oğan’a batırdık bile. Eminim hiç canı acımamıştır. Sonuçta siyasetçi ve derisi bir çuvaldızın bile işleyemeyeceği kadar kalın. Zaten mesele Sinan Oğan değil, çünkü o sadece güncel bir örnek. Esas mesele siyasetçinin neden “ilkesiz” olduğu, hatta neden “ilkeli” olamayacağı konusu. Bununla ilgili argümanlarımı yazının “iğne” bölümüne sakladım. Biraz sabredin açıklayacağım. Şimdi gelin biz diğer kalın derililere çuvaldız batırmaya devam edelim.
Süleyman Soylu mesela? Ne kadar ilkeli bir siyasetçi? İlkesizliklerini sıralamaya kalksak sayfalara sığmaz. Ya da Numan Kurtulmuş. İlkeli diyebilir miyiz? Devlet Bahçeli… “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın yılmaz savunucusu ve ortağı olduğunda kendi ilkelerini ayaklar altına almış olmadı mı? 6284 sayılı kanun Özlem Zengin’in kırmızı çizgisiydi… Ne oldu o çizgiye?
Sinan Oğan’a oy vermiş olan %5’lik kesim onun ilkesizliğinden yakınıyor. İyi de Türkiye’nin neredeyse yarısı Recep Tayyip Erdoğan, %45’i de Kemal Kılıçdaroğlu dedi. Sanki onlar ilkeli siyasetçilere mi oy verdiler? Ekonomiyi yerle bir etmiş ama hâlâ ben ekonomistim diyen, düzeltirsem ben düzeltirim diyen, 21 yıllık iktidarının arkasından halka demokrasi vadeden Recep Tayyip Erdoğan için ilkeli demek mümkün mü? Kemal Kılıçdaroğlu boğazına kadar yolsuzluğa batmış, ülkeyi soyup soğana çevirmiş AKP’yi eleştirmekte son derece haklı da CHP yönetimindeki belediyeleri ve CHP milletvekillerini de denetlese ya bir zahmet. Kılıçdaroğlu Platon’un bir sözünü diline dolamış son günlerde… Kılıçdaroğlu’na göre Platon şöyle diyor: “ülkeyi yönetenler, ülkeyi yönetirken zenginleşirlerse halkın haklarını değil kendi servetlerini korurlar.”[1] CHP’de siyaset yapmaya başladığı günden bu yana zenginleşen hiçbir milletvekili ya da belediye başkanı yok mu yani? Hadi canım sende…
Yakın geçmişe de bakalım biraz. Kendi ağzıyla “dün dündür, bugün bugündür” diyen Süleyman Demirel’in ilkeli bir siyasetçi olduğunu söylemek mümkün mü? “Benim memurum işini bilir”den tutun da “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz”a kadar uzanan ilkesizlikleriyle ünlü Turgut Özal’ı unuttuk mu? Dağlara taşlara ‘Karaoğlan’ diye yazdıran Ecevit, Güneş Motel’e giderken ilkelerini evde mi unuttu?
Ama dedim ya, bunlar sadece örnekler. Siyasetteki “ilkesizlik” kavramının tikel örnekleri. Esas mesele, daha önce de söylediğim gibi bu kavramı irdelemek. Çünkü sorun tek tek örnekleri ortaya sermekle bitmiyor, bitmeyecek. Sorun ancak ve ancak kavramsal boyutta çözülebilir. İlkesizliğin kök nedenini olan virüsü bulup ortaya çıkartmadan, bu hastalığı tedavi etmek mümkün değil.
İLKE NEDİR?
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne bakarsak “temel düşünce, temel inanç, prensip” anlamına geliyor. Hiç de fena bir tanım değil. Bilim alanında “temel bilgi” anlamına, madde için “öğe, unsur yani o maddenin yapı taşı” anlamına geliyor. Etik alanda da “davranış kuralı” demek. Bir de mantık alanındaki anlamı var, o da “her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, prensip” demek. Bütün anlamlarıyla ilke aslında bir düşüncenin, bir inancın hatta var oluşun merkezinde bulunan, o alanda her şeyin kendisinden çıktığı bir töz aslında. Başka bir değişle bir fikri, bir inancı, bir varlığı var eden kök, cevher. İşte ilke o kadar önemli, o kadar değişmez bir şey aslında.
Doğa bilimlerine baktığınızda çok net görürsünüz bu ilkeleri. Yer çekimi yasası mesela. Doğanın bir ilkesidir ve normal şartlar altında değişmez. Ya da suyun deniz seviyesinde 100º’de kaynaması. İsteseniz de değiştiremezsiniz bu ilkeyi. Doğa bu konuda tutarlıdır. Siz doğal şartlara müdahale etmediğiniz sürece o kendi ilkeleriyle işlemeye devam eder.
Doğa ilkelerine bağlı. Peki insan öyle mi? İşte her zamanki gibi konu insana gelince işler karışıyor. Var tabii insanın da ortaya koyduğu ilkeler. Etik mesela… Bir arada yaşayabilmek için ahlâkî ilkeler belirlemiş. Bu ilkeler toplumdan topluma değişse bile yine de evrensel ilkeler koymaya çalışmış. Aristoteles bunu yapmaya çalışan yüzlerce düşünürden biri. Ortaya koyduğu etik ilkelerle bireyin iyiliğini amaçlamış. Neredeyse bir ve aynı şey olarak gördüğü, hatta zaman zaman etiğin de üzerine koyduğu siyaset için de ilkeler belirlemiş ve demiş ki “bu da toplumun iyiliği için…” Siyaseti etiğin üzerine koyması da bundan. Etik bireyin yani senin, benim; siyasetse toplumun, yani hepimizin mutluluğunu hedeflemeli. Daha büyük bir ölçekteki mutluluktan bahsettiği için siyaseti etikten daha önemli sayabiliriz demiş. Siyaseti insanın sadece hayatını sürdürmesi için bir araç değil, aynı zamanda iyi ve mutlu bir hayat sürmesinin temel koşulu olarak görmüş. Bu yüzden de siyaseti en yüksek pratik bilim olarak adlandırmış. Bu büyük ölçekteki mutluluk için yasaları, özgürlüğü, adaleti, erdemi, liyakati, toplumun ortak çıkarlarını da ilke olarak ortaya koymuş. Anayasa demiş, sınıfları belirleyip görevlerini tanımlamış, zenginler kadar yoksulların da çıkarlarının kollanması gerektiğini söylemiş. Hatta az da olsa kuvvetler ayrılığından bile bahsetmiş.[2] Adamın 2.400 sene önce ortaya koyduğu ilkelere bak, bir de bizim siyasetçilerin yaptıklarına. Aristoteles öyle demokrat bir adam falan da değil. Yani bu ilkeleri demokrasi adına da koymamış. Bizimkiler bir de demokrat olduklarını iddia ediyorlar ama demokrasi için “eh işte kötünün iyisi” diyen Aristoteles kadar bile demokrat değiller. Bizimkiler “ilke” kavramını bile kendi işlerine geldiği gibi yorumluyorlar.
ŞİMDİ İĞNE ZAMANI
Bu ilke konusunda kendimize de iğne batıralım bakalım. Ama şimdiden söyleyeyim, bizim derimiz de az kalın değil. Bakalım iğne bizim canımızı acıtacak mı?
Trafikte emniyet şeridini kullanan maganda kardeşim. Hangi ahlâkî ilkenin peşinden gidiyorsun? Sen ancak son sürat hastaneye can yetişmeye çalışan ambulansın peşine takılıp gidersin. Alışveriş merkezine gittiğinde, giriş kapısına yakın diye engellilere ayrılmış yere de park ediyor musun? Ödemekte geciktiği vergileri hiç ödememek için af bekleyen şirket sahibi! Senin ilken de olsa olsa vergi ödemediğin devletten yatırım için teşvik almak olabilir. Daha dün “her yer Arapça tabelalarla doldu, memleketi istila ettiler, bir de bunlara vatandaşlık veriyorlar” diye isyan eden arkadaşım. Satmak istediğin ev için bugün ‘Arapça’ ilan vermişsin. Bir de kocaman başlık yazmışsın ilana “vatandaşlığa uygundur” diye… “Asgari ücretten bile az maaş alıyorum” diye isyan eden özel okuldaki öğretmenim. “Benim çocuğum okul yemeklerini yemiyor, açtığınız üniversite hazırlık kursuna da gelmek istemiyor. Bu yüzden yemeğe de kursa da para ödemek istemiyorum” diyen veliyi terslemişsin geçen gün. “Yemek yese de yemese de kursa gelse de gelmese de ödemek zorundasınız. Kural bu!” diyerek isyan ettiğin patronunu savunmuşsun. Politikacıların yaptığı yolsuzlukların ağır ahlâkî çöküntüye neden olduğunu söyleyen siyaset bilimci hocam. Sizin son makale intihallerle doluymuş. İnsanlara sağlık dağıtmak için yemin etmiş özel hastanede hekimlik yapan arkadaşım. Sırf hastane daha fazla kâr etsin diye günde kaç tane gereksiz tetkik yaptırtıyorsun? AKP yanlısı televizyon kanallarına “yandaş” diyen, tarafsızlığın bir gazetecilik ilkesi olduğunu söyleyen CHP yanlısı televizyon sunucusu. Sen de az yandaş değilsin hani. Çalıyorlar ama çalışıyorlar diyen berber kardeşim. Ahlâksızlığa ancak bu kadar ortak olunur. “Pazarlamanın en önemli işlevi ihtiyaç yaratmaktır” diyen reklamcı. İnsanlara ihtiyacı olmayan şeyleri öyleymiş gibi göstermenin ahlâkî olmadığını bile bile yıllardır bu işi neden yapıyorsun? (Ben tam 23 yıldır reklamcıyım ve bu son iğneyi de kendime batırdım).
Sen, ben, biz, toplum, bütün bir halk… Siyasetçiden ilke bekliyoruz da biz ne kadar ilkeliyiz? Biz ne kadar düşüncelerimizin ve inançlarımızın peşinden gidiyoruz? Amacım Sinan Oğan ve diğer tüm siyasetçilerin ilkesizliklerini meşru kılmak değil elbette. Ama onlara ilkesiz derken kendimize de batıralım şu iğneyi. Hadi itiraf edin. Yukarıda saydığım ya da sayamadığım ilkesizlikleri yapanlardan biri de siz değil misiniz?
Demokrasi halkın egemenliğidir. Yani yönetime talip olan siyasetçiler de halkın içinden çıkar. Yönetime geldiklerinde gücün kendilerinde olduğunu zannederler ve pek çok konuda halktan uzaklaşırlar ama sonuçta onlar da o halkın yetiştirdiği insanlardır. Yani özlerinde aynı kültür vardır. Bir anlamda bizim yansımamızdır onlar. Öyleyse ilkeli siyasetçi istiyorsak önce biz ilkeli yaşayacağız, ilkeli davranacağız. Çünkü ilkesiz bir halktan ilkeli siyasetçi çıkmaz.
[1] Kılıçdaroğlu Platon’un bu sözünü nereden aldığına dair bir referans verebilirse çok sevinirim. Ben Platon’un böyle bir sözünü bilmiyorum. Ama Platon’un yöneticiler ve askerlerin mal mülk edinmelerine karşı olduğu doğrudur. Hatta yönetim işini yaparken karın tokluğuna çalışmaları gerektiğini söyler. Bir anlamda yönetim işinden ekonomik çıkar sağlamamalıdırlar. Kılıçdaroğlu bu sözü Platon’a atfetmiş ama sanki genel bir yorum olarak söylese daha doğru olurdu.
[2] Aristoteles’in siyaset felsefesi ve ahlâk felsefesine (etik) dair bu bilgiler için Ahmet Arslan’ın İlk Çağ Felsefe Tarihi adlı eserinin Aristoteles cildinden (3. Cilt) yararlanılmıştır.