Çağımızın biricik gerçeği: Yalan

Artık hayatımız yalan. Siyasetle, pazarlamayla, reklamla, teknolojiyle bizi hakikatten o kadar uzaklaştırdılar ki kaybettik onu. Tekrar arayıp bulmaya da mecalimiz yok. Bu yüzden biz de hakikatin yerine o yalanları koyuyoruz. Yalan olduğunu bile bile sahte hakikatlere sarılıyoruz. Yetmiyor, kendi yalanlarımızı kendimiz üretiyoruz. Kimimiz çağa ayak uydurmak için, kimimiz mutlu olabilmek için, kimimiz de işimize öyle geldiği için.

Bu hafta yalan kavramı üzerine yazmaya karar verdiğimde, “ya bir dakika, ben yazdım zaten daha önce yalan üzerine” dedim kendi kendime. Sonra Gazete Pencere için yazdığım önceki yazılara şöyle bir göz gezdirdim ki… Aaaaa! Ben zaten sadece ve sadece yalan üzerine yazmışım.

Yazıların yarısından çoğu siyaset üzerine ve gündelik siyasetten örnekler içeriyor. Bu zaten o yazıların merkezinde “yalan” kavramı var demek. Doğa üzerine, insanın doğadaki konumu üzerine yazmışım. O da insanın kendisini kandırdığı yani kendisine “yalan” söylediği bir alan. Reklamcılık üzerine yazmışım ki reklamcının mesleği zaten “yalan” söylemek. Mizojini üzerine olan yazı erkek egemen dilin kurduğu “yalan” dünyayı anlatıyor. Günümüzün kişisel gelişim kavramını eleştirdiğim yazı zaten içinde yaşadığımız dünyanın en büyük “yalan”ını ifşa ediyor. Dijital dünyadan bahsetmişim bir yazıda. O da bile isteye içine girdiğimiz hatta mutluluk uğruna kendimizi kandırdığımız “yalan” bir dünya.

Tam “kendimi ne kadar çok tekrar etmişim, bir daha yazmayayım bunun üzerine” derken fark ettim ki içinde bulunduğumuz çağda yaşayıp, bugüne dair tespitler yapmaya çalışınca hep ama hep “yalan” çıkıyor insanın karşısına. Özgürlük, adalet, mutluluk, ekonomi, demokrasi… İnsan, bu kavramların pratik hayata yansımalarına bakıp, hangisini ele alsa bir “yalan” yumağıyla karşılaşıyor. Bu sayfaya bir isim mi versem artık? Mesela “Yalan Dünya”

YALANIN İYİSİ OLUR MU?

“Yalan” hiç şüphesiz etik, yani ahlakla ilgili bir kavram. “Ahlak”ın evrensel olarak incelendiği alan olan etiğin ortaya koyduğu şekliyle kötü, ama yerel olan ahlakla (kültüre, zamana, içinde bulunulan şartlara göre değişebildiği için yerel dedim) değerlendirildiğinde iyi olarak tanımlanabilecek bir kavram. Örneğin, II. Dünya Savaşı sırasında evinde Yahudi komşusunu saklayan bir Alman, kapıya gelip de o kişiyi soran Nazi subayına “nerede olduğunu bilmiyorum” diye cevap verdiğinde yalan söylemiş olur mu? Elbette olur. Peki bu yalan kötü müdür, iyi midir? Pek de zeki olmayan öğrencisini, ona öğrenme motivasyonu (Türkçesi ‘gaza getirmek’) sağlamak için “sen çok zekisin, yapabilirsin” diyen öğretmenin söylediği yalan iyi midir, kötü müdür? Savaşta esir düşen bir askerin, düşman askerinin “birliğin nerede?” sorusuna yalan bir cevap vermesi iyi midir, kötü müdür? Bu örneklerden de görebildiğimiz gibi iyi yalan vardır. Tabii bu yalanları iyi diye niteleyebilmemiz için, tıpkı yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, o yalanın ereğine, yani söylenme amacına bakmamız gerekir.

PLATON DA YALAN SÖYLENEBİLİR DİYOR.

Platon Devlet adlı kitabında söyle diyor: “… gerçekten ayrılma yetkisi yalnız devleti yönetenlerde olmalıdır. Devletin yararına, düşmanlarına ya da yurttaşlarına yalan söyleyebilirler. Bunların dışında kimse böyle bir yola baş vuramaz. Yönetilenin yönetene yalan söylemesi, hastanın hekime, öğrencinin öğretmene, yalan söylemesi kadar, ya da gemicinin kaptandan gemi ve gemicilerin durumunu gizlemesi kadar büyük, daha da büyük bir suçtur.” (389c). Görüldüğü gibi Platon yalan söyleme hakkını devleti yönetenlere verir. Ona göre devlet yöneticileri devletin iyiliği için yalan söyleyebilirler.

Devlet yönetiminde olsun ya da olmasın, hemen hemen bütün siyasetçiler Platon’un kendi felsefesi içinde meşru kıldığı yalan söyleme hakkını sonuna kadar kullanıyor. Tabii onlar bunu Platon bildiklerinden falan yapıyor değiller. Zaten bilselerdi, bu hakkın ‘devletin yararı’ şartına bağlı olduğunu da bilirlerdi. Onlar için yalan söylemenin tek bir koşulu var: Kendilerinin, kendi iktidarlarının yararı.

SİYASET YAPMA YÖNTEMİ OLARAK YALAN!

Platon’un devleti yönetenlere “yalan söyleyebilirsiniz” dediği alan idealar dünyasında var olan bir sistemi gerektiriyor. Zaten o da ütopya olarak yorumlayabileceğimiz bu ideanın peşindeydi. Onun bu sisteminde filozof bir kral olması şart. Yani bugüne yorumlayacak olursak bilgisiyle, adalet anlayışıyla, ahlakıyla, öngörüsüyle tam anlamıyla bilge olan yöneticiler gerekiyor. Ancak bilge yöneticiler devletin yararına olan yalanı söyleyebilir. Siz bugünkü devlet yöneticilerinin ya da devleti yönetmeye aday diğer siyasetçi ve bürokratların bu bilgelikte olduklarını düşünüyor musunuz?

Asgari ücretin dört kişilik bir aileyi açlık sınırının altına mahkûm ettiği, o ailenin açlıktan yoksulluğa terfi edebilmesi için 3,5 asgari ücrete ihtiyaç duyduğu bir ülke haline geldik. Tüketici Hakları Derneği’nin hesaplamalarına göre 16 milyon kişi açlık, 50 milyon kişi de yoksulluk sınırında yaşıyor.* Böyle bir ortamda “ekonomi çok iyi” demek bilgece söylenmiş bir yalan mıdır? Günlük ortalaması 1,3 olan kadın cinayetleri her gün gündemimizdeyken, sırf tarikat ve cemaatler öyle istiyor diye İstanbul Sözleşmesi’nden çıktıktan sonra “adalet sistemimiz kadını gerektiği gibi koruyor zaten” yalanını söylemenin bilgece bir yanı var mı? Kararnamelerle yönetilen bir ülkede yüksek demokrasi olduğunu söylemek, hasat yapabilmek için traktörünü satan çiftçilerin ülkesinde “bu sezon zarar eden çiftçi yok” demek, “ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin ya” diyen bir bakanın ülkesinde hukukun var olduğunu iddia etmek, sadece 61,29 milyon bütçe verilen uzay ajansıyla 2023’te uzaya, 2024’te aya gideceğimizi söylemek…  Bu örneklerden o kadar çok var ki. Şunları sormamız lazım kendimize: Bu yalanlardan hangisi bilgece söylenmiştir? Hangisi devleti yöneten siyasetçilerin değil de devletin yararınadır? Hangisi masum bir insanın hayatını kurtaran Alman’ın, öğrencisini motive etmek isteyen öğretmenin, birliğini korumak isteyen askerin söylediği yalan gibi ahlaken iyi diyebileceğimiz yalanlardır?

Machiavelli’nin yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyor da olsa ona atfedilen “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” cümlesini kendisine ilke edinmiş olan siyasetçilerin sözleridir bunlar. Bu ilke doğrultusunda yalan söylemek, artık onlar için bir siyaset yapma yöntemine dönüştürmüştür.

YAŞAM BİÇİMİ OLARAK YALAN!

Yalan siyasette her dönemde vardı. Tarihin her evresinde onlara inanıp inanmamak halka kalmıştı. Şimdi de öyle. Ama yaşadığımız bu çağın bambaşka bir özelliği var. Artık hayatımız yalan. Siyasetle, pazarlamayla, reklamla, teknolojiyle bizi hakikatten o kadar uzaklaştırdılar ki kaybettik onu. Tekrar arayıp bulmaya da mecalimiz yok. Bu yüzden biz de hakikatin yerine o yalanları koyuyoruz. Yalan olduğunu bile bile sahte hakikatlere sarılıyoruz. Yetmiyor, kendi yalanlarımızı kendimiz üretiyoruz. Kimimiz çağa ayak uydurmak için, kimimiz mutlu olabilmek için, kimimiz de işimize öyle geldiği için.

Ama unutmayalım... Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Kamuoyu araştırmaları diyor ki bahsettiğimiz siyasetçiler için yatsı vakti geldi. Bizim yatsı vaktimize ne kadar var?

* Tüketici Hakları Derneği 01.07.2021 tarihli basın açıklaması.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi