Gönç Selen
Bugünü anlamak, yarını inşa etmek!
“Geçmişte ne olduysa oldu, biz önümüze bakalım” diyenlere itibar etmeyin. “Bak bu ileri teknoloji. Nasıl ve neden icat edildiyse edildi, sen kullanmana bak” diye ahkâm kesenlere kulak asmayın. “3 asır önceki fikirlerle mi yaşayacağız?” diye soranların yanında hızla uzaklaşın. Bilimi sadece teknolojiden ibaret zannedenleri, tarihi tozlu sayfalar olarak görenleri, felsefeyi boş laf diye nitelendirenleri cehaletleriyle baş başa bırakın.
Ne garip bir çağda yaşıyoruz gerçekten. Gündelik hayat ve gündelik siyaset üzerinden bugünü anladığını iddia eden, bize de anlattığını zanneden çok bilmişlerle dolu etrafımız. Televizyonlardaki siyasi tartışma programlarına bakın. Tabii orada konuşan ve hemen her konuda bilgi sahibiymiş gibi gözükmeye çalışanları dinlemeye tahammülünüz kaldıysa hâlâ. Hepsi de Platon’un Sokrates’in Savunması’nda, Gorgias diyaloğunda, Devlet kitabında eleştirdiği Sofistlerin 2022 modelleri değil mi? Açıkçası benim tahammülüm kalmadı hiçbirine. Çok ve boş konuşuyorlar. Bugünden bakarak bugünü anladığını zanneden insanların, hiçbir derinliği olmayan boş muhabbetleri. İşin özüne asla inemedikleri için problemlerin asıl kaynaklarını da asla göremiyorlar. Tam bir ay önce yazdığım “Hakikati kaybetmek” başlıklı yazıda belirtmeye çalıştığım gibi, hakikati kaybetmiş, bizi de hakikatten uzaklaştırmaya çalışan insanlar onlar. İtibar etmemek lazım sözlerine.
SİZ İLERİYE BAKADURUN…
BAKALIM NE GÖRECEKSİNİZ?
“Ben hiç geriye bakmam, hep ileri bakarım” diyen ve bu sözü sahip olunması gereken bir dünya görüşü olarak satmaya çalışanlar vardır. Eminim sizin de karşınıza çıkmıştır böyle insanlar. Siyasetçisi, edebiyatçısı, iş insanı… Her alanda bu ve benzeri sözleri bir de çok havalı havalı söyleyerek insanlığın ilerlemesine katkıda bulunduklarını zannederler. Biri şöyle demiş: “Geriye bakarak ileriye yürüyemezsin.” Bir başkası da diyor ki “Arkaya bakma alışkanlığından kurtulun.” Dünyayı, hayatı ne kadar iyi anlamış ve anlamlandırmış çok havalı sözler değil mi? Değil… Bırakın üzerine derinlemesine düşünmeyi, neredeyse hiç düşünülmeden, tamamen popülist bir bakış açısıyla, insanların hoşuna gitsin diye söylenmiş altı boş sözler bunlar. Esas geriye bakmazsan ileriye doğru yürüyemezsin. Geçmişi unutursan bugünü anlayamaz, yarını inşa edemezsin. Çünkü sadece bugüne ve yarına bakarak anlayamazsın insanı. Geçmişte yaşanmış olanları, geçmişte söylenmiş olanları bilmen lazım. Çünkü aslında senin bugününü yaratan dün söylediklerin, dün yaptıklarındır. Yarınını inşa edecek olan da dün ve bugün söyleyip yaptıkların olacak.
“Geriye dönüp bakmayın” diyenler esas olarak neye sebep olduklarının farkında değiller. Aslında size tarih okumayın, felsefeye itibar etmeyin, bilimin geçmişine bakmayın diyorlar. Bugün o bilim size ne veriyorsa onunla yetinmenizi istiyorlar. Bilim size teknoloji verdi, alın kullanın… Nereden, nasıl geldiğinden size ne demeye çalışıyorlar. 2.500 sene önce Yunanlar demokrasi diye bir şey icat ettiler. Ama size ne demokrasinin hangi şartlarda icat edildiğinden, Yunanların hangi süreçlerden geçerek demokrasiye ulaştığından… Size verilmiş işte, gidin oyunuzu kullanın, demokrasinizi yaşayın diyorlar.
TARİH OKUMAYI BİLİYOR MUYUZ?
Bakın öyle derin bir tarih okuması üzerinden değil… En basit bir şekilde ortaokul tarih kitaplarında bile yer alan klişe bir stratejiden bahsedeyim size. Böl, parçala, yönet. Hepimiz hatırlıyoruz değil mi bu sözü? Çinlilerin Türkler üzerinde defalarca deneyip, hemen hemen hepsinde de başarılı olduğu söylenen bir taktik olarak kalmadı mı bu üçleme hepimizin kulağında? Ama esas sorun da burada galiba. Kulağımızda kalıyor sadece. Oradan aklımıza ulaşamıyor bir türlü. Kulak ve beyin arasındaki mesafe bu kadar kısayken, kulak ve akıl arasındaki mesafe nasıl bu kadar uzun olabiliyor? Aklımıza bir türlü yerleşemediği için global dünyada da hiçbir şeyin değişmediğini, hâlâ bu taktikle yönetildiğimizi göremiyoruz.
Tarih, geçmiş hakkında malumat sahibi olmak için değil, bugünü oluşturan şartları anlayabilmek için okunur. Temel olarak iki tür tarih okumasından bahsedebiliriz. Birincisi tarihi “o bununla savaştı, beriki şunu yaptı, kazanan kahraman ordular şu ülkeyi fethetti, ecdadımız o topraklarda yıllarca hüküm sürdü” diye masal okur gibi okumak. Diğeri ise “ne neye sebep oldu, hangi olgular nasıl bir düşünce ortamı yarattı, o düşüncelerden nasıl bir toplum çıktı, nasıl bir siyaset üretildi” diye okumak. İnsanlık çoğunlukla birinci tür okumalara yönlendirildiği için tarih bilincimiz de yüzeysel. Daha amiyane tabiriyle güdük.
İşte bu güdük tarih anlayışının sonucu hepimizin adı gibi bildiği bir sözle sonuçlanır: “Tarih tekerrürden ibarettir.” Bu mükemmel bir tespit asında. Ancak tarih adına değil, insan adına bir tespit. Doğrudur, tarih tekerrür eder. Ama bu tarihin doğasından kaynaklanmaz. Bunun esas nedeni insanın ahmaklığıdır. İnsan tarihten ders çıkartmadığı için tekrar tekrar aynı şeyleri yaşar. Geriye değil, ileriye bakalım diyenler işte tarihi tekerrür ettirenlerin başını çekenlerdir.
FELSEFE VE BİLİM OKUMAYI DA BİLMİYORUZ.
Bugün çok moda tabiriyle post-truth yani hakikatin önemsizleşmesi dediğimiz belanın esas nedenlerini sadece günümüzün yalancı siyasetçilerinde arayanlar büyük bir aymazlık içindeler. Geçmişe gözünüzü kapatırsanız, bu kavramın aslında Protagoras’ın “her şeyin ölçütü insandır” sözüyle başladığını göremezsiniz. Protagoras’ın hemen ardından gelen Platon ve Aristoteles’in hakikati kaybetmemek için neden akla ve mantığa sığındığını anlayamazsınız. Bu iki büyük filozofun, bugün yaşadığımız post-truth hastalığına aslında 2.400 sene önce buldukları ilacı kullanamazsınız.
Teknolojik her gelişmeyi hiç sorgulamadan “aman da ne şahane bir ilerleme” diye alıp kabul ederseniz aslında Platon’un mağarasına geri döndüğünüzü ve oradaki esrilerden farkınızın olmadığını göremezsiniz, hatta bunu göstermek isteyenleri de susturmak, tepelemek istersiniz. (Platon’un mağara benzetmesini bilenler ne demek istediğimi çok iyi anladılar.) Atomu bile parçaladık* ne şahane diye sevinenler, bu ilerleme sayesinde geliştirilen atom bombasının yol açtığı trajediye yıllarca ağladılar. Ama bunu daha da ileriye götürüp nükleer enerjiyi üretmekten de geri kalmadılar. Nagazaki ve Hiroşima’nın üzerine bir de Çernobil’i yaşattılar insanlığa.
Sonuç olarak söylemeye çalıştığım şudur. Günümüzü anlamak aslında basittir. Ama gündelik olaylar üzerinden anlatılacak kadar sıradan bir iş değildir. Basitliği şuradan gelir. Tarihe, felsefeye ve bilime gereken önemi verirsek, onları doğru okumayı ve değerlendirmeyi bilirsek bugünü anlayabiliriz. Dünü doğru tahlil edebilirsek yaşadığımız günü idrak edebilir, yarını da en sağlam şeklide inşa edebiliriz. Yeter ki hakikati önemsizleştireceğimize onun yolundan hiç ayrılmayalım.
* İnsanlık atomu parçaladı zannedenlere küçük bir bilgi: Atomu parçaladığımız falan yok. Birazcık felsefe okuyanlar Leukippos ve Demokritos’tan haberdardır ve atomun asla parçalanamayacağını bilir. Çünkü atom parçalanamaz demektir ve atomcu doğa filozoflarının parçalanamayacak en küçük maddeye, yani töze verdiği isimdir. Yani bir şeyi parçaladıysanız o aslında atom değildir.