Bonkörler ve nankörler arasında bir coğrafya

EN MÜHlM MESELE

Toprak doyurası gözleri doymuyor

çok çok para kazanmak istiyorlar;

öldürmemiz, ölmemiz lazım geliyor

çok çok para kazanmalan için.

Elbet de aşikare söylemiyorlar bunu :

renk renk fener asmışlar kuru dallara,

yalanlar salmışlar yollara,

hepsinin de kuyruğu telli pullu.

Davullar dövülüyor pazar yerinde

çadırlarda kaplan adam, deniz kızı, kesik baş,

pembe donlu canbazlar tellerin üzerinde

hepsinin de yüzü gözü boyalı.

Aldanıp aldanmamak

                         İşte mesele.

Aldanmazsak : varız!

Aldanırsak : yok!

Bir gariptir insanoğlu. Anlaması zor.

Yaşaması zor.

Rutinden beslenir mesela.

Sıcak ve güvenlidir çünkü onun için.

Yaşaması kolay.

Ancak o rutinin dışına çıkınca asıl performansını ortaya koyar.

O zaman kamçılanır yaratıcılığı.

•••

Bir toprak gibidir insanoğlu. Yüreğinde nice tohumları gizleyen.

Rutin, yaz güneşinde ılık bir ağaç gölgesidir onun için. Serin mi serin.

Ama o rutin bir bozulursa, zembereği şaşarsa o tohumlar birer birer patlayıverir bağrında.

•••

Kiminde yumuşacık bir dokunuştur. İyilik rayihası yayılır havaya. İnsan “Sadece bir anlığına mı acaba?” korkusunu taşısa da yüreğinde; bu kahırlı dünya, bu adaletsiz dünya, bu yoksulluğu, sefaleti yerin dibine batıramamış dünya; evet bir an da olsa vaadedilen cennetten bir pencere aralar. Bir başka aydınlanır. Karşılaşılan yüzler, tebessümler bir başkadır artık.

Makyaj değildir asla.

Kat’a yapmacık değildir. İnsanın özünden gelen iyiliğin halesi başında, aydınlığı yüzündedir.

•••

Enkazın altını aydınlatır mesela. Atan kalpleri sevdiklerine, yaşamını kaybedenleri huzur içinde uyuyacakları kara toprağın bağrına kavuşturma telaşındadır.

Bir başka yerde yol kenarında ücretsiz çorba dağıtırken rastlarsınız ona. “Çorba içmeyenin lastiğini indiriyoruz abi.” der. Tebessüm ettirir.

Bele ulaşan karın altındaki bir köyde yaptığı ekmeği depremzedelere ulaştırmak için çırpınan abla; bir başka köyde “Sobamı gönderiyorum, isterseniz içine de odun doldurayım, karaciğerim yavrularım…” diyen ninedir.

Parçalanan botunu sargı beziyle bağlayan kurtarma görevlisinin yüzünde, deprem anında hasta çocukları kurtarmak için çılgınca koşan sağlık görevlisinin yüreğinde parlar o iyilik.

•••

Evini açan, erzak taşıyan, koli dolduran, para bağışlayan, aynı acıları birebir yaşayan, beraber ağlayan, yüreği yanan insanların kalplerinde patlayan iyilik tohumudur o.

Onun havaya yayılan o hoş rayihasını duymaktasınızdır bir süre.

•••

Yüreği zifiri karanlığa gömülenler de vardır bu anlarda.. Ahlâk kılıcı, otorite korkusu üstünden kalkmış, nicedir sessizce bekleyen kötülüğün tohumu patlamıştır. Cansız bedenlerde altın, korumasız marketlerde kahve makinesi bulma telaşındadır. Kiraya zam yapan ev sahibi, çorbaya, bisküviye kat kat fiyat bindiren lokantacıdır, marketçidir o. Yardım kuruluşlarına faşizanca yaklaşanlardır kimileri. Senden, benden, bizden diyerek. Kimileri de vardır ki yardım tırını kendi deposuna boşalttırıp gevrek gevrek sırıtıyordur.

•••

Bir gün bir deprem olur. Tohumlar patlar yüreklerde. Kimi yüzler aydınlanır, çevresini aydınlatır. Kimi yüzler karanlıktır. Yarattığı kötülüğün kara bulutlarını gezdirir üzerinde.

•••

Afetler de ölüm gibidir. Ölüm getirir neticede. Ve tıpkı ölüm gibi titretir yürekleri. İbret alır zavallı insan. Ne çok anlamsızlığın ortasında kaldığını görür. Başını kaldırır önündeki kırıntılardan ve o zaman hayatın çıplak gerçeği vurur yüzüne.

Ama unutur insan.

Kolayca unutur.

Nisyan ile malüldür aklı.

Malum.

Oysa unutmamak gerek.

Bu coğrafyanın kaderimiz olduğunu kanıksayıp kulağımızın üzerine yatmamalıyız artık. Bu gerçeği DNA’mıza işlemeli bununla yaşamayı, buna göre yaşamayı bilmeliyiz.

Biz ondan kaçtıkça, onu yok saydıkça daha acı şekilde çıkıveriyor karşımıza.

Deprem bizim yumuşak karnımız, deprem bizim kronik sorunumuz. Diyabetli bir hastanın tüm yaşamını hastalığına göre şekillendirmesi gibi yaşantımızın orta yerine biz de depremi koymalıyız. Gündelik yaşamımızın, uzun-kısa vadeli planlarımızın hep bir yerinde bu gerçek de olmalı.

Bir an evvel coğrafya müfredatını güncellemeliyiz mesela. Sadece kuru bilgiye dayalı, sınava odaklı müfredattan hayata odaklı bir coğrafya müfredatına geçmeliyiz. Lise 1 ve Lise 2’de en temel coğrafya konularını haftada 80 dakikaya sığdırmak zorunda bırakılmamalı öğretmenler. Yaşadığı ülkeyi tüm detaylarıyla öğrenmeli gençler.

Bilmeli.

Tanımalı.

•••

Evet bir gün bir deprem olur. Tohumlar patlar yüreklerde. Kimi yüzler aydınlanır, çevresini aydınlatır. Kimi yüzler karanlıktır. Yarattığı kötülüğün kara bulutlarını gezdirir üzerinde.

Bu vardır ve hep varolacaktır. Turnusol kağıdı işlevi görür bu tür zamanlar. Ancak bu zamanlardan önce önlemler alınmalıdır devletin uzun koridorlarında. Bu milletin feraseti, iyiliği baskın çıkacaktır elbette her zaman. Ancak vatandaş da hep en zor anında önce devletini arayacaktır. Onu soracaktır. Devletine güvenecek, ona sığınacaktır.

•••

Açılışı yaptığımız gibi kapanışı da bir Nazım Hikmet şiiri ile yapalım kardeşim.

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

     beş değil, yüz

               milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

                           deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulûm

                                    senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

                  kabahat senin,

                          —demeğe de dilim varmıyor ama

                  kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi