Ben onu seviyor muyum çok?

Sevmek bazen tehlikelidir. Evet… Hepimizin sahip olmak istediği, dünyanın en güzel duygusunun tehlikeli olabileceğinden bahsediyorum. Normal şartlar altında hayatımıza güzellikler, iyilikler getiren bir duygunun çirkinlikler ve kötülükler de getirebileceğini söylüyorum. Bu anlamda sevginin aslında iyi ya da kötü bir duygu olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Sevginizi güzel ve iyi bir canlıya, güzel ve iyi bir şekilde yönlendirirseniz muhtemel sonuçları da güzel ve iyi olur. Tersi durumlarda ise yine muhtemelen çirkin ve kötü bir sonuçla karşılaşırsınız. Yani sizdeki sevme potansiyeli iyi ve güzel bir özne ya da nesneye iyi ve güzel bir niyetle yönelirse ne âlâ… Mutluluğa doğru emin adımlarla ilerliyorsunuz demektir.

Ben bugün, gündemimizi de fazlasıyla işgal eden ve artık bize gına getirten siyasetçilerden ve onlara karşı hissedilen sevgiden bahsetmek istiyorum. Bir insan siyasetçiyi “neden sever?” sorusuna değil de “sevmeli?” mi sorusunu sormak istiyorum. Ama önce şu ‘sevgi’ meselesini halledelim. Herkes kendi cevabını (verebiliyorsa) kendisi versin. Versin de doğru sorulara yanıt arayarak versin ya da o soruların içinde kaybolarak veremesin. Sevginin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını tam olarak bilemesek bile en azından kime ve neye karşı sevgi duymamız gerektiğini düşünelim azıcık. Sevgimizi yönelttiğimiz özne ya da nesne bize fayda mı yoksa zarar mı verecek, yoksa o fayda ya da zararı bizzat kendi sevgimiz mi getirecek? Ya da daha radikal bir soru… Sevgi dediğimiz şeyin değeri, bize sağlayacağı yarar ya da neden olacağı zararla mı ölçülür?

İNSAN KİMİ, NEYİ, NEDEN SEVER?

Felsefenin en temelinde bulunan “neden?” sorusu filozoflar tarafından “sevgi” kavramına da yöneltilmiş. Platon Şölen metnini tamamen bu kavramı anlamak ve anlamlandırmak için yazmış. Sokrates öncesi doğa filozoflarından Empedokles, oluş ve yok oluşun ilkeleri olarak iki kavramı koymuş ortaya: Yaşamda sırayla hüküm süren ‘Sevgi’ ve ‘Nefret. Aristoteles Nikomakhos’a Etik eserinde ‘sevgi’yi ‘dostluk’ ve ‘iyi’ kavramları üzerinden anlatmış ve demiş ki “İnsanlar kendileri için iyi olanı sevdiklerini ve sevdikleri şeyin mutlak anlamda iyi olduğunu düşünürler.” Jean Paul Sartre ise bu kavramı ‘başkası’ yani ‘ben’im dışımdaki, ‘ben’den farklı olan ‘özne’ üzerinden açıklamış. Bir anlamda filozoflar sevdiğimiz, ama neden sevdiğimizi bilmediğimiz özne ya da nesnelere karşı yönelimimizi bir ‘bilgi’ temeline ‘bilme’ eylemi üzerine oturtmaya çabalamışlar.

Peki biz birini, bir şeyi ya da bir eylemi neden sevdiğimizi biliyor muyuz gerçekten? Yani sevdiğimize karşı bir bilinçle mi yaklaşıyoruz, yoksa tamamen bir bilinçsizlik hali mi hâkim? Mesela annemizi, babamızı, kardeşimizi, çocuklarımızı neden seversiniz? Üstelik onları biz seçmemişken… Sadece kan bağı yeterli mi sevmek için? Ya da seçtiklerimizi düşünelim. Eşimiz, arkadaşlarımız, dostlarımız… Onları neden severiz? Fikir birliği, karşılıklı olumlu duygular yeterli mi onlara olan sevgimizi açıklamak, anlamak ve anlamlandırmak için? Aristoteles’in deyimiyle “dostluğun aşırıya kaçması”, bence sevginin aşırıya kaçması hatta şehvete varması anlamına gelen ‘aşk’ı nereye koyacağız?

ÇOK SEVDİĞİNİZ İNSANA OBJEKTİF BAKABİLİR MİSİNİZ?

İnsan birini çok seviyorsa, onun yaptığı kötü davranışlara karşı nasıl bir tavır alır? Ona karşı adil davranabilir mi? Yoksa sevgisi, adalet duygusunun önüne mi geçer? Ona karşı adil davranıp davranmayacağınızı belirleyecek kriter nedir? Yaptığı kötülüğün niteliği mi, yoksa ona karşı beslediğiniz sevginin niceliği mi? Koşulsuz sevdiğiniz çocuğunuzun yaptığı fenalığı affetme eşiğinizle, hiç tanımadığınız biri aynı kötülüğü yaptığı zaman affetme eşiğiniz bir ve aynı mı? Soruyu bir de şöyle soralım. Çok sevdiğiniz biriyle nefret ettiğiniz biri aynı kötülüğü yapsa ikisine de eşit ve adil bir muamele yapar mısınız? Yoksa nefret ettiğiniz kişinin davranışının en ağır şekilde cezalandırılmasını isterken, sevdiğiniz kişinin davranışına akla uygun bahaneler mi uydurursunuz?

“Aşkın gözü kördür” deyimi boşuna söylenmemiş değil mi? Sevginiz aklınızın önüne geçiyorsa, aklınızı perdeliyorsa orada ahlâkî açıdan bir problem yok mu sizce de? Bu açıdan baktığımızda sahip olduğumuz ve birilerine yönlendirdiğimiz ‘sevgi’ ahlâkî açıdan yanlış yargılar vermemize neden olabilecek, hatta daha da tehlikelisi, bu yargıyı meşru kılabilecek bir araç haline dönüşmüyor mu? Öyleyse ‘sevgi’yi aklımızla mı yöneteceğiz? Bir anlamda aklımız sevgimize yön verebilir mi? Biliyorum, bunlar cevaplaması çok zor sorular. Aklımız her zaman sevgimizi yönlendireceğimiz özneyi belirleyemez. O zaman ne yapmak lazım? Açıkçası ben sevgiyle yöneleceğimiz insanlarla, aklımızla yöneleceğimiz insanları birbirinden ayırmanın iyi bir yöntem olabileceğini düşünüyorum.

Önerdiğim bu yöntem sizin de aklınıza yatıyorsa… İşte tam da bu noktada güncelden de hareketle soruyorum. Siyasetçiyi hangi tarafa koymalıyız? Sevdiklerimizin arasına mı, yoksa aklımızla yöneldiklerimizin arasına mı?

SİYASETÇİ SEVİLİR Mİ?

Aristoteles Nikomakhos’a Etik’te şöyle der: “Sokrates bir yerde bilim varken insanların başka şeyler tarafından yönetilmelerinin kölece bir şey olduğunu söylüyordu, bu gerçekten de doğru.” Platon ise Şölen diyaloğunda Pausanias’a şunu söyletir: “Kendini sevgiye vermenin bizim geleneğimizce bir tek güzel yolu vardır. Seven bir insanın köleliğe katlanması onu küçük düşürmez, ayıp sayılmaz demiştik ya, bu gönüllü köleliğin gerçekten utanılmayacak biricik şekli erdem uğruna köleliktir.” İlginç değil mi? Ama bu sözün hemen öncesinde Pausanias ne diyor biliyor musunuz? “Kötü gördüğümüz başka bir şey de para yahut mevki uğruna kendini vermek, korku ve baskı altında gevşemek yahut da para, politika oyunlarının çekiciliğine kapılmaktır. Kötü görürüz, çünkü bunların sağlam, sürekli, bir tarafı yoktur, üstelik güzel sevgi doğmaz bunlardan.” Bu sözü de şöyle yorumlarsak yanlış yapmış olmayız sanırım… Karşındaki özneye sevgi besleyip, karşılığında da sadece sevgi dışındaki hiçbir beklenti ahlâkî değildir. Çünkü böyle bir durum çıkar ilişkisini gösterir.

Bu durumda soruyu tekrarlayalım. Siyasetçi sevilmeli mi? Ya da soruyu daha doğru bir şekilde şöyle soralım… Tek beklentimizin toplumu iyi, doğru ve adil bir şekilde yönetmesi ve yönlendirmesi olan insanla ilişkimizi sevgi üzerinden inşa etmek ne kadar doğru?

SEÇİMLERDE OY MU VERECEĞİZ SEVGİ Mİ?

Siyasetçiler sevgimizi talep ediyor. Kılıçdaroğlu’nun “seni seviyorum” demek için kullanılan kalp işaretini seçim kampanyasının simgesi haline getirmesi böyle bir şey. Birbirimizi sevmeliyiz diyor, sevgi kurtaracak bizi diyor. Tabii onun bu sevgi vaadi ve talebi, 21 yıldır insanca yaşamamızı sağlayan tüm kavramları altüst eden bir iktidarın sevgisizliğine karşı kullandığı iletişim stratejisi. Peki ya sevgisizliğini her fırsatta gösteren, kendisi gibi olmayanlara adeta nefret kusan iktidarın buna cevabı ne oldu? Duyanlara, duymayanlara… Soranlara, sormayanlara ilan etti birden sevgisini. İlan etmekle kalmadı, “siz de beni sevin” dedi. Türkiye siyasetinin iki ana akımı bizden adeta oylarımız değil de sevgimizi istiyor. Biz de sizi seveceğiz diyor. Bir taraf kendisini sevmeyenleri de seveceğini söylüyor ama diğer tarafta vereceğimiz sevginin karşılığını yine sevgi olarak alabilecek miyiz? Onu söylemiyor. En azından beni sevmeyeni de seveceğim demiyor hâlâ.

Ey beni seveceğini söyleyen ya da en azından beni seversen ben de seni severim diyen siyasetçi! Ben seni neden seveyim? Seninle ilişkimi sevgi üzerinden kurarsam bana karşı adil olabilecek misin? Yoksa ben seni seviyorum, sen de beni seviyorsun diye bizi sevmeyenlere karşı beni kayıracak mısın? Bu mu bana vaadin? Ben seni sevmiyorum diye seni sevenleri haksız olsalar bile bana karşı savunacak, koruyacak, kollayacak mısın? Ona hizmet edecek, bana hizmet etmeyecek misin? İlişkimizi sevgi üzerinden kurarsak adalet ne olacak?

SEVGİ Mİ AKIL MI?

Aşkın gözü kördür dedik ya… Sevgiyle benim gözümü kör etmeye, yaptıklarını ya da yapacaklarını görmemi engellemeye mi çalışıyorsun? Annemin, babamın, kardeşimin, sevgilimin, eşimin, dostumun hatalarını bir yere kadar hoş görebiliyorum ve bunu sevgimle meşru kılıyorum ya… Seninkileri de hoş göreyim, seninkileri de meşru mu kılayım istiyorsun. Aklımı bir kenara koyup sana sevgimle yöneleyim ve “çalıyor ama çalışıyor” diyerek o ahlâksızlığını meşru kılacak kadar akılsız mı olayım istiyorsun? Benden neden ‘sevgi’mi istiyorsun?

Ben sana sevgimle değil aklımla bakmak istiyorum. Sen de bana öyle bak. Sevme beni. Sevme ki bana karşı adil ol. Sevme bizi ki hepimiz eşit vatandaşlar olalım. Benden sevgimi isteme ki olur da onu sana verirsem beni sömürme fırsatı geçmesin eline. Gel seninle bir antlaşma yapalım. Sevgi değil, akıl üzerine kurulu bir ilişkimiz olsun. Mantık evliliği gibi düşün. Sen bana iyi, doğru ve adil bir yönetim ver, ben de sana oy vereyim. Bana herkesle eşit vatandaş muamelesi yap, beni kandırma, aldatma, benden çalıp çırpma, ben de seni seçeyim. Sen benim aklıma saygı duy, sevgime muhtaç olma, ben de seninle yürüyeyim. Beni sevgiyle kandırma, aklınla ikna et.

Duyanlara, duymayanlara… Soranlara, sormayanlara… Ben onları sevmiyorum, hiç… Sevmiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi