Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Yorgun İnsan ve Metalaştırılmış Hayvan

İnsanının insan olmayan hayvanlarla ve diğer canlılarla kurduğu ilişki, insan ruhuna ilişkin derin gerçekleri de yansıtıyor. Kapitalizmin yönlendirmesiyle metalaştırılan hayvan yaşamı ve hayvanların yalnızca ekonomik nesnelere indirgenmesi, bizlere ruhumuzun adım adım nasıl parçalandığını ve yabancılaştığını gösteriyor.

Tabiatın Hâkimi Yorgun İnsan

Byung-Chul Han’ın “Yorgunluk Toplumu” kavramı bireylerin sürekli olarak üretkenlik güdüsüyle hareket ettiği, daimî performans gösterme, başarma ve başarılı olma konusunda baskı altında olduğu, ara vermeden tüketmeye zorlandığı ve neticesinde derin bir varoluşsal yorgunluğa yol açan bir dünyayı özetler. Kapitalist sistemin alamet-i farikası olan üretkenlik ve verimlilik konusundaki talebi, bireyin benlik duygusunu aşındırır; zamanla ruhunu parçalar, araçsallaştırır ve yabancılaştırır. Bu psikolojik sürecin yansımalarını da hayvanlara ve tabiata yönelik muamelemizde görebiliriz: makineleştirilmiş süreçlerle işleyen hayvan çiftlikleri, yok edilen ormanlar, gri yerleşimin olan kabul edildiği mega-kentler veya şehirlerin anormali ilan edilen sokak hayvanlarını uyutma(!) girişimleri…

img-8824.jpg

Bugünkü düzende hayvanlar özerkliklerinden ve içsel değerlerinden yoksunlaştırılmış bir halde ve artık kendilerine özgü değerleri olan duyarlı varlıklar olarak görülmüyorlar. Bunun yerine hayvanlar doğal davranışlarından arındırılarak metalaştırılıyor ve yalnızca üretim sürecindeki faydalarına göre değer görüyorlar. Hayvanların birer mal parçasına indirgenmesi, birer sorun olarak görülmesi ya da varlığına dair değil işlevselliğine göre muamele görmesi, toplumda derinleşen psikolojik rahatsızlığın ve artan varoluşsal huzursuzluğun çığırtkanı olarak duyulabilir. Zira, otantik deneyimlerden ve derin ilişkilerden giderek kopan insan, modern yaşamın kaygılarını, nevrozlarını ve varoluşsal hoşnutsuzluğunu insan dışı varlıklara kaydırarak yönetmeye çalışıyor. Yani dışsallaştırıyor ve psişik bir yer değiştirme yapıyor.

Yer değiştirme ve dışsallaştırma

Psikolojide yer değiştirme, bireylerin duygularını veya arzularını tehlikeli veya kabul edilemez olarak algılanan bir nesneden, daha güvenli veya kabul edilebilir algılanan bir nesneye aktardığı bir savunma mekanizmasıdır. Mesela, iş yerindeki öfkesini patronuna aktaramayan kişinin, duygularını evdeki partnerine veya çocuklarına yansıtmasıdır. Neo-liberal ekonomi karşısında otantikliğini yitirerek performans öznesine dönüşen insan ise hissettiği yabancılaşmayı ve varoluşsal huzursuzluğu, kontrol altında tutabildiği yaşamlara, başka bir deyişle, hayvanlara veya tabiata yansıtarak kendi parçalanmış ruhunun rahatsızlığını geçici olarak hafifletiyor. İnsan ruhunu metalaştıran ve yabancılaştıran düzende duygularını ve arzularını aktaramayan -belki kendi arzularından bihaber kalan- insan da taşımakta zorlandığı duyguların verdiği rahatsızlığı hayvan yaşamının metalaştırarak ve hayvanı hayvansızlaştırarak/yabancılaştırarak azaltmaya çalışıyor. Lakin, partnerinin iş yerinde başa çıkamadığı duygularına maruz kalan annenin sonunda çocuğuna kötü davranmasıyla, ardından çocuğun evdeki hayvanı incitmesiyle ya da oyuncaklarını kırmasıyla devam eden, muhtemelen kuşaktan kuşağa aktarılacak, bu muamelenin bir paraleli olan hayvanlara yönelik zarar verici eylemler, hem insanlar hem de hayvanlar için yabancılaşma ve sömürü döngüsünün devam etmesine neden olabilir.

Biyopolitik eylemler

İnsanın güç ve kontrol arayışı, yaşamın düzenlenmesi ve yönetilmesinin esas konular haline geldiği biyopolitik alana kadar uzanıyor. Michel Foucault tarafından geliştirilen biyopolitika kavramı, bilgi, iktidar ve beden üzerindeki otorite rejimleri altında insan yaşam süreçlerinin yönetilmesine imkân sağlayan strateji ve kontrol mekanizmaları ifade eder. Bu noktada tabiat üzerinde de iktidar olmaya çalışan ve biyopolitikalarını oluşturan insanın genetik mühendisliği, seçici yetiştirme ve endüstriyel katliam gibi eylemlerini yalnızca ekonomik verimliliğin uygulamaları olarak yorumlamak yetersiz kalabilir. Zira, madalyonun diğer yüzünde insanın psikolojik tahakküm ve kontrol dürtüsünün tezahürü olabilir.

Bu dürtü yalnızca gündelik pratik kaygıları değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz çağın, yaşamın her yönünü rasyonelleştirme ve optimize etme ihtiyacını da yansıtır. Örneğin, kas kütlesini arttırmak ve daha hızlı büyümeyi sağlamak için hayvan DNA’sını değiştirmek, varlığın özünü kontrol edebilme isteğini; istenilen özelliklere göre üreyecek hayvanları seçmek, hayvanların insan ihtiyaçlarına göre şekillendirilecek metalar olduğunu; sokak hayvanlarına sokaklarda yaşamayı menetmek, yaşamın sadece insan rasyonelliğine indirgenme ve optimize etme ihtiyacı görüşüne dayanak olabilir...

(Devamı Haftaya.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi