Necdet Saraç
Müzakere ve Mücadele
Türkiye demokrasi açısından normal bir ülke olsa, ülkenin iki büyük partisinin Genel Başkanı’nın görüşmesi önemli ama olağan olurdu. Günlerdir kamuoyu gündemine oturan Erdoğan-Özel görüşmesi, ülkenin normalleşmesi açısından önemli ve doğru olsa da bu görüşmeden çok somut bir sonuç çıkacakmış gibi görüşmeye olağanüstü bir anlam yüklemek ve daha da önemlisi beklenti yaratma çabası da aynı şekilde yanlıştır!
Bu makaleyi kaleme alırken Erdoğan da Özel de kameralar karşısına geçip henüz açıklama yapmadılar. Ancak görüşme sonrası AKP Sözcüsü Ömer Çelik yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanımız görüşmeden memnuniyet duydu, diyaloğun devam etmesi gerektiğini belirtti” vurgusu yapıp, Erdoğan’ın “iadei ziyaret gerçekleştireceğini” belirtirken, Özgür Özel’in de İsmail Saymaz’a yaptığı açıklamada, görüşme için "Olumlu bir atmosferde gerçekleşti. Olumlu sonuçlar doğuracağına dair iyimserim. Müzakere ve mücadeleyi birlikte yürüteceğiz" dediğini biliyoruz.
Kutuplaşmanın derinleştiği, 1 Mayıs’ta “aman kimse Taksim’e çıkmasın” diye fiili sıkıyönetim ilan edildiği bir günün ertesinde yapılan görüşmeden yansıyan fotoğraflardaki “üçüncü koltuk” muhalefet cephesinde tartışma yaratsa da iktidar medyası bu görüşmeye çok olumlu bir anlam yükledi. Nitekim görüşme sonrası Hürriyet Gazetesi internet sitesinde görüşmeyi, “Kritik zirvede mutlu final” şeklinde verirken, Yeni Şafak görüşmeyi “Ziyaret olumlu havada gerçekleşti” diye, Türkiye Gazetesi de “Erdoğan, CHP'ye iade-i ziyaret yapacak” diye verdi…
Her fırsatta kutuplaşmayı körükleyenlerin bu “mutlu mesut” havaları, “görüşmelere devam kararı” ve “şeffaflık” açıklamaları Türkiye’nin normalleşmesini isteyen herkes için kuşkusuz önemlidir ancak 2015’de önce Baykal’ın arkasından da Kılıçdaroğlu ile Davutoğlu arasındaki “istikşafi görüşmeler” dikkate alındığında CHP açısından doğru olanın durup düşünmek ve dikkatli hareket etmek olduğunu belirtmek gerekir.
Bunun iki önemli nedeni var:
Birincisi, 22 yılın sonunda Erdoğan ülkenin en statükocu ismi, partisi de ülkenin en statükocu partisidir! Bu yüzden Erdoğan statükosunun bozulmaması ve kendi siyasi ömrünü uzatmak için her türlü hamleyi yapabilir. Bu hamleler içine yaş hadleri dikkate alınarak generallerin tahliyesi de, Abdulkadir Selvi’nin “sabah akşam” yazmaya başladığı Osman Kavala’nın tahliyesi de dahil olabilir. (Kaldı ki Osman Kavala’nın AİHM kararlarına rağmen haksız hukuksuz bir şekilde cezaevinde kalmaya devam etmesinin “uluslararası kredi” arayan Mehmet Şimşek’in her yerde karşısına çıktığını en iyi Erdoğan biliyor…)
İkincisi ise Erdoğan, ekonomik krizin giderek siyasi bir krize dönüştüğünü görüyor. Enflasyon düşmüyor ama alım gücü düşüyor ve daha da önemlisi 16 milyon emeklinin önemli bir bölümü aldıkları 10 bin lira aylıkla açlıkla sınanıyor. Erdoğan bu sınanmanın 31 Mart’la sınırlı kalmayacağını ve potansiyel bir erken seçimin kapıda olduğunu da görüyor. Bu yüzden Erdoğan’ın zaman kazanması gerekir. Anayasa tartışmaları bu zaman kazanmanın en önemli parçası olabilir. Kendi anayasasını tanımayan bir Erdoğan için “yeni sivil ve demokratik anayasa” söylemi kulağa hoş gelse de kimsenin “darbeyi yargılayacağı” iddia edilen 2010 referandumunu da, 2017 referandumunu da unutmaya hakkı yoktur!
Ekonomik krizi çözemeyen, bahanesi kalmayan ve 22 yıl sonunda ilk kez ikinci olan Erdoğan ne sorun çözebilir ne de demokratik bir anayasa yapabilir. Görüşmenin “Külliye” yerine AKP Genel Merkezi’nde yapılması da, "Sizin başkanlığınızda ivmelenen bir süreç var" vurgusu da bu gerçeği değiştirmez. Yalnızca top çevirir. Görülmesi gereken bu!
Görüşme hiç kimsenin sorumluğunu ortadan kaldırmamalı, “her şeyin yapanın yanına kar kaldığı Türkiye geleneği” hiç değilse bu kez bozulmalı! Çünkü öyle bir ülkedeyiz ki, hem de "3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü" öncesi Uğur Mumcuların ayak izini takip eden gazeteci Barış Terkoğlu'na 2 yıl hapis cezası verilebiliyor!