Tolga Balcı
Gazetecilerin hiç mi suçu yok?
Seçimlerin üstünden neredeyse bir aylar geçti. Birçok analiz yazısı, eleştiri ve özeleştiri mesajları içeren parti sonuç bildirileri ve söyleşiler serisi gördük, okuduk. Bu yazılar içinde medyanın bu yenilgide aldığı rolün tam anlatılmadığı fikrindeyim. O yüzden yazının konusu medyanın seçim sürecinde yaptığı hatalar ve kitlelere sunduğu illüzyon gösterisine ilişkin olacak.
Mayısta oluşan parlamento aritmetiği hepimizin malumu. Sonuçları yazarak tekrara düşmek istemiyorum. Medyanın ise nasıl gördüğü ve ne dersler çıkarıp çıkarmadığı üstüne hepimiz düşünelim.
Kitleleri pasifikasyona örgütleyen illüzyon gösterisinin aktörü muhalif medya bu yenilginin baş aktörlerinden.
AKP ve geliştirdiği siyasal strateji nedeniyle toplumun ortadan ikiye bölündüğü çıkarımları sosyologlar ve siyaset bilimcileri tarafından sık sık söyleniyor. Bununla birlikte yaşanan bu bölünmeden medya organlarının da payını aldığını, biz gazeteciler söylemeye devam ediyoruz.
Bu bölünme ile muhaliflerin takip ettiği kanallar hepimizin malumu. Artık iki kesim arasında oluşan uçurumdan dolayı siyasi partilerin kitlelerine vereceği mesajlar ve bu mesajlar doğrultusunda yapılan algı ve propaganda işi daha kolay yayılabiliyor.
Muhalif siyasi partilerin yaşadığı bu algısal bozukluk böylelikle kolayca topluma ulaşabildi.
Muhaliflerin takip ettiği kanallar, siteler ve gazeteler seçim sürecinde muhalefetin kazanacağına yönelik yaptığı abartılı yayınlar ile seçim sonrası yaşanılan yıkımın en büyük suçlularından biri.
AKP’nin siyasette dönüşümü CHP’nin sağcılaşmasına, Türkiye Devrimci Hareketi’nin legal pozisyonlara sıkışmasına ve Kürt Hareketi’nin sokak eksenli siyasetten vazgeçip kendi dinamikleri içinde taraftarlarını sandık ilişkisine indirgemesine neden oldu.
Bu muhalefet yapısının bir parçası olan muhalif medya organları ve gazeteciler de bu dönüşümün etkisi altında kaldı.
Gazetecilik hiç olmadığı kadar bu dönemde saldırı altında kaldı, yıpratılmaya çalışıldı ve deforme edildi.
Böylelikle entelektüel anlamda savunmasız kalan ve ideolojik bir kriz yaşayan Türkiyeli gazeteciler, muhalif partilerin propagandalarına yenik düşerek öz üretim içinde olamadı.
Bazı gazeteciler muhalif partilerin bu araçlarını kendi konforlu alanlarına çevirerek yüksek miktarda gelir de elde etti. Bu durumu kazanç kapısı görenler de elbet vardı.
Daha somut ifade edeceksek, seçim dönemlerinde biz gazetecilerin işleri açılır. Söyleşiler, röportajlar, yüzümüze bakmayan siyasetçilerin her telefonumuza anında cevap vermeleri; yani önünü alamadığınız bir enformasyon akışı. Hâl böyle olunca bu bolluk içinde her gazeteci kendi içinde bulunduğu kanalın siyasi pozisyonuna göre gerçeği büken yayınlar yapmaya başladı.
Bu yoğun dönemde muhalefetin içinde bunduğu ruh hali biz muhalif gazetecileri de etkisi altına böyle kolaylıkla alıvermişti.
Bu manipülasyona farkında olmadan hizmet ederken adayların ve parti liderlerinin sözünü bir süzgeçten geçirmeden olduğu gibi vermek dışında gerçeklikten kopuşun bir başka sebebi ise haberlerimizi sandık çerçevesinin dışına taşıyamamak olduğunu kolaylıkla ifade edebilirim. Biz seçimlerin zor geçeceğini biliyorduk ancak AKP iktidarının bu kadar kolay kazanacağını tahmin edemezdik.
Türkiye siyasetinin kendi özgün yapısını bir an unutup İYİP-Kılıçdaroğlu, HDP-TİP ve milliyetçilerin ittifakı sarmalında bir seçim dönemi geçirdik.
İşçi sınıfının ruh halini ve bunu yansıtabileceğimiz organlarımızı kullanmadık. Olumsuz durumları görmezden geldik.
Bu olumsuz durumlar konusunda bazı somut örnekler de sunacağım. Seçimden birkaç gün önce Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar ile ayaküstü yaptığımız bir konuşmada Uçar, partileri açısında İstanbul’da durumun iç açıcı olmadığını ifade etmişti. Bu sözlerini destekleyen görüntüler ise Yeşil Sol Parti İstanbul mitinginde haberlere yansıdı. Aslında olacak olanları az buçuk görmüştük ama kabul etmekte zorlandık.
Gazeteciler olgulara ve haberlere sadece ve sadece duyguları ile değil, gerçekliği ile de bakabilmeli. Biz seçim döneminde biraz bunu unuttuk. Gazeteciyiz, evet ancak bu toplumun bir parçasıyız ve 20 küsur yıllık bir iktidarın yarattığı toplumsal tahribatın en çok etkilediği kesimlerin başında geliyoruz.
İşte duygusal yenilgimiz de sanırım burada başladı. Gerçeği görmekte yaşadığımız zorluğun en büyük nedeni AKP iktidarının kaybedebileceği ihtimaliydi.
Seçim öncesine gelirsek neyi gördük, neyi görmezden geldik ve neden imtina ettik?
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın dağınık bir görüntüde olduğunu hepimiz biliyorduk. HDP-TİP arasında yaşanan tartışmalar iki tarafa da bir şey kazandırmıyordu. Bunun önünü almak için tartışmaya mahal verecek haberler girmemeye özen gösterdik. Bu durum da parçalı bir görüntünün ortaya çıkmasına neden oldu. Kılıçdaroğlu’nun sağcılaşan dilini görmezden gelip tüm eleştirilerimizi seçim sonrasına bıraktık. Yükselen milliyetçi dalgaya karşı bariyer oluşturacak haberler girmedik.
Göçmen meselesine ilişkin yapılan haberler bir anda kesiliverdi mesela?
Öte yandan tabanda AKP’nin yerini koruduğunu Yeniden Refah Partisi’nin Saadet’in yerini aldığını DEVA ve Gelecek Partisi’nin esamesinin okunmadığını ve İYİP’in güç kaybettiğini biliyorduk.
Sorun, olumsuz bir hava katacağını düşüneceğimizden bunları yazamamak oldu.
Öte yandan medyanın içinde bulunduğu ideolojik kriz gözlerimizin önünde cereyan ediyordu. CHP’ye yakın kanal ve gazeteler CHP’lilerden çok içlerine dahil ettiği sağcı liderlere ve vekillere programlarda yer verdi.
Günün sonunda okurlarına bilinç taşıyan ve mesaj ileten bu yayın organları seçimlerin getirdiği hava ile okuyucularını seçmene indirgedi.
Öte yandan Halk TV- Tele1- KRT üçlüsünde ise seçim akşamı veri krizi ve öncesinde kitlelere sundukları haberler tartışmaya çok açıldı. ANKA’nın seçim akşamı AA ile ortak verileri sunması çok tartışıldı. Daha sonra anlaşıldı ki aynı verileri CHP de kullanıyordu.
RTÜK kıskacında yayıncılık faaliyeti yürüten bu kanallar toplumu muhalefetin kesin kazanacağı yönünde manipüle etti. Seçimi iktidarın gidişinde birincil araç olarak sundu ve milyonların buna ikna edilmesi çok kolay oldu.
Günün sonunda muhalefetin büyük çoğunluğunda yaşanan duygusal çöküntüde bu yayın organları büyük rol sahibiler. Ancak buna uygun bir eleştiri sürecinden geçmiş sayılmazlar.
Kanal yönetimleri o dönem yaptıkları yayınlara ilişkin derli toplu bir eleştiri sürecine girmiş değil. Çeşitli nedenlerle (ekonomik ve siyasal) bağımsızlığını kaybetmiş bu üç kanalı takip eden yüzbinler başka bir sürece hazırlanıyor.
Eğer aynı hatalar yine yapılırsa yerel seçimlerde de toplumsal muhalefetin büyük bir kısmı umut kaybı yaşayacak.
Peki biz bundan ders aldık mı?
İşte asıl sorulması gereken soru budur. Gazetecilik siyasetçilerin kolayca eğip büktüğü bir alan mıdır?
Gazeteciler, muhalif partilerle arasında oluşan bu sıkı ilişkiden kurutulup bağımsızlığını nasıl kazanacak?
AKP’nin gazeteciliğe verdiği zararların en başında gelen bu ilişki ağı artık o kadar iç içe geçmiş durumda ki bir gazeteci, eleştiri adı altında sığ bir şekilde muhalif bir partinin genel başkanına hakaret bile edebiliyor.
Daha net ifade etmek gerekirse muhalif partiler ile gazeteciler arasındaki ilişki o kadar yatay bir şekilde yürütülüyor ki kulis haber ile başlayan bu macera seçim sonuçları sonrasında ortaya çıkan tablo nedeniyle CHP içinde yaşanan genel başkanlık tartışmalarına gazetecilerin direkt müdahale ettiği yere evrildi. Ayrıca bu gerilimden beslenip para kazanma yolları arayan gazetecilerin de olduğunu biliyoruz.
Fatih Portakal şahsında başlayan bu tartışma aslında alternatif medyanın iktidar hırsı içinde yok olduğunu gözlerimizin önüne serdi.
İşte bu yüzden şunu net olarak söyleyebiliriz. Seçim öncesi ve sonrasında oluşan bu tablo, bizim için gazetecilik değildir.
Bu çöküntünün içinde bir değişim yaşanmalı. Bunun için medyayı da büyük bir yeniden yapılanma sürecine sokmalı ve gazeteciliğin yeniden işçi sınıfı ile buluşmasını sağlamalıyız. Bunun yolu ise örgütlü ve güçlü bir gazetecilikten geçiyor. Sendikalaşma oranının yerlerde olduğu bir sektörde bu durum gayet olağan tabi.
Daha basitçe ifade edilebilir ki orta sınıflaşan gazetecilik, en çok işçi sınıfına zarar veriyor.
Bu tartışmalar arasında her şeyi sil baştan başlatma gücümüze inanıyorsak yazıyı bir arkadaşımın ifadesi ile bitirmek istiyorum: “Yani, bazen dağılmak iyidir.”