Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Kendine Değer Verme Savaşı: İçsel eleştiri

Düşüncelerin duman bulutları gibi toplandığı zihnin sessiz girintilerinde görülmesi zor, dokunması mümkün olmayan, ancak yerinden hiç ayrılmayan bir figürdür İçsel Eleştirmen. Ne tamamen karanlık ne de tamamen elle tutulur olabilen bu varlık, hayalet bir gözetmen gibi bilincimizde kolaylıkla yolunu bulur, kalbin ve aklın en hassas umutlarının üzerine gölgeler düşürür.

İçsel Eleştirmen

İçimizdeki eleştirmen sıradan bir muhalif değil, bir kılık değiştirme ustasıdır; geçmişteki seslerin yankılarıyla ve dile getirilmemiş korkularla her duruma uygun şekillenir. Yıllar içinde bir eşkali oluşur, tanıması kolaylaşır sanılsa da biçimi hep değişkendir; düşüncelerin akışkanlığına göre başkalaşır. Bazen kişisel tarihimizdeki otorite figürlerinin, bazen geçmiş başarısızlıkların yarattığı hayal kırıklıklarının, bazen de toplumsal beklentilerin kılığına girer. Uçurumun kenarında rüzgarla kulağa gelen bir fısıltı veya bir felaketin yaşanacağını haber veren soğuk ve sarsılmaz sesleriyle çalmaya başlayan sirenler gibi içsel eleştirinin sesi farklı çehrelerle hep oradadır.

İşsel eleştirinin yargılayıcı sesi, özgüveni zedelemesine, duygusal hasara neden olmasına ve eyleme geçmeyi engellemesine rağmen kendisinden vazgeçilmesini engelleyen bir güce sahiptir. Bazıları tarafından susturulmaya çabalansa da çoğu insan onun yargılarına bağlı hareket eder. Bir karar alınacağı ya da yaşamda yeni bir hamle yapılacağı zaman kendi zihnimizin labirentvari koridorlarında başlayan yolculuğu şüphe ve onaylanmama ile durduran, kalbimizde amansız bir ağırlık bırakan işsel eleştirmenimizin sözleri bıçak kadar keskindir; tutkularımızı ve isteklerimizi körükleyen güveni keser. Geriye yetersizliğin acısını ve pişmanlığın buruk tadını bırakır.

img-9179.jpg

İçimizdeki eleştirmenden vazgeçmek neden zor?

İçsel eleştirinin sesi her zaman yüksek değil ancak ısrarcıdır. Düşüncelerimizin ritmiyle iç içe geçen sürekli bir mırıltı halinde hem tanıdık hem de yabancı bir dille konuşur. İtaat arayan ebeveynlerin, mükemmelliği ve uygunluğu vurgulayan otorite figürlerinin ve toplumsal standartların içselleştirilmiş sesini kullanır. Küçük yaşlarından itibaren toplumsal normları ve değerleri içselleştirerek içinde bulunduğu çevreye uyum sağlayarak hayatta kalan kişi içinse içsel eleştirmeninden ayrılmak, bu kökleşmiş toplumsal beklentileri ve normları reddederek onaylanmama, dışlanma veya başarısızlık korkularına yol açabilir.

Kimlik kaybı endişesi

Bilhassa bugün, bizi içimizdeki eleştirmenin yargısına bağlı tutan şeylerden biri, neoliberalizmin ve sürat çağının beslediği yaygın önemsizlik ve başarısızlık korkusudur. Değerin üretkenlik ve başarı ile ölçüldüğü bir toplumda, iç eleştirmenin sert yargıları, ne kadar zehirli olursa olsun, bir motivasyon kaynağı haline gelir. "Yeterli değilsin", "Daha çok denemelisin, daha iyi olmalısın, daha fazlasını yapmalısın." gibi basit ama etkili olan bu sözler, toplumun bize aşıladığı korkuları fısıldar: “Sürekli aktif ve öz disiplin olmazsam geride kalacağım, modası geçmiş, önemsiz, dışlanmış ve değersiz olacağım…” İliklerimize kadar işleyen içsel eleştirinin sözleri zamanla kişisel çabalarımıza ve arzularımıza da gölge düşürür. Sadece üretken ve başarılı olma motivasyonuyla ilerlerken kendi varoluşumuza yabancılaşırız.

Diğer bir yandan, bu eleştiriler kimliğimizle iç içedir ve toplumsal başarı, verimlilik ve sürekli kişisel gelişim taleplerinin bir yansıması olarak küçük yaşlardan itibaren bilincimize derinlemesine yerleşmiştir. İçimizdeki eleştirmenden vazgeçmek sadece kişisel bir alışkanlığı bırakmak değil, aynı zamanda dahil olduğumuz toplumun normlarına ve yaşamlarımızı verimlilik tanımı üzerinden yöneten düzenin yapısına meydan okumak olacaktır. Kimlik ve benlik kavramlarıyla yıllardır birlikte dans eden içsel eleştirmenden ayrılmak, kimlik ve değer ölçütlerinin belirsiz ve tanımsız hale gelebileceği bir boşluğa adım atma riskidir. Bu risk, kişinin kendinden ve kimliğinden temel bir parçasının kaybı gibi hissettirebileceğinden, içsel eleştirmenden ayrılmak zorlaşır. Zira bütün eleştirileri olumsuz da olsa bir benlik sürekliliği duygusu sağlar. Üstelik modern toplumun inşa ettiği benlik anlatısını derinlerimize işlendiğinden içsel eleştirinin göz ardı edilmesi pek güçtür.

Bilinmeyenin korkusu

Şimdiki zamanın gerçekliğini değil, geçmişin çarpık görüntülerini ve geleceğin kaygılarını yansıtan aynalarla dolu içsel eleştiriyi bırakmak, önemli bir psikolojik değişim ve dönüşüm gerektirir. Bu süreç kaygıyı uyandırabilir, zira bilinmeyen duygusal bölgeye adım atmayı ve hayatını şekillendiren derin inanç ve kalıplarımızla yüzleşmeyi gerektirir. Olumsuz da olsa kökleşmiş parçalarımızdan ayrılmak, nereye gideceğimizi bilmeden savrulmak hatta kaybolmak anlamı taşıyabilir. Oysa, iç eleştirmenimiz, yıkıcı etkisine rağmen, istikrarsızlık ve rekabetle karakterize edilen bir dünyada bir tür kontrol ve kesinlik sunar; bilinmeyeni ortadan kaldırır. İnsana varoluşun karmaşıklıklarında gezinebileceği tanıdık bir çerçeve sağlar. Eleştirmenin sürekli değerlendirmeleri ve yargıları, sert de olsa bir amaç ve yön duygusu sunan bir anlatı yaratır. Ona veda etmek, henüz keşfedilmemiş bir benliğin, yani acımasız değerlendirme ve karşılaştırmanın kısıtlamalarından arınmış, henüz bilinmeyen bir benliğin dehşetiyle yüzleşmektir. Zira, acı verici olsa da tanıdık olanda paradoksal bir rahatlık vardır. İçsel eleştirmen, yeni ve bilinmeyen zorluklarla yüzleşmekten veya olumlu öz yargıları benimsemekten kaynaklanabilecek korku ve kaygıyla kolay başa çıkabilmek için aşina olunan acı kaynaklarını sunar.

İçsel eleştirmen sözleri ruhun gürültü kirliliğine katkıda bulunarak, zihni daimî kendini suçlama ve kaygı ile doldurur. Bu içsel yaygara, iç huzuru bulmayı engellemekle kalmaz, iyi bir hayat yaşamanın ne anlama geldiğine dair radikal bir yeniden düşünmeyi de engeller. Öyle gürültülüdür ki zihin, üretkenlik ve başarı zorunlulukları tarafından dikte edilmeyen, özgünlüğe, şefkate ve gerçek bir kendini kabule dayanan bir hayatın nasıl olabileceğini tahayyül edemez. Sessizliğin yokluğunda benlik parçalanır ve yönünü şaşırır, daha derindeki özüyle bağlantı kuramaz.

img-9182.jpg

İçsel eleştirmenin şefkati

İçsel eleştirinin yıkıcılığıyla mücadele büyük harpleri gerektiriyor gibi görünse de anlık bir cesaret, toplumsal konserveler dışında minik bir eylem ya da kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeye dair ufak bir adım benzeri küçük zaferler düşmancıl eleştirmenin çehresini daha iyi görmemizi sağlar. Zira, içimizdeki eleştirmenin sertliği, eski bir hayatta kalma içgüdüsüne dayanan, kalbimizi ve aklımızı acı ve başarısızlıktan korumaya yönelik umutsuz girişimlerdendir. Onun sert çehresinin ve yargılayıcı cümlelerinin altındaki üzüntü ve şefkat izleri içsel eleştirmene karşı içgörümüz arttıkça görülebilir hale gelir.

İçimizdeki eleştirmene karşı öfkenin yerini empati almaya başladığında uzlaşma ve iyileşme yolcuğu başlar. İçsel eleştirmenin yargılarına boyun eğmek yerine onunla diyalog kurmak, onun/kendimizin kaygı ve korkularını duyabilmek, şüphe ve suçluluk ağlarının çözülmesini sağlar ve toplumsal normlardan korkmadan kendi erdemlerini bulma gözüpekliğini, bilinmezliğe yürüme özgüvenini ve ben olma cesaretini verir. Bir zamanlar belirsiz bir zalim olan eleştirmen, şüphe ve suçluluk yerine şefkatle sarılarak, bütünlük ve kendini kabul etme arayışında zamanla gönülsüz bir müttefik haline gelir. Hülasa mesele, içsel eleştirmeni alt etmek değil, onun sesini de kişisel farkındalık ve büyüme senfonimize entegre etmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi