İstemem! Eksik olsun!

Edmond Eugène Alexis Rostand’nın enfes eseri Cyrano de Bergerac isimli eserinin sinema uyarlamasını yıllar evvel TRT’nin toplumun kültürel hayatında daha fazla yer tuttuğu zamanlarda izlemiş, bir daha da unutmamıştım. Başrolde ünlü Fransız oyuncu Gérard Depardieu vardı. Ama filmin hafızama/hafızalara kazınan ana detaylarından biri Türkçe uyarlamasında Cyrano de Bergerac karakterine sesini veren Rüştü Asyalı’nın mükemmel performansıydı. Kolay unutulur mu şu tirad:

Ne yapmak gerek peki?

Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı
?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı
?
İ
stemem!

Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyı
m?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyı
m?
İstemem! Eksik olsun!

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı
var?

•••

Bu tiradı aklıma düşürense bu yazıyı hazırlarken bir kez daha bu videoyu Youtube’dan açıp keyifle izlememi sağlayan, elimize yapıştırdığımız akıllı cihazlar ve (tekmili birden) teknoloji diyerek hepsini aynı kefeye koyduğumuz tartışmalı olgu. Teknolojinin, mekaniğin ve ikisini birden besleyen bilimin kümülatif artışı bize bugünkü “konforlu” hayatımızı verdi. Artık televizyonlarımız hiç olmadığı kadar ince ve net. Aralarında dolanmamız neredeyse saatlerimizi alacak kadar çok kanala, yetmediğinde binlerce dizi ve filmle yaşamımızı bir sinema salonuna çevirebilecek pek çok platforma sahibiz. Aradığımız filme ulaşmamız artık dakikalarımızı, istediğimiz filmi seçmemiz saatlerimizi alıyor. Bolluğun paradoksunda kulaç atıp duruyoruz. Daha hızlı yemek yapan airfryer’larımız, yerleri şıp diye temizleyen diskvari robotlarımız var. Bankada sıra beklemeden havalemizi, ödememizi artık şakkadanak yapıp geriye kalan zamanı Instagramda hikaye kovalayarak, twit atarak geçirebiliyoruz. Babaevinde yıllarca tek kanal izlediğim televizyonun ekranı kadar ekrana sahip her zaman internete bağlı araçlara sahibiz. Düğmelere basma zahmetini dokunmanın verdiği tatmin almış durumda. Dokunuyor, parmaklıyor, sürüklüyoruz. Değil Kanunî Karun görse kıskanırdı bu keyfimizi.

Bilgiye erişmemiz Google Hocaefendi ile yapacağımız kısa bir diyalogla çok daha zahmetsizce sonuçlanıyor. “Search” etmemize gerek bile kalmıyor, yapay zeka sizin için bilgileri derliyor artık. İster pdf, ister sunu… Post-thrut mu? Hakikat sonrası bir zamanda eriştiğimiz bunca bilginin doğruluğunu kontrol etmek mi? Kim uğraşacak onunla? Ne kadar çok dile getirilmişse o denli doğruluğunu ispat etmeye çabalamıyor mu zaten?

•••

Sokaklardan güvenlik endişesinin de etkisiyle çekildi çocuklar. Çizgi filmlerin tadı kaçtı. Red Kit ya da Hayalet Casper’ın, Taş Devri ya da Jetgiller’in olay örgüsü içinde akıp giden hikayelerinin yerini Ben10, Booba, Grizzy ve Lemingler gibi sürekli bir koşturmacanın devam ettiği, aksiyonun düşmediği, diyalogların azaldığı çizgi filmlere; aynısına sahip olamadığı için izleyen çocuklarda sürekli bir yürek burgusu bırakan Vlad ve Nikita’nın hikayelerine teslim edildi çocuklar. Ekonomik durumu daha iyi olanlarsa ellerindeki akıllı telefonlar sayesinde sürahiden bardağa su koymakta zorlanırken Minecraft’da koca koca evrenler inşa ediyorlardı. Ergenliğe ulaşanlar sosyal medya üzerinden oluşturmaya çalışıyorlar artık karakterlerini. Çocuklarda ve gençlerde ekran bağımlılığı artık daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Bu konuyla ilgili pek çok bilimsel çalışma hemen her hafta bir basın kanalında kendine yer buluyor. Johann Hari’nin Çalınan Dikkat ve Adam Gazzaley ile Larry Rosen’in Dağınık Zihin kitapları bu alanda bir çırpıda aklıma gelen çalışmalar; ki bunun gibi daha nice çalışmalar var konuya dikkat çeken.

•••

Yirmi beş yıla yaklaşan eğitimcilik yaşantımı özetleyecek olsam tek cümle yeterli olurdu sanırım: “Daha kötüye evriliyoruz”

Yaşantımızı kolaylaştıran bunca teknolojiye, bilgiye erişimin bunca kolaylığına rağmen insanlık daha zeki ve bilinçli olmak yerine giderek zombileşiyor. Okul sıraları adeta ruhu çekilmiş gibi bakan, dinleyen ancak duyamayan, okuyan ancak anlayamayan, sorgulamayı zahmet, çalışmayı zül gören düşünceye hapsolmuş gençlerle dolu . Bu çocuklar otuz ve üzerinde olanların kolaylıkla yaptığı gündelik yaşam becerilerinden yoksun, dayanma ve sabır duygusundan uzak yetişiyorlar. Ekranda akıp gidenlerin boyadığı pembe hayal dünyasından çıkıp gerçeğin güneşi altında kaldıklarında; ki bu genellikle “öğrenci” sıfatlarını yitirmeleri ile birlikte oluyor, yaşamın ne denli zor olduğunu anlamaya başlıyorlar.

Doğum oranı giderek düşen ve genç nüfusunun giderek yaşlanması ile uzmanlarının demografik fırsat penceresi dediği genç nüfus avantajını heba eden bir ülke için ağıtlar yakma zamanı elbet bir gün gelecek.

•••

Teknolojinin toksik atığı akıllı ekranların verdiği zarar bu yazının da bu köşenin de sınırlarını hayli aşıyor elbette. Tek başına dünyada travma ve bağımlılık konusunda önde gelen isimlerden biri olan Dr. Gabor Maté’nin söyledikleri bile uyanmak için yeterli olmalı:

“(Alkol kadar tehlikeli mi?)Evet, beynin gelişim sürecine etki ediyor. Bizlerin yetişkin olarak yaptığı ama çocuklarımızın yapmaması gereken bir sürü şey var, bu da onlardan biri. Ben çocukların ergenlik çağına kadar ekranlardan mümkün olduğunca uzak tutulmasını öneririm. Belirli bir olgunluğa ulaşmalarını beklemek gerekir, yoksa bağımlılık yaratabilir.”*

•••

Bir eğitimci olarak her yıl akademik, bilişsel ve davranışsal açıdan daha kötüye giden gençleri gördükçe evlerdeki televizyonun, kurutma makinesinin, telefonda keyifle kullandığımız banka uygulamalarının ve dahi sosyal medya hesaplarımızın 21. yüzyıl insanlarını insanlık tarihinin en mutlu insanları yapıp yapmadığı konusunda kendimi sorguluyorum. Yüzyıl, iki yüzyıl ya da bin yıl önce yaşayan insanlara, toplumlara göre daha mutlu muyuz gerçekten? Hayatımıza kolaylık ve konfor katan, bize sosyal medyada, tv başında daha çok geçirebileceğimiz zaman kazandıran teknoloji (sağlıktaki gelişmeler dışında) gerçekten bizi daha mutlu ediyor mu?

Daha mutlu isek özellikle otuzlu yaşların üzerinde olanlar, benim gibi kırkı devirenler, altmışı, yetmişi görenler neden 2000 öncesi zamana bu kadar ilgi duyuyoruz? Nostaljiye olan düşkünlüğümüz neden artıyor? Nostaljik eşyalar, retro tasarımlar neden bu denli ilgi görüyor? Örneğin yazar Svetlana Boym’a göre yaşamın hızının arttığı ve tarihsel altüst oluşların yaşandığı bir çağda nostaljinin bir savunma mekanizması olarak kendini göstermesi kaçınılmaz. Nostalji kelimesinin nostos (eve dönüş) ve algia (özlem) kelimelerinden türediğini ifade eden yazar ilk bakışta, mekana duyulan bir özlem gibi görünen nostaljinin, aslında farklı bir zamana (çocukluk zamanımıza, rüyalarımızın yavaş ritimlerine) duyulan hasret ve daha geniş anlamıyla, modern zaman fikrine, tarih ve ilerlemenin zamanına karşı bir isyan olduğuna dikkat çekiyor.**

•••

Youtube’da Adil Şan isimli kullanıcının hazırladığı bir videoya denk geliyorum. Videonun tamamı TRT radyolarında yayınlanan halk müziği parçalarından oluşuyor. Marcel Prous’ta iki milyondan fazla kelime ve üç bin sayfalık dev bir eseri yazdıran madlenli kekin koku ve rayihasının zihninde yarattığı anları anlattıran o duygunun bir benzerini yaşıyorum. Otuz beş yıl geriye gidiyorum. Dedemin sabah uyandığında ilk iş emektar radyosunu açtığı zamanlara ışınlanıyorum adeta. Yorumlara bakıyorum dinleyen herkeste aynı duygular.

Ancak en kötüsü şu ki 70-80’li yıllarda doğanlar olarak bizler teknolojinin bu denli hayatımıza nüfuz etmediği zamanları bildiğimiz için bugün ne büyük bir kırılmanın içinde olduğumuzu biliyoruz. Oysa bir kaç nesil sonra bu değişimin insanlığı ne denli değiştirdiğini dahi bilemeyecekler. Tıpkı usta kalem Ursula K. Le Guin’in dediği gibi:

“Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler.”

•••

Canım gençlere, ağzı süt kokan çocuklarımıza yaptıklarına şahit oldukça teknolojinin hayatımıza nimet olarak sunduklarına, özellikle akıllı ekranlara, karşı içimden hep aynı cümleyi tekrarlıyorum:

İstemem! Eksik olsun!

(Bu yazının hazırlanmasında kullanılan teknolojinin sundukları ile yazının anlattıkları paradokssal bir yapı sunuyor galiba bize)

*https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/cocuklarinizi-ergenlige-kadar-her-tur-ekrandan-uzak-tutun-162191.

**Yazlar Sıcak ve Kurak Kışlar Ilık ve Yağışlı, Kerem GÜREL, Herdem Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi