Begüm Erdoğan
BOŞ VERİN BİZ KISALARA BAKALIM
İster Greta Gerwig’le Margot Robbie’nin Oscar’a aday edilmemesini konuşuyor olun, ister “Oppenheimer 13 adaylık mı almış?” diyor olun, ister yana yana “Poor Things” izlemeye çalışın, bu hafta herkes için heyecanlı oldu.
Akademi Ödülleri adaylıklarının açıklanmasıyla, yarıştaki heyecan bir taraftan arttı, bir taraftan da en ilginç kısım tamamlanmış oldu. Nolan’ın “En iyi film” için Oscar’ı kaldıracağını şimdiden görür gibi olduğumuz, bir taraftan en iyi uyarlama senaryo, en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu ve en iyi yönetmen kategorilerinin oldukça yoğun ve dişli rakiplerin olduğu bir sene oluyor. Sürpriz gelişmeler de oldu. Mesela Justine Triet’in Fransa’dan aday gösterilmeyip “Anatomy of a Fall” ile yarışmayı kasıp kavurmasını zevkle izliyoruz. Scorsese’nin filminden “Wahzhazhe” isimli yerli Amerikalı şarkısı da en iyi orijinal şarkı dalında Oscar’a aday. Lanthimos’un filminin bu kadar yaygın ilgi görmesi ve 11 dalda aday gösterilmesi belki çok da sürpriz değildi ama Oscar yarışında Avrupalı yönetmenler için iyi bir sene oluyor. Sonra İlker Çatak’ın filmi ve Almanya’nın adayı “Öğretmenler Odası”nın en iyi yabancı film dalında aday olması da harika bir haber sayılmaz mı? Bunları konuşsak hoş olabilir ve yeterince konuşmuyoruz sanki, ne dersiniz?
Bu yarışta sizin de heyecanınız tavan yaptıysa, Oscar tahminleri okumaktan kafanız bulandıysa, “ay artık bilemiyorum valla ama bu Akademi Ödülleri hala cinsiyetçi sanırım, vah vah” diyorsanız, boş verin. Boş verin ve gelin kısa film izleyelim. Kısa güzeldir diyerek, evinizin konforunda izleyebileceğiniz Oscar’a aday kısa filmleri sizin için listeledik.
Kısa Animasyon
Ninety Five Senses, 13 dakika (Smallscreenings.org)
Basitçe özetlemek gerekirse: bu harika bir kısa film. Kalbimizi ısıtıp sonra küçük küçük kıran türden. Beş duyunun harmonisini, sadece görsel ve işitsel olarak değil bunun ötesine geçerek ve gerçekten koku ve özellikle dokunma duyularını da harekete geçiren, içerik olarak da yöntemsel olarak da çok başarılı bir film. Kendi kategorisindeki diğer filmleri izleme şansım her ne kadar olmadıysa da önde gelen adaylardan olduğuna bahse girerim.
Filmin konusu hakkında çok bilgi vermek istemiyorum çünkü bilmeden izleyince ufak tefek şaşırtan anlar oluyor. O yüzden konusu için şöyle diyelim: yaşlı bir adam hayatından kesitler paylaşıyor. Küçücük bir oğlanken yüzdüğü havuzun klor kokusu, babasının kereste fabrikasında çalışırken duyduğu gürültüler, bir kadının nazik dokunuşu… Bunları anlatıyor film aslında, hayatın birleşen ufak parçaları ve hissettiklerimize dair hatırladıklarımız. Yaşlı adamın hayatının seyri değişirken, animasyon da değişiyor, karanlık ve aydınlık, renkli ve gri arasında seyrediyor. Sonunda birleşip bir ömür oluyor.
Kısa Film
The After, 18 dakika (Netflix)
“Hayatınız bir anda hiç beklemediğiniz bir şekilde değişseydi ne yapardınız?” İşte bu cümleyi okuyunca hissettiğiniz “yine mi?” hissini 18 dakikaya yayıyor “The After”. Filmin tek kurtarıcısı başroldeki David Oyewolo. Film de onun oyunculuğunun ortaya çıkması için bir araç olmanın ötesine geçemiyor.
Film konusunu travmatik bir olayın ardından Uber sürücülüğü yapan bir iş insanı/şoförün, travmasıyla yüzleşmesine sebep olacak bir yolcuyla karşılaşmasından alıyor. Filmin sonu dışında tamamı aslında güçlü. Bitirdiği yerde de konsept olarak hiçbir sorun yok, hatta lezzetli bir çelişki kuruyor travma yaratan sahnesiyle son sahnesi arasında ancak arkadan giren müzikle vermeye çalıştığı hisler izleyiciyi bir anda terk ediyor maalesef. Vurucu olsun diye uğraşırken bir anda yavan oluyor. Yine de izleyip sevecek akrabalarınız olduğuna eminim.
The Wonderful Story of Henry Sugar, 37 dakika (Netflix)
Henry Sugar kısa filmiyle Wes Anderson, bugüne kadar toplam 8 kere Oscar’a aday olmuş oldu. Henüz ödülü kaldıramadı ama bir gün olacak, inanıyoruz. Filmse Netflix ile yaptığı Roald Dahl serisinin bir parçası. Seri derken hepsi bir Roald Dahl hikayesinin adaptasyonu olduğundan öyle söylüyorum, yoksa olaylar ve kişiler tamamen farklı.
Öncelikle, Wes Anderson’ın geometrik hesaplamalarla hazırlanmış, titizlikle uygulanmış açıları, çekimleri ve renk paletlerinin, kısa film uzunluğuna fevkalade yakıştığını belirtmek isterim. Anderson, stili çok bariz ve ön planda olan bir yönetmen. Kısa formda da stili daha güçlü bir etki bırakabiliyor. Gerçekten de hem Henry Sugar’ın hikayesini hem de diğer kısaları izlerken insan büyük keyif alıyor.
Anderson’ın son filmleri Astroid City ve Fransız Postası diğer filmlerine kıyasla, gölgede kalmıştı. Bu sebeple, aynı formülü uygulayıp, farklı sonuç beklemektense yeni bir şey denemesini kutlamak lazım. Bu Anderson için cesur bir hareketti. Sonucunda da çok büyük övgü toplayarak Oscar’da aday gösterilen ilk kısa filmini ortaya çıkarmış oldu.
Kısa Belgesel
The Barber of Little Rock, 33 dakika (YouTube)
Bir bankanın, toplum için ne demek olduğunu sorgulayan ve Amerika’da gelir eşitsizliğinin ırkçılıkla paylaştığı derin kökleri gözler önüne seren bir kısa film “The Barber of Little Rock”. Başroldeyse eşitsizliklere tepki olarak yükselen “ekonomi savaşçıları”nı gösteriyor.
“Amerikan Rüyası”nın Afro-Amerikan toplulukları için ne demek olduğunu soruyor bir noktada film. Alınan cevaplar düşündürücü ve bir nokta birleşiyor: “bizim için yok”. Amerika’nın “iyi çalışırsan, kazanırsın. Kazandığın parayla da bolluk içinde mutlu ve huzurlu yaşamak mümkün olur” gibi bir zihniyet pompaladığı aşikar. Ancak ülkenin ve dünyanın kendini içinde bulduğu gelir uçurumunda bu ne kadar mümkün? İşte kısa film bunu sorgulamış ve kendi toplumuna faydalı olmak için yola çıkmış olanların hikayesini bildiğimiz bir formülle anlatıyor.
Island In Between, 18 dakika (YouTube)
Filmin yönetmeni Leo Chiang, Tayvan’dan geliyor. Çinli atalardan gelmesine rağmen Tayvan’da yaşıyor olması kendi içerisinde bir kimlik karmaşasına sebep olmuş ve bunun üzerinden Çin ve Tayvan arasında kalan Kinmen adlı adayla bir bağ kuruyor. Bunu yaparken hayatının büyük bir kısmını geçirdiği ABD’den de bahsetmeyi ihmal etmiyor.
Adanın tarihi de tam coğrafyası gibi, arada kalmış. Üstünde yaşayanlar içinse pek çok kişisel ve hüzünlü hikaye barındırıyor. Yönetmen elinde kamerasıyla dolaşırken, günümüzden görüntüler tarihten sahnelerle birbirine karışıyor. Sadece Kinmen adasını değil, Çin ve Tayvan arasında yaşananları, hala yaşanmakta olduğu haliyle kişisel bir lensten yansıtıyor. Bu kısa film özellikle tarih meraklıları için iyi bir tercih olabilir.
The Last Repair Shop, 38 dakika (YouTube)
Bu filmi izleyin. Eğer listede bir filmi kesinlikle izlemenizi önermem gerekirse, kesinlikle bu filmi öneririm. Film, izleyenlere mükemmel detay planlarıyla, şehre ait ufak görüntülerle ve insanların parlayan gözleriyle görsel keyfi yüksek, umutlu bir seyir armağan ediyor.
Filmin konu aldığı tamir dükkanı, ABD’de müzik aletlerine erişimin düşük olduğu dar bütçeli ailelerin çocuklarına müzik aletleri ulaştırmak ve arızalandıklarında onları tamir etmek üzerine kurulu. Tamirhane şeflerinin hikayelerini bizimle paylaşıyor. Pirinç, ağaç işleri, piyano, üflemeli, falan filan. Her birinin çok farklı ve ilginç öyküleri var. 20 dolarlık bir kemanla dünyayı dolaşan bir müzisyen, Sovyet iç savaşından kaçan bir Ermeni, Meksika’dan taşınmış bir anne, hepsinin hikayeleri bir noktada birleşiyor. Müzik bu insanların hayatlarına dokunmuş ve onları daha iyi bir yere taşımış. Onlar da bu tutkuyu ve şefkati, hayatın cömert davranmadığı çocuklara uzatıyorlar. Onların hayallerini tamir ediyorlar aslında, ellerine geçen her müzik aletiyle.
Nǎi Nai & Wài Pó, 17 dakika (Disney+)
Bu film henüz gösterimde değil, ancak Şubat ayında Disney+’ta gösterime girecek olduğundan buraya eklemek istedim. Fragmanına baktığımızdaysa hemen koşup izleme isteği canlanıyor.
Yönetmen Nai Nai ve Wai Po’nun harika takımını, en sıradan ve en sıradışı halleriyle gözler önüne seriyor. Onlardan birisi 20 yaşında hisseden bir 83 yaşında kadın, diğeri de 100 yaşında hisseden 94 yaşında bir kadın. Bu olağanüstü olduğu kadar olağan olan iki yaşlı kadına yazılan bir aşk mektubunu izlemek için sabırsızlanabilirsiniz.