Özlem Özdemir
30 Ağustos’a Giden Yol
30 Ağustos, bir halkın Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme diz çöktürüşünün zaferidir, o nedenle çok önemlidir. Önemini azaltmak için kutlamayı 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’ndan başlatmak ise tarihi çarpıtmak demektir. Atatürk de tarih çalışmalarında Malazgirt Savaşı’nı önemsemiştir ama 30 Ağustos Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yoldur, yeni bir devletin doğuşunun son adımıdır, işgale karşı verilmiş bir halk savaşının bağımsızlıkla taçlanmasıdır. O nedenle iki zafer tarihsel bağlamda başka açılardan ele alınmayı gerektirir. Bu yazı, bizim tarihimizi hatırlatmak içindir.
Milli Mücadele
Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla Milli Mücadele başlıyor. Ardından Amasya, Erzurum ve Sivas kongreleriyle direnişi Anadolu çapında örgütlemeye, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması için düzenli bir ordu kurmaya, yeni kurmayı düşündüğü devletin sınırlarını halka anlatma çalışmaları geliyor. Milli Mücadele’yi tek bir komutada yürütmek için Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu’daki işgallere karşı kurulan cemiyetler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında toplanıyor. 1919-1922 yılları hem iç isyanları bastırmakla hem işgalcilere karşı şiddetli çatışmalarla geçiyor. 10 Temmuz 1921’de Eskişehir-Kütahya Yunanlar’ın eline geçiyor ve Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekiliyor. İşte bu tarihten sonra, bu toprakların kaderi değişiyor. Yunan ordusu bu zaferiyle daha da küstahlaşarak 23 Ağustos 1921’de tekrar saldırıyor. Ancak bu kez yenilen onlar oluyor. 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi, ordumuzun galibiyetiyle sonuçlanıyor.
Savaşın Ortasında Maarif Kongresi
Burada bir parantez açalım: Sakarya Savaşı’nın öncesinde, Atatürk
Ankara’da bir Maarif Kongresi (Eğitim Kongresi) düzenlenmesini istiyor. Düşünün, savaş ortasındayız ama o her şeyi çok önceden planlıyor. Ayrıca kazanacağına inancı tam olduğu gibi hedefinin de çağdaş ve eğitimli bir toplum olduğu apaçık. Bu kongrede memleketteki okul öğrenci durumunun tespit edilmesi, eğitimin nasıl planlanması gerektiği esaslarının belirlenmesi amaçlanıyor. Atatürk de bu kongre için Ankara’ya giderek bir konuşma yapıyor ve bilim ve kültür alanındaki düşüncelerini, yapılacak devrimlerin esaslarını ve öğretmenlerden neler beklediğini anlatıyor. Buradan da görebileceğimiz gibi o sadece fiziki düşmanla savaşmıyor, cehalete de eğitim yoluyla savaş açıyor. Çünkü bir ülkenin bağımsızlığını elde ettikten sonra ancak bilimle, eğitimle, kültürle ayakta kalabileceğini biliyor. Öngörüye bakar mısınız? Ve bugün ne kadar haklı olduğunu yaşayarak görmüyor muyuz?
Büyük Taarruz
Sakarya galibiyetinden sonra Atatürk hemen saldırıya geçmiyor. 11 ay kadar askerlerin talimlerini yaptırırken öte yandan büyük bir titizlik içinde harekat planı yapıyor. Bu süreçteki iki önemli şaşırtma hamlesi onun askeri dehasını da ortaya koyuyor:
- Mustafa Kemal Paşa, Akşehir’de yani Büyük Taarruz karargahında bir futbol maçı oynanacağının duyurulmasını istiyor. Askerler boş vakitlerinde maç yaptıkları için bu şüphe çekmeyecek bir bahane. Böylece Yunan ordusu da Türk ordusunun zafer sonrası rahatlamış olduğunu sanacaktı. Mustafa Kemal, maç görünümünde Batı cephesi komutanlarını ve dağınık asker tümenlerini bir araya toplamak istiyor. Bu maç haberi basına iletiliyor ve 28 Temmuz 1922’de sahiden de bir futbol maçı yapılıyor. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Fahrettin Altay Paşalar da en ön sıradaki yerlerini alarak maçı izliyor, maç 2-2 bitiyor. Burada önemli olan detay, paşalar da taarruz planını maçtan sonra öğreniyor...
- Diğer yanıltıcı hamle de Ankara’da düzenlenen çay ziyafeti oluyor. Yine basına yollanan bu haberde, Mustafa Kemal Paşa'nın köşkte çay ziyafeti vereceği söyleniyor, annesine bile bu bilgi veriliyor. 20 Ağustos 1922’de gerçekten köşkte bir çay ziyafeti tertipleniyor ama Başkomutan çoktan Ankara’yı terk etmiş, karargaha dönmüştü. Annesine bile haber vermeden…
26 Ağustos 1922’de, sabaha karşı 4.30 sularında Başkomutan taarruz emrini veriyor… 28-30 Ağustos arasında yaşanan şiddetli çarpışmalar sonunda Yunan birlikleri dağıtılıyor. Burada yine araya girerek bir bilgi aktarayım: Savaşın ardından Mustafa Kemal Paşa, cepheyi dolaşırken gördüğü manzara sonrası şöyle diyor: “Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değil.” Bu onun “savaş zaruri olmadıkça cinayettir” sözünü de açıklıyor.
Yenilen Yunan ordusu kaçarken yakıp yıkıyor, kadınlara ve kızlara tecavüz ediliyor, çocuk yaşlı demeden önlerine çıkan herkes vahşice öldürülüyor…
Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül 1922’de o ünlü sözünü söylüyor: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
3 koldan İzmir’e ilerleyen ordumuz; 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik, 7 Eylül Aydın, 8 Eylül’de de Manisa’yı geri alıyor. 9 Eylül’de İzmir ve 11 Eylül’de Bandırma’da kalan son Yunan birliklerini de yurdumuzdan kovuyor…
Tayyare Bayramı
30 Ağustos ilk kez 1924 yılında, zaferden iki yıl sonra, Afyon’da Başkumandan Zaferi adıyla kutlanıyor. Dumlupınar’daki Çal Köyü yakınlarında artık Cumhurbaşkanı olan Atatürk’ün katıldığı bir tören düzenleniyor. Aradan iki yıl geçmesi gerekmesinin sebebi ise, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmesi ve yapılmayı bekleyen tonlarca iş oluşu. Milli Mücadele’ye Hava Kuvvetleri’nin katkısı sebebiyle Tayyare Cemiyeti, 1925 yılından itibaren 30 Ağustosları Tayyare Bayramı olarak kutlamaya başlıyor. 1926’dan sonra Bakanlar Kurulu kararıyla Zafer ve Tayyare Bayramı adını alıyor. Bayram günü yurdun her köşesinde balolar, törenler, yarışmalar düzenleniyor, hava gösterileri yapılıyor. Yeni uçaklar alınabilmesi ve ordunun gelişebilmesi için esnaf gelirini Türk Hava Kurumu’na bağışlıyor. Dönemin önemli pilotu Vecihi Hürkuş, birkaç şehirde uçağıyla gösteri yapıyor. En önemlisi o gün halkın bağışlarıyla alınan uçaklara “isim verme törenleri” yapılıyor. Bu ne demek? Hangi il ya da ilçe bağış yapmışsa, alınan uçaklara bağışı yapan yerin adı veriliyor. Ancak ne yazık ki 1950’lerden itibaren bayramın adından Tayyare kelimesi çıkarılıyor ve unutulup gidiyor…
Kadınlar Ordusu
Burada cephe gerisindeki bir başka ordudan, kadınlar ordusundan bahsetmezsem olmaz. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nı biz kadın erkek el ele kazandık. 25 Mayıs 1919’da Havza’ya giden Mustafa Kemal Paşa, burada 4 gün kalıyor ve ardından Havza Genelgesi yayınlanıyor. Bu genelgeyle dağınık birliklerin toplanması ve ulusal direniş çağrısı yapılmış oluyor. Kadınlar da bu çağrıya kayıtsız kalmıyor ve direnişi Anadolu’da yaymak amacıyla kadınların örgütlenme çalışmaları başlıyor. “Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti” kuruluyor ve hızla memleketin çeşitli yerlerinde de şubeleri açılıyor. Orduya para toplama ve mal yardımı kampanyaları düzenleniyor, askerlere moral ve tebrik telgrafları yolluyorlar, büyük şehirlerde mitingler yapılıyor… Kimi kadınlar da cephede erkeklerle omuz omuza savaştıkları gibi cephe gerisinde de savaştaki erkeklerin işlerini üstleniyor, cephe gerisinde cephaneyi arabasında, sırtında taşıyor, askeri giydirecek eşyaları hazırlıyor, yiyeceğini yetiştiriyor…
Gördesli Makbule; Nezahat Onbaşı; Selanikli Binbaşı Ayşe; Osmaniyeli Tayyar Rahmiye; Kılavuz Hatice; Nafize Kadın; Adanalı Sultan Hanım; Ayşe Çavuş; Aydınlı Şerife Ali Kübra; Süreyya Sülün Hanım; Tayyibe (Ayşe) Hatun; Gaziantepli Yirik Fatma; Maraşlı Senem Ayşe Kadın; Konyalı Şehime Korucuoğlu; Toroslar’da Sultan Ana; Tozkoparan Müfrezesi’ne mensup Ulaşlı Hanım; Gamacı Fatma; Milis çetelerle birlikte görev yapan Zeynep Hanım; Vanlı Güllü Bacı; Mersin mücahitlerinden Safiye Nine ve de isimlerini bilmediğimiz nice kahramanın anısına saygıyla… Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Paşa ve bu zaferi bize armağan eden tüm kahraman Anadolu halkına da minnetle… 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!