Ayşe Naz Hazal Sezen
Yardım (Kabul) Edebilir Misiniz?
Sosyal canlı olduğumuz gerçeği küçülen evler, bireyselleşen modern yapılar içinde göz ardı ediliyor. Sosyalleşecek alanımız kısıtlı, yalnızlığımızın boyutu gayrimahdut. Bireyselleşen düzende başkalarıyla birlik olmak, sevinç paylaşmak, birlikte korkuları yatıştırmak, sıkıntıları bölüşmek gibi temel insani ihtiyaçları istemek zayıflık, işlevsizlik ve bağımlılık gibi görülüyor.
Yardımın anlamını dönüştürerek, almayı bir güçsüzlük değil, ortaklaşma becerisinin, paylaşma yetisinin işareti olarak görmek; vermeyi itibar olarak değil, tekâmül olarak algılamak gerek…
Bacak kadar boy tanımını karşıladığım yaş aralığında yaz tatillerinde babaannemi izlerdim. Kasabasının meşgul kadınlarındandı. Gün ağarırken kalkar, hayvanlarıyla ilgilenir, bahçesini sular, torunlarını doyurur ve aynı hızla gün bitene kadar çalışmaya devam ederdi. Yazın başından kış hazırlıkları başlardı. Kışlık erzak hazırlama vakti, yardımlaşma vaktiydi. Tek ev hazırlık için uğraşsa, hane halkı zaman ve miktar sorunu yaşıyor olacak ki köyün kadınları iş bölümü yapar, ardından bir araya gelirdi. Teknelerin önünde oturmuş kadınlar kuskus, makarna gibi envaitürlü hazırlık yaparken, diğer yandan kaynayan kazanlardan salça kokusu yayılırdı. Şehir yaşamına kıyasla farklı gelen bu yaz ritüellerinin içinde büyürken, yardımlaşmanın bahsedilmeyen gücünü fark etmeye başlamıştım. Sadece kışlık erzak hazırlığı değildi yardımlaşmak, birlik olarak hareket etmenin gücüydü; emniyetli ve koruyucuydu. Hanelerinden birinden vefat haberi geldiğinde, diğer haneler ellerinde yemeklerle desteğe giderdi. Babaannem erkenden kalkar, “Kızım, bugün duası okunacak, ben erkenden gideyim, yardım edeyim.” der, komşusunu yalnız bırakmazdı. Bir bayram babaannem hastalandığında komşuları bizim haneye “sen, hasta halinle yapamamışsındır” deyip, tepsi tepsi baklava taşımışlardı ki bayramlarda babaannemin evinde yenen baklavaların şanı devam edebilsin. Onlar sadece yardımlaşmıyorlardı, onlar destek alıyor, zihinsel ve fiziksel sağlıklarını koruyorlardı. Yardım istemeyi zayıf, çocukça ya da bağımlılık olarak değil -çoğumuzun aksine- olgunluk ve bütünleşme becerisini olarak yorumluyorlardı. Yaz tatilleri biteli uzun yıllar oldu. Köy önce kasaba sonra ilçe oldu. Kışlık erzakı da marketler getirir oldu. En sonunda da olağan kabul edilen yardım istemek, zayıflık oldu…
Yardım istemek, ilişki kurmak
Sosyal canlı olduğumuz gerçeği küçülen evler, bireyselleşen modern yapılar içinde göz ardı ediliyor. Sosyalleşecek alanımız kısıtlı, yalnızlığımızın boyutu gayrimahdut. Bireyselleşen düzende başkalarıyla birlik olmak, sevinç paylaşmak, birlikte korkuları yatıştırmak, sıkıntıları bölüşmek gibi temel insani ihtiyaçları istemek zayıflık, işlevsizlik ve bağımlılık gibi görülüyor. Gözle görülecek ya da kendimizi ikna edecek kadar meşru nedenler olmadıkça kendimizi ıstırabımızla çevremizden tecrit ediyoruz. Yardım istemek ya da yardıma ihtiyaç duymak, kişisel tarihimizin yanlış öğretileri ve toplum tarafından da muhtaç olmakla ilişkilendirildiğinde ilişki kurma hususunda çekimser ve utangaç bir hal baskın oluyor.
Yardım istemek bazen derinlere saklanmış suçluluk duygularının hızla gün yüzüne çıkmasını tetikleyebilir. -Genellikle- küçük yaşlarda içimize yerleş(tiril)miş iç ses: “Başkaları ne acılar yaşıyor! Böyle ufak bir sorun için yardım istemek ne kadar şımarıkça!” gibi suçluluk duygularını perçinleyen söylemlerle ya da “Ne kadar acizsin, ufacık işi tek başına halledemedin. Bu yardımı hak edecek ne yaptın?” gibi değersiz duygularını sağlamlaştıran cümlelerle konuşmaya başlayabilir. Böyle durumlarda yardım istemek için ya yeteri kadar müşkül duruma düşülmemiş ya da yardım istemek hak edilmemiş hissedildiğinden, insan farkında olmadan kendini ıssızlığın sağlıksız kollarına bırakıyor. Olumsuz karşısında yardım istemek bir yana, sevincini paylaşmak için dahi çekinen kişi, zihinsel ve fiziksel olarak hasar almaya başlıyor.
Yalnızlığın çaresi paylaşmak
Gündelik yaşam içinde küçük görünen ya da hayati olayların ve duygularının paylaşılamaması, deneyimlenen durumun travmaya, hatta ilerleyen dönemlerde travma sonrası stres bozukluğuna dönüşmesine neden olabiliyor. Derin bir yalnızlığın ölüm sebep oranı üzerinde günde on beş adet sigara içmek için zarar verdiğini söyleyen çalışmalar, bu hasarın en aza indirilme yolunun sağlam bir sosyal destek sistemine sahip olmaktan geçtiğini de ekliyor. Başkalarıyla ilişki kurma, yardım alma ve istemeye dair temel insani ihtiyacımız, muhtaç olanın zayıf, işlevsiz ve yetersiz olduğu yönündeki etiketlemesi ile karşı karşıya geldiğinde neden olduğu yalnızlık, yaş fark etmeksizin her insan için erken ölüm olasılığını arttırabiliyor.
Oysa, etiketlerden sıyrılmış, yorumlardan arınmış biçimde dile gelen bir ihtiyaç cümlesi ömrü uzatıp, bütünleşmeyi ve ait hissederek, köklenmeyi sağlayabilecek bir potansiyele sahip. Yardım istemek, yardım etmek ve yardımı kabul etmek zayıflatan değil, güçlendiren eylemler. Birine destek sunabilmek kadar birinin desteğini kabul edebilmek aynı toplumsal ve bireysel etiketlerden sıyrılabilmeyi gerektiriyor. Yardım sunmak ve yardımı kabul edebilmek bireyler arası bağları kuvvetlendirirken, grupların birbirine desteği sunması toplumun birleşmesi ve hoşgörüyle ortak hareket edebilmesine de olanak tanır.
Yardımın Anlamını dönüştürmek
Yardım istemeyi ve vermeyi suçluluk, muhtaç olma, hak etmek gibi duygulardan arındırarak; zayıf, işlevsiz veya çocuksu etiketlerinden temizleyerek, kişiler arası normal bir davranış olarak algılayabilseydik, gündelik yaşam ne kadar da kolay olurdu! Fark etmezdi neden yardım istediğimiz. Yardım istemek için kendimizi ve karşı tarafı ikna etmemiz gerekmezdi. “Gerçekten çok yorgunum, bugün tonlarca yere koşturdum, belim çok ağrıyor…” gibi savunmalar ve açıklamalar yerine tek bir cümle yeterdi: “Yalnız başıma yapmak istemiyorum, benimle yapar mısın?” Yardımın anlamını dönüştürerek, almayı bir güçsüzlük değil, ortaklaşma becerisinin, paylaşma yetisinin işareti olarak görmek; vermeyi itibar olarak değil, tekâmül olarak algılamak gerek…