Ayşe Naz Hazal Sezen
Unutulmayan ilkler mi, izler mi?
İlklerini çoktan unuttu insan. İlk konuştuğu kelimeyi, ilk kurduğu hayali, ilk kırgınlığını, ilk yanılgısını, ilk sevincini, ilk endişesini, hep unuttu. Sonra neyi unuttuğunu unuttu. Unutmanın kutsanmış tarafı ile lanetlenmiş yanı arasında bitaraf kaldı. Unutulmayan ilkler miydi? Yoksa iz bırakanlar mı?
Anımsadıklarımız mı bizi ‘ben’ yapan, unuttuklarımız mı?
İnsan için öğrenmenin en kalıcı yolu, bilginin duygusal bir deneyim ile birleşmesidir.
İlkler unutulmaz deniyor. Okulun ilk günü, ilk öğretmen, ilk öpücük, ilk aşk, ilk tek başına tıraş deneyimi, ilk topuklu ayakkabıyla yürüme başarısı, ilk tiyatro, ilk trafik kazası… Oysa kim hatırlıyor ilk anne dediği anı, ilk altını kirlettiği sahneyi, ilk adımını, ilk kalemini, ilk kopardığı çiçeği? Belki heyecanla çocuğunun ağzından çıkacak ilk kelimeyi bekleyen anne, okula başlayacak diye çarpıntılı bir sevinçle evladına ilk kalemini seçen baba hatırlıyordur bu anları, lakin bizler değil.
İlkler mi, izler mi?
İlklerini çoktan unuttu insan. İlk konuştuğu kelimeyi, ilk kurduğu hayali, ilk kırgınlığını, ilk yanılgısını, ilk sevincini, ilk endişesini, hep unuttu. Sonra neyi unuttuğunu unuttu. Unutmanın kutsanmış tarafı ile lanetlenmiş yanı arasında bitaraf kaldı. Unutulmayan ilkler miydi? Yoksa iz bırakanlar mı? Ya da soruyu değiştirelim, neyi unutacağına ve neyi hatırlayacağına nasıl karar verdi insan? Geçen çarşamba akşam yemeğinde ne yediğimizi hatırlamıyoruz ya da perşembe işe giderken büründüğümüz kılığı hangi renklerle harmanlandığımızı. Gelgelelim ilkokul çağında annesi ile babası kavga ederken kırılan tabağın içindeki zeytinyağlı fasulyeyi hatırlıyor emekliliğini almış bir memur. Anaokuluna başlamamışken kardeşinin doğumuyla müjdelenen minik abla üzerindeki beyaz puantiyeli yeşil elbiseyi ve uyumsuz çoraplarını hatırlıyor, yirmi beş sene sonra.
Ne farkı vardı bu zeytinyağlı yemeğin öteki yemeklerden ya da beyaz puantiyeli yeşil elbisenin diğer elbiselerden? Nasıl ömür boyunca anı heybesinde taşınacak kadar unutulamaz oldular? Memur ilk kez mi zeytinyağlı fasulye yiyordu? Minik ablanın ilk yeşil elbisesi miydi? İlk oldukları için mi unutulmadılar, yoksa benlikte iz bırakmayı mı başardılar?
Duygusal deneyimle öğrenme
Duygularımızın tanımlanmış ve tanımlanmaya çalışılmış birçok şey üzerinde etkisi olduğu öğreniyoruz ve henüz keşfedilmemişler üzerinde de etkisi olmaları da muhtemel. Duyguların olağan işlevlerinden biri, hayatta kalmamız için önemli deneyimlerin hatırlanmasına katkıda bulunarak hafızayı güçlendirmektir. Duygularla birleşen deneyimler akılda daha kalıcı bir hal alır. Hafızamızın oluşumu, dışarıdan ve içeriden gelen bilgilerin kaydedilmesi, bu bilgilerin işlenmesi, depolanması ve gerekli durumlarda bilince yeniden çağrılmasıdır. Kısacası, insan için öğrenmenin en kalıcı yolu, bilginin duygusal bir deneyim ile birleşmesidir.
Yeni ve yoğun duygularla deneyimlenen anlardaki ilklerin diğerlerine kıyasla gelecekte hatırlanması daha kolay ya da unutulması daha zordur. Ancak her ilkin yeniden çağırılması için bir duygusal karşılığı da olmayabilir. İlk kez su içtiğimiz bardağın -genellikle- hatırlanmaması gibi. Hummalı bir uğraşın ardından dahi hafızamızdaki tüm anıları bilince çağırmak pek mümkün görünmüyor. Duygularımız, depolanacak anıların seçimine etki ettiği kadar, hafızadan bilince çağırılacak hatıralara da müdahale edebilir. Yani, duygudurum belleği Ben’in sergisini etkiler. İçinde bulunduğumuz mevcut duygusal hal, kişisel anı belleğimizdeki benzer deneyimlerin hatırlanmasını kolaylaştırır. Neşeli bir ruh halindeyken hoş ve tebessüm yaratan anıları anımsarken; gri bulutların zihnimizden ruhumuza tüm benliğimizi sardığı bir haldeyken olumsuz, korku dolu, yıkıcı, hayal kırıklıklarıyla bezenmiş anıları anımsamamız daha olasıdır. Duygusal olarak nötr olayların, duygusal yüklü deneyimler karşısında hatırlanma şansları pek yüksek değil. Yine de deneyim sürece yayılan bir eylemler bütünüdür. Hatırlanmasalar da yaşanırlar. Ancak hafızamız deneyimin süresini ve yaşananları tümüyle anımsamak yerine, deneyimlenen sürecin zirve noktalarını ve en düşük noktalarını (peak-end rule) hatırlar. Yaz tatilinin keyifli bir seyahat olup olmadığını değerlendirmek için fazlasıyla bilgi edinilmiş olunmasına rağmen sıra bu deneyimi hafızaya kaydetmeye geldiğinde en keyifli olduğumuz an ile en can sıkıcı anı kıyaslarız. Geçmiş deneyimimizin gelecekte nasıl hatırlanacağına bu iniş çıkış anları karar verir. Genellikle de ilk anı ve son anımız bu mukayese için kıstas olurlar.
Hatırlayan Kendilik ve Deneyimleyen Kendilik
Benlik kim olduğunu keşfetmeye çalışırken de varoluşunu anlamlandırma uğraşındayken de hatırladığı ve hatırlamadığı tüm deneyimlere temaşa eder. Hatırlayan kendilik* hayatımızın hikâyesini korur. Varlığımıza hangi duyguların dâhil olduğunu, zamanın hangi kuytu köşesinde benlik siluetinin belirginleşmeye başladığını bu benlik hatırlar. Hangi anıların hikâyenin bir parçası olarak hafızada yer alacağına da bu benlik karar verir. Son zamanlarda nasılsın, sorusunun cevabı bu kendiliğin sesinden cevaplanır. Deneyimleyen kendilik* ise hayatı mütemadi yaşamaya devam eder. Bu kendilik, şu an nasılsın, sorusunun cevabını verir. Yaşamın paradoks yanlarını korumak istercesine çelişkili dengeyi tutturan deneyimleyen kendilik ve hatırlayan kendilik birbirleriyle var olurlar. Deneyimleyen kendilik, o anda duygusal durumu deneyimleyen, hatırlayan kendilik ise deneyimlenen anın hafızasıdır. Bu paradoksal yapıda gerçeklik hatırlayan kendilik tarafından enfüsi kaydedilir. Baştan sona tutulan kayıtların neticesinde gerçeklik de enfüsi yaşanır. Kendilik inşası duygularla mahmul öznel deneyimlerin işlenmesi ve hafızada depolanmasını gerektirir.
Unutulmayan Duygular
Bütün bu öznel deneyimlerin ilk şematik kaydı, duyguların en yoğun yaşandığı ilk andadır. Unutulmaz olan ilkler değildir. Unutulmaz olan duygulardır. Duygularımızla harmanlanmayan birçok ilk dünden unutuldu. İlk öpücüğün sebebiyet verdiği kalp çarpıntısıyla, yer çekimine karşı havalanan aklın heyecanı unutulmadı mesela. Ebeveyn iletişimsizliğinde kırılan tabağın içindeki fasulyenin tadı, korku ve endişeyle harmanlandığından unutulamadı. Yeni gelenin kıskançlığı ile sevinci arasındaki ikilemde uyumsuz çoraplar ve beyaz puantiyeli yeşil elbise her kardeş atışmasında sık sık hatırlandı.
Hatırladıkları kadar unuttuklarını da duygularıyla eşledi insan. Nötr olmayan duyguları da unutmak istedi. Kalbini bir cam parçasıymış gibi dağıtan travmaları, can yıkımlarını, gidişleri, gelmeyişleri de hep unuttu. Anımsanmaması, zihinde, kalpte, bedende tekrar edilmemesi için unutuldu. Deneyimleyen kendiliği ile hatırlayan kendiliği arasında yapılan örtülü bir anlaşmayla, bilince hızla ulaşamayacak derinliklere saklandı. Yine de benlik inşasına katılmaktan alıkonulamadı. Pekâlâ, anımsadıklarımız mı bizi ‘ben’ yapan, unuttuklarımız mı? Hülasa, orası ontolojik, psikolojik ve filozofik bir muamma.
* Kahneman, D. (2011). Thinking, fast and slow. Farrar, Straus and Giroux