Ayşe Naz Hazal Sezen
Seçmenin Dayanılmaz Ağırlığı
Her geçen gün hatta dakika dünya üzerinde seçebileceğimiz ve deneyimleyebileceğimiz olasılıklar hızla artıyor. Ancak seçim imkânları çoğalırken, zaman aynı kalıyor; bir insanın yaşam süresi, yaşayabilecekleriyle doğru orantılı artmıyor. Seçim yapılabilecek alternatifler çoğalırken, insani zamanın hudutlarıyla kısıtlanan bireyler, daha fazlasını deneyimleyebilmek için hızlanmak zorunda kalıyor. Yeni dünya düzeni “Ne kadar hızlı tüketirsen, o kadar çok yeniyi deneyimleyebilirsin” dediği andan beri, bizler de tıkınırcasına yaşamaya başladık. Tıkınırcasına yiyor, tıkınırcasına izliyor, tıkınırcasına ilişkiler yaşıyoruz. Her şey hızlı ve derinlikten uzak. Yaşam imkânlarının bolluğuyla deneyimler kazanırken, bütünlükten yoksun ve korunmasız kalan zihinlerimize, daha çok hikâye deneyimlemenin telaşı ve huzursuzluğu musallat oluyor.
Bir filmi izleyip izlememeye, konusu yerine süresine bakarak karar verdiğimiz bir çağdayız artık. Sıkıştırılmış zaman içinde daha çok seçim yapmak gerekiyor. İki saatlik filmlere kıyasla on saniyelik sosyal medya platformlarındaki videoları yeğliyor ve bu platformları zamana yayılan, kalıcı sanatsal ürünler yerine tercih ediyoruz. Sanatı da hızlı tüketilebilir istiyoruz. Hızlı tüketilebilir gıdaları ve hızla tükenen ilişkileri tercih ettiğimiz gibi.
Zihnimde dolaşan binlerce kelime arasından, aşırı seçeneğin sebep olduğu hareketsizlik halini anlatmak için uygun kelimeleri seçmek zor. Seçim yapamadığımdan hızla akıp giden zamanı boş sayfaya bakarak harcıyorum. Zamanın üzerine zaman biniyor, zihnimin içinde yaratım enerjisinden felce doğru giden bir süreç başlıyor. Karar veremiyorum. Kararsızlığın kara kısmı sarıyor tüm vücudumu, bir soluk ağırlaşıyor ciğerlerimde, zihnimde yükselen endişe gökdelenlerinin altında kalmış gibiyim; duruyorum. Bir kelime seçmek, onu bir cümlenin içine yerleştirmek bu kadar zor olmamalı, diyorum. Bu kararsızlık halinin sadece kelimelerle alakalı olmadığının, yaşadığımız her anın içinde seçim yapmak zorunda kaldığımızı bir kez daha idrak ediyorum.
Seçmediğimiz alternatiflerin olası hayalleri içinde endişelerimiz artarken, seçtiklerimize karşı memnuniyetsizleşiyoruz. Seçmediklerimizin suçluluğuyla seçtiklerimizden de tatmin olamıyoruz.
Her Seçim Bir Vazgeçiş
Bir şeyi yapmaya karar verdiğimiz anda birçok şeyi yapamaya karar vermiş oluyoruz. Ben bu yazıyı yazarken, binlerce olasılıktan vazgeçiyorum. Otuz dördüncü sayfasında kaldığım kitabımı okumaya devam edebilirdim ya da seyircisiyle buluşan yeni bir filmi izlemeye gidebilirdim. Sizler de bu yazıyı okurken, değerlendirilebilecek binlerce diğer olasılıktan vazgeçiyorsunuz. Her seçim yaptığımızda bir şeylerden vazgeçiyoruz ve sayısı her gün katlanarak artan vazgeçişlerimizin ağırlaşan bedellerini ödüyoruz.
Seçim yapabilme yelpazesinin genişlemesi, modern dünyanın insana sunduğu özgürlük sahnesi. Günümüz “çok seçenek özgürlüktür.” diyor. Seçeneklerimiz her geçen gün çoğalıyor. Yüzlerce yıldır dünyanın bize sunabildikleri erişebileceğimiz yerlerle sınırlıyken; bugün neredeyse erişemeyeceğimiz yer kalmadı. Her yere ve her şeye ulaşabilme imkânımız ya da bize ulaşması imkânı mevcut. Dünya artık mahallemiz, şehrimiz ya da ülkemizle sınırlı değil. Seçim yapılabilecek olasılıklar okyanusu var. Bir de “Bu seçeneklere karşın hala istediğine erişemiyorsan, bunun ben sorumlusu sen olmalısın.” diye zihnimize fısıldayan modern dünya itikadı.
Doğru üniversite seçilmeli, doğru hayat arkadaşı seçilmeli, doğru ev, doğru iş… İnsan kendine dair iyi bir karar vermiş olsa dahi, bu seçim mükemmel olmadığında, seçilmemiş alternatifin pişmanlığı, suçluluk hissini beslemeye başlıyor. Seçilmeyenin sayısı ve olası hayalleri arttıkça bireyleri pişmanlık hissi sarıyor. Yapılmış olan seçime dair memnuniyetsizlik pişmanlıkla paralel olarak yükselerek, yaşanmakta olan hayata karşı tatminsizliği doğruyor.
Daha Hızlı Tüket!
Her geçen gün hatta dakika dünya üzerinde seçebileceğimiz ve deneyimleyebileceğimiz olasılıklar hızla artıyor. Ancak seçim imkânları çoğalırken, zaman aynı kalıyor; bir insanın yaşam süresi, yaşayabilecekleriyle doğru orantılı artmıyor. Seçim yapılabilecek alternatifler çoğalırken, insani zamanın hudutlarıyla kısıtlanan bireyler, daha fazlasını deneyimleyebilmek için hızlanmak zorunda kalıyor. Yeni dünya düzeni “Ne kadar hızlı tüketirsen, o kadar çok yeniyi deneyimleyebilirsin” dediği andan beri, bizler de tıkınırcasına yaşamaya başladık. Tıkınırcasına yiyor, tıkınırcasına izliyor, tıkınırcasına ilişkiler yaşıyoruz. Her şey hızlı ve derinlikten uzak. Yaşam imkânlarının bolluğuyla deneyimler kazanırken, bütünlükten yoksun ve korunmasız kalan zihinlerimize, daha çok hikâye deneyimlemenin telaşı ve huzursuzluğu musallat oluyor. İmkânların içinde ilgi çekici, anlatılmaya, gösterilmeye hatta satılmaya değer kısa hikâyeler edinebiliyoruz, ancak bizi “anlam”a götüren asıl rotayı kaybediyoruz. Tüm imkânlar içinde hızlıca kanal değiştirir yahut sıradaki videoya tıklar gibi sürekli ilerlerken, izlemeye niyetlendiğimiz ilk videoyu çoktan unutmuş oluyoruz. Yaşamış hissetmemizin vaadi olan sebeplendirilmiş hayatı, yani anlamı tüm bu hızlı sıçramalar içinde kaybediveriyoruz.
Hızlı Tüketilebilir Olan, Tercih Edilebilir Olandır
Bir filmi izleyip izlememeye, konusu yerine süresine bakarak karar verdiğimiz bir çağdayız artık. Sıkıştırılmış zaman içinde daha çok seçim yapmak gerekiyor. İki saatlik filmlere kıyasla on saniyelik sosyal medya platformlarındaki videoları yeğliyor ve bu platformları zamana yayılan, kalıcı sanatsal ürünler yerine tercih ediyoruz. Sanatı da hızlı tüketilebilir istiyoruz. Hızlı tüketilebilir gıdaları ve hızla tükenen ilişkileri tercih ettiğimiz gibi. Sosyal medya platformlarında dahi, bir öncekinden sonra hızla tüketime sunulmayan içerik, zaman tünelinde etkileşim almadan zamanı geçenlerin arasında kaybolmakta. An’ı ömürlük sabitlemeye dair olan tüm görseller bir gün süresi içinde tüketiliyor; ölümsüzlük arzusu hıza direnemez oluyor. Artık üretilen her yeninin gücü zamana değil, hıza dayanabilmesine bağlı.
Yanlış Seçim Yapma Korkusu
Derinleşmeye, durmaya ya da karar vermeye vaktimiz yok. Derinleştiğimiz, durduğumuz veya karar vermek için duraksadığımız her an diğer seçimleri kaçırıyoruz. İki alternatif yerine yüzlerce alternatif içinden tercih yapmak zorunda kaldığımızda, seçeneklerimiz için harcanabilecek düşünme sürelerimiz kısalıyor ve zihin, “Zamanın tükeniyor, hızlı seçim yap!” diye bağırıyor. Seçilecek alternatifler çoğaldıkça odağımızın kaybolması, beraberinde yanlış seçim yapma korkusunu da getiriyor. Yanlış seçim yapma korkusu ve kötü seçimin suçluluğu bireyin en sonunda hiçbir şey yapmamasıyla, felç hali ile sonuçlanıyor. Zihinsel kaynaklara aşırı yüklemenin nihai neticesi hareketsizlik hali oluyor.
Kaçırmışlık Hissi
Savanadan gökdelenlere çıkan insan için sonsuz seçim olasılığına uyumlanmak hala kolay değil. Önemli ya da önemsiz, karar almanın yarattığı pişmanlık endişesi, sorumluluk duygusu ve suçluluk korkusu hala ilkel bir canlı olan insan için ağır yükler. Seçim yapamamanın yarattığı hareketsizlik, yetişilemeyen zamanın daha da yoğun hissedilmesine neden oluyor. Kaçırmışlık hissi, yetişememe duygusu insanın gündelik davranışlarının şekillendiricisi haline geliyor. Sürekli bir şeylere ve bir yerlere yetişmeye uğraş veren insan, film izlerken sosyal medya hesaplarına bakmak zorunda hissediyor; yeni çıkmış bir müzik albümünü dinlerken, uzaydaki gelişmeleri takip etmeye çalışıyor. Seçilmesi, bilinmesi ve kaçırılmaması gereken şeylerin listesi her geçen an çoğalıyor.
Seçilmeyenin Yası
Bir şeyi seçtiği anda bir diğerini yapmamayı seçmiş olan insan, seçilmeyenin yasını tutuyor. Seçilmeyenle birlikte o seçime dair olasılıklar, hayaller ve umutlar da gidiyor. Seçilmeyen bir kayıp haline geliyor. Her kaybın arkasından gelen bir yas süreci olduğu gibi bu yas da gri bir renk çalıyor insanın zihnine. Seçilebilecek alternatifler çoğalması, seçilemeyeceklerin de artması anlamına geliyor ve her seçilmeyenin yası tutulmaya devam ediliyor.
Günümüzde genetik özelliklere, kişisel geçmişe dayanmayan öyküler dışında da stres, tatminsizlik, memnuniyetsizlik, kaygılı ruh hali ve depresif düşüncelerin sürekli artışta olduğunu görülebilir. Hatta görünenin ötesinde rakamlarla ölçülebiliyor. Aslında özgürlük olarak sunulan bunca seçeceğin arasında yoğun stres, kaygı, korku ve pişmanlık gibi olumsuz duygularla mücadele halindeyiz.
Doğru karar için az zamanımız, anlamlı bir bütün oluşturabilmemiz için yetersiz deneyimimiz olduğu hissi içinde gidecek yön bulamadığımızdan hareketsiz kalıyoruz.
Zamanımızı sayısız alternatifler içinden seçim yapmaya harcarken, iyi dostluklar geliştirmek, kuvvetli aile bağları kurmak, iyi bir eş olmak için paylaşılabilecek zamandan çalıyoruz.
Genişleyen özgürlük yelpazesi olarak sunulan seçim bolluğu, pişmanlıklarımızın, yaslarımızın ve yalnızlığımızın da besleyicisi haline geliyor.
Ömür, yaşanması gereken anlar yerine yetişilmesi gereken kaçırdığımızı sandığımız anları kovalamakla geçiyor.
Döngü halindeki bu kovalamaca da bireyin içinden çıkamadığı o gri tonlarla bezeli memnuniyetsizlik ve tatminsizlik çemberinde yapayalnız kalmasına neden oluyor.