Ayşe Naz Hazal Sezen
Kötü Kalpli Kraliçe ve Aynası
Masal boyunca Pamuk Prenses’in aşkını bulma yolculuğunu dinlediğimiz sanılıyor olsa da benliğini sadece annelik sıfatı üzerine inşa eden bir annenin yıkılışını ve kimliğini bulmaya çalışan genç bir kadının annesinden ayrışma mücadelesini de işitebiliyoruz aslında. Annelerin çocuklarından ayrılma süreçleri çetrefilli, acılı, hatta kanlı olabiliyor. Eğer anne, benliğinde eksik kalan yerleri evladı ile dolduruyorsa, çocuk giderken anne hem kendi yansımasını kaybediyor hem benliğinde yeniden açılan boşluklar nedeniyle sarsılabiliyor
Kraliçe, en başından itibaren, insani tüm kusurluluğuyla kusursuz yansımasının peşindeydi. Kendine dair yansımasını başka kimseden görmek istemediği için aynayla konuşuyordu. En yakın ve yek dostu büyülü aynaydı. Ona göre, diğer tüm aynaların/insanların sırrı bozuktu. Güzeli gösteremez, yansımayı bozarlardı. Bunlara binaen kraliçe büyülü aynasından başkasına bakmadı. Bakmadı kralın gözlerine, dinlemedi halkının anlattıklarını, hissetmedi büyüttüğü kızının duygularını. Kraliçenin kalbi de kötü değildi niyeti de. Kraliçe sevgisiz kalmıştı. Sevgisizliğini de aynasından yansıyan kendine hayranlığı ile kamufle etmişti. Pamuk Prenses’in büyümesiyle gelen gerçek bir yansıma tüm yetersizlik duygularını, korkularını ve yalnızlığını gizlendiği yerden çıkartmıştı. Kraliçe tüm varlığını kaybetmişti. Yansıması silinmişti.
Pamuk Prenses ve annesi Kötü Kalpli Kraliçe, bilinmeyen diyarının, uçsuz bucaksız ormanın kıyısında, yüksek kuleli şatosunda yaşarlarmış. Kötü Kalpli Kraliçe yüksek duvarların arkasında aynayla konuşurmuş. Sorarmış sihirli aynasına: “Var mı benden daha güzeli bu dünyada?” Kraliçenin kendisini sevmesini isteyen ayna “Kraliçem, dünyanın en güzeli sizsiniz” dermiş, ta ki Pamuk Prenses’in güzelliği gizlenemez hale gelene dek. Ayna değişen gerçekleri söylemeye başladığında, kötü niyetli kraliçe, Pamuk Prenses’in son nefesini vermesini sağlamak ve yeniden en güzel olabilmek uğruna, Pamuk Prenses’i avcı ile ormana yollamış. Ormandan dönen avcının elinde kanlar içindeki sıcak kalbi gören kötü kalpli kraliçe tekrar “Var mı benden daha güzeli bu dünyada?” diye sorduğunda yalan söyleyemeyen ayna ele vermiş Prenses’in hayatta olduğu. Masalın gerisi Pamuk Prenses’in yaşadıkları etrafında şekillenirken, anlatılmayanların içinde Kraliçe ile aynanın ilişkisi unutup gitmiş…
Kraliçenin Öfkesi/Çaresizliği
Neydi Kraliçe’yi bu kadar öfkelendiren? Neydi onu kötü kalpli hale getiren?.. Ayna!..
Ayna gerçekleri Kraliçe’ye söyleyene kadar, Kraliçe’nin Prenses’i sevdiği rivayet edilir. Ancak ayna “dünyanın en güzel kadını” unvanını geri alıvermiştir. Büyülü ayna lanetlemişti Kraliçe’nin dünyasını. Kalbi kararmış, cadıya dönüşmüştü Kraliçe. Artık sevemezdi. Sevdiği “kendi”liği ihanete uğramış, aynası ona kusursuz değilsin demişti. Kraliçenin dünyası yere düşmüş bir ayna gibi paramparçaydı; sabit inançları benliğinin her bir köşesine saçılmış, duyguları darmadağın olmuş ve keskinleşmişti. Toplamak için dokunduğu her parça yüreğine batmış, acısını dağlamıştı.
Kraliçe, tüm kırık parçaların arasında güvensizlik içinde, öfkeyle, reddedilmiş olmanın acısıyla kinleniyordu Pamuk Prenses’e karşı. Kalbine batan her duygu öfkesini büyütüyor, kinini perçinliyordu. Kusursuz olmadığının bilgisi onun benlik bütünlüğünü sarsmış, var oluşunu yaralamış, ölümünü hatırlatmış olmalıydı. Hayat karşısında elde ettiği tek “en”i yitirmiş olmanın ve bu zamana kadar sıfatlara bağlı olmayan anlamlar yaratamamış olmasının suçluluğunu da kaldıramazdı. Tüm bunların sorumlusu başkası olmalıydı: Suçlu Pamuk Prenses idi. Her suçlu cezasıyla mükâfatlandırılmalı ve Pamuk Prenses de ölmeliydi.
Kraliçe, Prenses’in ölümü isterken, aslında kendini geri istiyordu. Kusursuz sandığı dünyasını, sıfatlarını, hatta belki de henüz büyümemiş haliyle “pamuk kızı”nı geri istiyordu.
Yansıması Silinen Kraliçe
Masalın ilerleyen sahnelerinde öfkesi intikam arzusuna dönüşen Kraliçe’nin kini, avcı Pamuk Prenses’i öldürmediği için büyümemişti. Pamuk Prenses krallıktan kopmasına, çocukluğunda sahip olduğu hiçbir olanağa sahip olmamasına, ormanda vahşi hayvanların içinde kalmasına ve yalnızlığına rağmen kendine yeni bir aile yaratarak hayatına devam edebilmişti. Kusursuz olmadığını fark eden Kraliçe, şimdi de kendisine ihtiyaç duyulmadığını fark etmişti. Sıradan bir insan olduğunu, yaşlılık ve ölümün kendisi için de olduğunu idrak ediyordu ve hayat onsuz da devam edebiliyordu.
Yüzleşilmesi zor gerçekler, Kraliçe’nin cam fanusta sakladığı tüm dünyasını tuzla buz etti. Kraliçe artık daha öfkeli, daha kızgın ve kalbi intikam arzusuyla dolup taşmaktaydı. Pamuk’un ölümü yeniden “en güzel” sıfatını kazanmak için değil, Kraliçe’nin kendine var olduğunu ispatı içindi. Sunduğu kırmızı elma, hâlâ en güçlü, en güzel benim ve ölüm de yaşam da benim kontrolümde, diye bağrışıydı. Kraliçe çaresizdi. Tüm bildiği dünyası elinden alınmış ve bu yeni dünyada Kraliçe sıradandı. Tüm insanlığın ortak çaresizliğiyle karşı karşıyaydı. Pamuk’un hayatını kontrol etmeyi başarması onun gücünü, tekrar herkesin gözleri önüne serebilecek ve herkes, Kraliçe’nin yeni aynası olacaktı.
Kraliçenin Aynası Kim?
Kraliçenin büyülü aynasının kim olduğunu fark ettiniz mi? Ya da bütün bir masalın bir anne-çocuk ayrışması üzerine olduğunu. Dönem gereği mutlu sonlara varacak masallar anlatılırken, “çocuğun anneden ayrışarak bireyselleşme mücadelesi” söz edilmeyen gerçeklerdendir. Yani Kraliçe ve aynasının ilişkisidir. Kraliçe, Pamuk Prenses’in öz annesi değildi, ancak o büyütmüştü Pamuk’u. (Dönemin üvey anne imgesinin kötü üzerinden kurgulanarak, iyi ve kötü çatışmasının belirginleştirilmeye çalışılmasını bir yana bırakırsak anne ve çocuğun çatışmalı ilişkisini görmek kolaylaşabilecektir.) Masalın dilden dile aktarıldığı zamanlarda, Kraliçenin Pamuk Prenses büyüyene kadar aslında onu çok sevdiğinden bahsedilirken, Prenses büyüyüp güzelleştiğinde başlamıştı düşmanlık hikâyeleri.
Bir çocuğa “Dünyanın en güzel kadını kim?” diye sorsanız, yüksek ihtimalle duyulacak cevap “annem” olacaktır. Kraliçe de sihirli aynası Pamuk Prenses’den büyüyene kadar hep aynı cevabı duymuş olmalıydı. Pamuk onun en güzel aynasıydı. Kraliçe kızının gözlerinde kusursuzdu. Yetersizlik diye bir şey yoktu, yalnızlık ruhunu saramazdı, dünyanın en güzel kadını olduğu kadar en güçlü kadınıydı. Bir anne olarak çocuğunun gözlerinde mükemmeldi. O da bu mükemmelliği sevdi. Ta ki Pamuk Prenses bir birey olmaya karar verene kadar. Pamuk büyüdükçe annesinin sandığı kadar da kusursuz olmadığını anlamaya başladı. Annesi güzeldi ama dünya güzeli değildi; güçlü bir kraliçeydi ama yine de ölümlüydü. O da sıradan bir anneydi. Pamuk, bireyselleşme yolunda kendi kimliğini inşa ederken, annesinin de kusurlu yanlarını ona geri yansıtır olmuştu. Kraliçenin/annenin dünyası aynasının/kızının söylediği ilk gerçek ile yıkılmıştı. Anne-Güzel sıfatına inşa ettiği benliği dağılıvermişti. Hiç değişmez sandığı yansıması ona artık gerçekleri yansıtıyordu ve gerçeklerle yüzleşmek sandığı kadar kolay değildi.
En Güzel/Kusursuz Anne
Aslında Kraliçenin, Pamuk Prensesi yok etme çabası yeniden “en güzel/kusursuz anne” olmaktı. Kızının/büyülü aynasının onu kusursuz görmesine ihtiyacı vardı. Kimliğine kavuşmakta olan Prenses’in annesinden ayrışabilmesi içinse onun yansımasından sıyrılarak kendini keşfetmesi gerekiyordu. Onun da yeni aynalara ihtiyacı vardı.
Kraliçe, birçok girişime rağmen kızını hiç öldüremedi. Muhtemelen öldürmek de istemedi. Sadece onu kusursuz kılan aynası geri gelsin, kızı yeniden onu yansıtan çocuğu olsun istedi. Böylece tüm değersizlik duyguları kaybolacak, yetersizlik endişeleri silinecek; anne sıfatının altında dünyanın yükünü taşımaktan uzak, sadece kızınınkine destek olacaktı. Kraliçenin başka sıfatlara ihtiyacı kalmadığında, yaşama karşı başka sorumluluğu da olmayacaktı. Yeni sorumluluk yoksa hatalar da yapılmazdı. Böylece Kraliçe hep kusursuz “en güzel” kalırdı.
Kimliğini arayan Prenses
Masal boyunca Pamuk Prenses’in aşkını bulma yolculuğunu dinlediğimiz sanılıyor olsa da benliğini sadece annelik sıfatı üzerine inşa eden bir annenin yıkılışını; kimliğini bulmaya çalışan genç bir kadının annesinden ayrışma mücadelesini işitebiliyoruz aslında. Annelerin çocuklarından ayrılma süreçleri çetrefilli, acılı, hatta kanlı olabiliyor. Eğer anne, benliğinde eksik kalan yerleri evladı ile dolduruyorsa, çocuk giderken anne hem kendi yansımasını kaybediyor hem benliğinde yeniden açılan boşluklar nedeniyle sarsılabiliyor. Dengesizleşen kendilik bütünlüğünde, yaşamın olağan gerçekleri canını daha çok yakar hale gelebiliyor. Annelik rolüyle baktığı hayatta, aynı anda başka rollerin/yansımaların olabileceği gerçeğinin ağırlığı karşısında saldırganlaşabiliyor, hırçınlaşabiliyor; bazen çocuksu kaprislere kapılabiliyor. Aynı Kraliçenin sergilediği tepkiler gibi.
Bu tutumlar karşısında, çocuklar kimi zaman kabullenici kimi zaman isyankâr tepkiler gösterebiliyorlar. Pamuk Prenses, hep tesadüf eseri hayatta kalmış, hiç direnmemiş gibi görünse de bütün masal boyunca annesinden ayrışmak için mücadele veriyor. Güven duyarak elmayı aldığı yaşlı kadın da onun annesi, şerrinden kaçtığı cadıya dönüşen Kraliçe de. O da annesine kanan her çocuk gibi, bilse de kırmızı elmanın zehirli olduğunu hep annesine kanıyor.